1 Mayıs ve sürdürülebilirlik

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 guventurk@portakalonline.com

Birkaç gün önce belki dikkatinizi çekmiştir, Kadıköy Belediyesi Change.org sitesinde bir imza kampanyası başlattı. Kampanyada Fenerbahçe-Kalamış sahil hattı için yeni bir imar planı yapıldığı belirtilerek bu plana itiraz edildiği söyleniyor. Gerekçe ise yeni planın Fenerbahçe Kalamış Yat Limanı’nda yapılaşmanın önünü açması, sahile yapılacak otel ve ticaret alanlarının sahili halka kapatacak olması. 

Kadıköy Belediyesi, bu planın iptal edilmesi için tüm yasal yollara başvurduğunu, ancak bu arada Kadıköylüler'den de destek beklediği için bu kampanyayı başlattığını söylüyor. 

Önce şunu söyleyeyim, bir belediyenin halka dönüp bir sorunla ilgili destek istemesinde bir sorun yok. Ancak bir belediyeyi halktan imza toplamak zorunda bırakan ve adı “demokrasi” olan bir siyasi sistemde bence ciddi bir sorun var...

Bu olay şu anlama geliyor. Halkın oylarıyla seçilmiş bir yerel yönetim, yönettiği toprak üzerinde bir planlama yetkisine sahip değil. Daha da kısaltayım; halk kendi yaşadığı bölgeyle ilgili herhangi bir karar yetkisine sahip değil. 
Peki bu örnekte kararı veren kim? Yani plan değişikliğine kim onay vermiş? Özelleştirme Yüksek Kurulu! 

“Özelleştirme yüksek kurulu nereden çıktı, kim bunlar, nasıl oluyor da imar planını değiştirebiliyorlar, bu yetkiyi nereden alıyorlar” diye hiç sormayın. 

Yine hatırlayacaksınız. Gezi olayları, Taksim'in orta yerindeki bir parkla ilgili AVM projesi nedeniyle tetiklenmişti. Ancak plan yetkisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait bu alanda Topçu Kışlası şeklinde bir AVM inşa edilmesi fikrini, dönemin başbakanı Erdoğan'a bir işadamının önerdiği, bizzat hükümet üyeleri tarafından açıklanmıştı. 
Geçen hafta yaşanan bir başka olay da adli sistemden. Bir mahkemenin yetkisi dahilinde verdiği bir karar, bir savcı tarafından beğenilmiyor ve uygulanmıyor. Yargıçlar değiştiriliyor ve yeni gelen yargıçlar hemen aksi yönde bir karar alıyor.

İdare mahkemelerinin verdiği yürütmeyi durdurma kararlarının inşaat projeleri için asla uygulanmamasının sıradan bir olay haline geldiğini sanırım söylemeye bile gerek yok.

Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Değişik kurumlarda, değişik alanlarda neredeyse her gün tekrarlanıyor. Türkiye'de kurumlar, ya işlevini kaybetmiş ya da başka işlevleri üstlenmiş durumda. Mahkeme kararları duruma göre uygulanıyor, duruma göre uygulanmıyor. Halk yerel yönetimler için oy verip belediye meclislerini ve belediye başkanlarını seçiyor, ama seçtiği yöneticilerin, dolayısıyla da kendisinin kent toprağı üzerinde bir denetim ve karar hakkı bulunmuyor. Yerel yönetimler eğer merkezi idareden ayrı siyasi görüşlere sahipse zaten yerel yönetimin hiç bir işlevi kalmıyor. Yerel yönetimlerin yetkisi dahilindeki konulara, atanmış bir takım “kurullar” karar veriyor. Ülkenin cumhurbaşkanı yasalara göre hiç bir partiyi temsil edemeyeceği halde seçim sürecinde muhalefet partilerine cevap yetiştiriyor ve liste böylece uzayıp gidiyor.

Kurumların işlevsizleşmesi veya ortadan kalkması, kısa dönemde bazı insanların bazı çevrelerin çıkarına bir durum yaratabilir. Bazıları bundan çıkar sağlayıp gücünü artırabilir veya zenginleşebilr. Yerel seçimlerin anlamını yitirmesi, mahkeme kararlarının inşaat projelerini durduramaması, savcıların mahkeme kararlarını uygulamaması veya cumhurbaşkanının başbakanlık yapması birilerinin hoşuna gidebilir. Ancak unutulmaması gerekir ki, kısa dönemde sağlanan çıkarların uzun dönemde faturası ağır olabilir, toplumun küçük bir kesiminin zenginlemesi, toplumun geneli için çok ağır sonuçlar yaratabilir.

Bütün bu tehlikelerin toplum tarafından bertaraf edilebilmesi için insanlığın şimdiye kadar bulabildiği en iyi çözümün adı demokrasidir. Demokrasinin uygulama biçimleri toplumdan topluma değişebilir, ancak içeriği ve standartları değişemez. Özgürlüklerin tam olarak kullanılamadığı, yurttaşların yasalar önünde eşit olmadığı, özgürlüklerin hukuk tarafından güvence altına alınmadığı bir siyasi sistem demokrasi sayılamaz. Demokrasinin, özgürlüklerin ve hukukun olmadığı siyasi sistemlerde çok kısa sürede yozlaşma olur, toplumsal huzursuzluklar ortaya çıkar ve sonunda kaçınılmaz bir çöküş yaşanır. Çöküş yaşandığında ise yalnızca olan bitene karşı olanlar ve memnuniyetsizler değil, az önce sözünü ettiğim şekilde çıkar sağlayanlar, zenginleşenler de bu sistemin altında kalır. 

Kısaca söylemek gerekirse “sürdürülebilirlik”, “kar maksimizasyonu”ndan daha önemlidir. 
Bugün 1 Mayıs. İster işçi olun, ister çiftçi, ister patron, ister esnaf; bugün demokrasi, özgürlükler ve hukuk üzerine biraz olsun düşünmek için iyi bir gün. 
1 Mayıs İşçi Bayramı herkese kutlu olsun! 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018