“Kifayetsiz muhteris” davranışı ve edepsizlik...

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com


Veriye kolay ulaşıyoruz ama verileri malumata, malumatı bilgiye dönüştürmek, üstüne de anlama derinliği gerek. Yoksa aşırı ve noksan değerlendirme yapma olasılığı yükselir.
---
Kendimizi bizden geride kalmış olanlarla karşılaştırırsak, kifayetsiz muhterisler kervanına katılırız. Bizimle benzer koşullarda olup bizden ileri gidenleri ölçü tutmak gerekir.
---

Yeniçeri Ocağı’nın iyice bozulması, işlevsiz kalması efsanelere dayalı öykülerin anlatarak vakit öldürme eğilimini artırıyor. Kumkapı’daki ocakta dini bilgiler aktaran bir ağa, Yahudiler'in Hz. İsa’yı çarmıha gerdiklerini, ellerinden ayaklarından çivilediklerini, bu hak peygambere eziyet ettiklerini ballandıra ballandıra anlatıyor. Bu gaddar ve acımasız öyküyü dinleyen bir başka yeniçeri ağası, palasını kuşandığı gibi fırlıyor; Beyoğlu’na çıkıp Yahudiler’in oturduğu mahallede iki bin yıl önce yaşanmış olayın intikamını almak istiyor. Bayazit Meydanı’na ulaştığında işinden evine dönmekte olan tanıdığı Mişon’u görüyor… Öfkeyle,
- Mişon buraya gel! diye bağırıyor.
Mişon bu öfkeli çağrıya uyarak ağanın yanına geliyor;
- Buyur ağam, bir emrin mi var?
Ağa intikam duygusunun kör ettiği aklına başvuracak gibi değil…
- Siz Hz. İsa’yı çarmıha germişsiniz! diyor.
İyice şaşkınlaşan Mişon,
- Ağam, diyor, bundan 2 bin yıl önce olmuş bir olayda benim ne günahım olabilir?
Yeniçeri ağasının öfkeden sağır olmuş kulakları, zıvanadan çıkmış aklı Mişon’un savunmasını duyabilecek ve anlayabilecek gibi değil:
- Onu bunu bilmem, ben yeni öğrendim, diye haykırıyor... Bir hamlede Mişon’un gövdesini başından ayırıyor...
Bu bir “menkıbe”... Böyle bir olay gerçekten yaşanmış mı, yoksa birisinin kurgusu mu bilemiyoruz... Menkıbe olmasına menkıbe ama çevremizi gözlediğimizde gerçekçiliğini de yadsıyamıyoruz... Her yeni öğrendiğine, tek gerçekmiş gibi inanlarımız alabildiğine artıyor.
İletişim teknolojilerindeki gelişme, erişebilmenin kolaylaşması verilerin malumata (enformasyona) dönüştürülmesi aşamasında iyice parçalanmasına yol açıyor. Daha bilgiye dönüşmeden iyice parçalanan malumatın bir de kısa mesajlı iletilmesi “entelektüel kısırlık” yaratıyor. Nobel Ödüllü yazarımız Orhan Pamuk, “ Twitter’da cümle yazıyorsun ama düşünce geliştiremiyorsunuz. Belki muhafazakar tepki ama öyle. Batılıların ‘one-liner’ dediği tek cümlelik espriler için iyi…” saptamasını anlamaya çalışmamız gerekiyor.
Günümüz dünyasında daha çok veriye kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Verilerin malumata dönüştürülmesi aşamasında ise parçalanma nedeniyle “düşünce geliştirmede” sorun yaşıyoruz... Oysa düşünce geliştiren bütünlükte malumat üretsek bile yetmiyor; uygun yöntemlerle malumatı “bilgiye dönüştürmek” gerekiyor. Bilgi de yetmiyor; “anlama derinliği” gerekiyor. Bir olay ya da olgunun “bileşenleri” hakkında ayrıntı bilgisine sahip değilsek, “bağlamlarının” neler olduğunu ayrıntı özeni ile derinliğine bilmiyorsak, aşırı ve noksan değerlendirme yapma olasılığı yükselir.

“Kifayetsiz muhteris”

Başkaları adına bir şey söyleyemem, ama yakından ilgilendiğim, konuya ilişkin bilgi birikimini ayrıntılarıyla izlemeye çalıştığım birçok konuda yazılanları, görsel medyada anlatılanları, dost söyleşilerinde ulu orta savrulanları izledikçe Tunç Tayanç’ın Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisindeki “Dunning- Kruger Sendromu ve Bilgisizliğin Yükselişi” başlıklı yazısındaki genellemeleri herkese iyice okutmak ve anlatmak gerektiğini düşündüm.
Dunning-Kruger, “Bir iş yapmada yeterli olmayanlar, başarımlarını doğru dürüst ölçecek yetenekte değillerdir; Türkçesi ‘kendini bilmez kişilerdir’. Bu gibi kişiler yetersizliklerini, yeteneklerinin sınırlı olduğunu doğru dürüst bilmediklerinden kendilerini geliştirmeye de çalışmazlar” diyorlar.
İki bilim insanın “kifayetsiz muhterislere” ilişkin önermelerine göre, yetersiz olanlar;

•    Beceri/bilgi düzeylerinin gerçekte olduğundan daha iyi olduğunu düşünürler.
•    Başkalarının beceri/bilgi düzeyini değerlendiremezler.
•    Ne kadar beceri(k)siz/bilgisiz olduklarının farkında değillerdir.
•    Belirli bir beceri/bilgi edinmek üzere eğitim görecek olurlarsa, beceri/bilgi düzeylerini yükseltebilirler.

Tayanç yazısını bitirirken Sokrates ve Bertrand Russel’den iki alıntı yapıyor:
Sokrates: “Bir şey bilirim: O da bir şey bilmediğimdir.”
Bertrand Russel : “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken, aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”
İşlevsiz kalmış, o nedenle de “inanç spekülasyonu” yapmaktan öteye işi kalmamış yeniçeri ağasını düşünün: Sorgulamadan ilk duyduğuna inanarak, inancı adına bir cana kıyacak kadar akıl körü olmasının nedeni, derinlik bilgisinden yoksunluğu değil mi?

Konumumuzu bilme erdemi…

Kendimizi bizden geride kalmış olanlarla karşılaştırırsak, kifayetsiz muhterislerin kervanına katılırız. Bizimle benzer koşullarda olup da bizden ileri gidenleri ölçü tutarsak, o zaman hayatta doğru konumlama yapabilir, ölçüyü kaçırmadan tutarlı bir yaşam sürebiliriz.
Kendi adıma yaşama katkılarımı değerlendirirken, aşırı değerlendirme yapma tuzağına düşmemek için Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin “entelektüel katkılarını” ölçü tutarım… Tekeli’nin çalışma disiplinini, zamana kıyma direncini, ortak çalışmalara katkısını, analiz yeteneğini, yazıp topluma ilettiği kitaplarının sayfa sayısını, yazılanların nicelik kadar niteliğini de düşünerek, edepsizlik eğilimlerime fren koyar, edep çizgisini aşmamaya çalışırım…
Sorgulamadan alkış tutanların, ayrıntı bilgisine, belge ve bilgiye dayanmadan ulu orta değerlendirme yapanların toplumdaki “edepsizlikleri” beslediğine, kifayetsiz muhterisler için yarattıkları uygun ortamda kendilerine de saygısızlık ettiklerine inanırım.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar