21.yüzyıl Türkiye’sine 2014 itibariyle bakış

Bekir KAVRUK , Türkiye’nin dünyada varmış olduğu aktüel konumunu kendine has yaklaşımla irdeliyor…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Bekir KAVRUK

Bir ülkenin fiziki – ekonomik alanda zenginleşmesine paralel olarak insan kalitesi , demokrasi sanat ve kültürel yönlerden kısacası beşeri yönden de gelişim göstermesi gerekmekte olup , aksi bir hal toplumun ilerlemesinde ciddi sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Beşeri zenginliğin  (sermayenin)  en önemli unsurlarından birisi olan demokrasi ve saygı kültürü ile 3. şahısların temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınarak onların toplum üretkenliği ve yaratıcılığına etkin katkıları sağlanmaktadır.

Dünyadaki emsallerinden görüleceği üzere yarı gelişmiş ülkelerde iktidar sahibi politikacıların çoğu iktidarı vesayet altına almaları sonrası yarı demokrat ve yarı feodal yapıları gereği kendi aile , akraba ya da çevrelerine genellikle kamu ihaleleri yoluyla ciddi maddi imtiyazlar sağlamış ve böylece kendi zenginlerini yaratmışlardır. Ancak 3.şahıslar arasında olup iktidarların maddi ve manevi imtiyazlarını kullanmak isteyen bazı bireyler ise bürokrasinin müzmin zaaflarını da kullanarak rüşvet , yolsuzluk , yalakalık ve benzeri dürüst olmayan yollara başvurup zenginleşmeyi başarabildiklerini de belirtmekte yarar vardır.  

Medeniyet ya da gerçek demokrasi gerek politikacıların gerekse bireylerin kendi aile , akraba ve çevreleri dışındaki 3. şahısların maddi – manevi bireysel haklarına gösterdikleri saygı kültürüdür.  Bu kültürün gerçekte islam ile çelişir hiç bir yanı olmadığının en belirgin örneği 11.yüzyıl başlarında Orta Asya'da Buhara ve Semerkant'ta yaşamış olan dünyaca ünlü İslam alimi Ahmet Yesevi 'nin önemli katkılarıyla gelişen Türk İslam Felsefesidir. Bu felsefe Anadolu'da Mevlana Celaleddin Rumi ile demokrasinin temelini oluşturan hoşgörü , barış ve saygı kültürü ile evrenselleştirilerek daha 800 yıl öncesinden bugün dahi benzersiz bir zirveye taşınmış ve haklı olarak 2007 yılını UNESCO dünyada Mevlana yılı olarak ilan etmiştir.

Demokratik bir devlette kamunun asli görevi 3. şahısların başta yaşam ve özgürlüğü olmak üzere temel haklarına güvence vermek , yasaları tarafsız ve şeffaf olarak uygulamak , düşünce ve dini inançlarına bakmadan herkese eşit mesafede duruş sergilemektir. Kamunun herkese eşit mesafe sergilemesinin güvencesi günümüzün modern toplumlarında seküler- laik temeller üzerinde oluşturulmaktadır.

Demokratik kültür ve kalitenin yarım yamalak gelişmiş olduğu popülist güce , lidere ya da başkana “put misali” tapmaya eğilimli toplumlarda ortaya çıkan en büyük sorun hukuk adı altında yazılı ve çoğu batılı gelişmiş ülkelerden uyarlanmış yasaların işin kurumsal gereğine göre değil kişilerin ego , eğilim ve komplekslerine bağlı olarak adalet ismi altında farklı farklı uygulanmasında ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla tarihte bolca örnekleri bulunan bu tip popülizm gafletine düşen ve özellikle zayıf hafızalı toplumlarda “başkanlık sistemleri” kolaylıkla tek adama dayalı dikta rejimlerine dönüşebilmektedir.

Bazı toplum bilimcileri toplumun sokak ve trafikte ortaya koydukları davranış ve ilişki biçimlerinin medeniyet , kültür , kalite ve demokrasi yapıları hakkında önemli ipuçları verdiği inancındadırlar.
Ancak kendi aralarındaki toplum ilişkilerinde son derece medeni ilişkiler içerisinde bulunan batılı ülkelerin 3. şahıs ( ırkçılık ) ya da Suriye ve petrollerine el konulan ve sefil duruma düşen Libyalı mülteci örneklerinde görüleceği üzere 3. Ülkelere ne derece iki yüzlü davrandıklarını burada hatırlatmakta yarar vardır.

Türkiye yakın geçmişe kadar başta ABD olmak üzere batılı ülkeler nezdinde laiklik-modernlik- islam ve demokrasi dörtgeninde çok önemli model örnek bir ülke olarak görülmüştür. Taksim gezi olayları sürecinde ise Türk Demokrasi Tarihi ve Taksim’in Anatomik Analizi (17.6.2013 )  yazımızda deşifre ettiğimiz üzere sadece Türkiye adına değil islam alemi adına da tarihi bir fırsat yakalamıştır.

Ancak y- neslinin öncü olması itibariyle bütün dünyada büyük ilgi uyandıran ve resmi kayıtlara göre 3,5 milyon insanın sokağa döküldüğü Taksim Gezi olayları ortaya çıkan meçhul provokatörlerin de bulandırmasıyla siyasi yönetim tarafından sadece yanlış algılanmamış öyle hatalı yönetilmiştir ki batılı ülkeler nezdinde özel bir önem arz eden Demokrasi – İslam ikilemi adeta tuz – buz olmuştur.

Mısır’daki darbe ile başta Bengaldeş ve Pakistan olmak üzere diğer islam ülkelerinde ortaya çıkan çalkantılarda model ve örnek ülke Türkiye’de tuz ve buz olan  demokrasi – İslam deneyiminin çok olumsuz rol oynadığını söylemek mümkündür. Sonraki süreçlerde gerçekçi özeleştiri yerine “dış mihrak + mağdur” algı ve savunma mekanizmasına dayalı hatalara devam edilmesi yanında Türkiye’nin adil , arabulucu ve abi gibi bir rol oynaması gereken Mısır,  Suriye ve  Ortadoğu konularında uluslararası kamuoyunda üstelik “laik değil sunni din pozisyonlu bir devlet” olarak algılanmaya başlanması ciddi bir imaj kaybına yol açıp Gezi olaylarına ilişkin yapılan hataların üzerine tuz ve biber ekilmiş bulunmaktadır.

Örnek ve model ülke Türkiye’de yaşanan bu kayıpların 21.yüzyıl itibariyle sahip oldukları ikinci büyük nüfusa rağmen ( demek ki sayısal üstünlük belirleyici değil )  dünyada yaptırım güçleri %10’u bile aşamayan ve üstelik birbirleriyle Avrupa’daki ortaçağ misali mezhepsel çatışma sürecine girmiş islam ülkeleri adına da talihsiz ve ciddi kayıplar olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

SONUÇ :

Gerçek şudur ki Türkiye fiziki ( ekonomik - askeri ) olarak tarihinde hiç görülmediği ölçüde batı ile full entegre olmuş olup , neo-liberalizmde “küçük bir Amerika” olmuş vaziyettedir. Ancak eğer batı ile stratejik ittifak söylemlerinde samimi ise kısacası “batı ülkeleri arasında adı anılmak isteniyorsa” o takdirde bu fiziki bütünleşmeyi “ruhen” tamamlayacak başta demokratik kültür olmak üzere beşeri gelişimini gerçekten tamamlama yolunda inandırıcı adımlar atarak batı ülkelerine karşı hiç kıvırtmadan önce gayret sonra samimiyet göstermek durumundadır. Burnunun dikine gitmek değil mütevaziliğin erdemlerini kavrayan Güney Kore ve Japonya’nın örneğinde görüldüğü üzere bu ülkeler farklı din ve kültür yapılarına sahip olmalarına rağmen bu bütünleşmeyi hem gayret hem de samimiyet bazında kıvırtmadan tam anlamıyla başarmış durumdadırlar.

İçerisinde Japonya’nın da dahil olduğu batılı ülkelerin Taksim Gezi olayları sürecinde iktidarın “Türkiye’nin Batılı ve Avrupalı nüfusuna karşı” özel yaşamlarına müdahale dahil sert yaklaşım ve orantısız tavrını hiçbir şekilde hoş karşılamadıkları görülmektedir. Bu tavır ve yaklaşımlar Türkiye’nin bir süredir uygulamaya çalıştığı dış politika ile beraber değerlendirildiğinde batı ülkelerine karşı mevcut yönetimin samimiyeti ciddi biçimde sorgulanmaya başlanmıştır.

Bu samimiyet sorununu başka bir örnek ile daha somutlamak gerekirse örneğin hiristiyan alemi için ayrı bir yeri olan ve artık günümüzde müze olarak insanlığa hizmet veren Ayasofya’nın tekrar cami olarak ibadete açılma niyet ya da eğilimi Rusya’nın da dahil olduğu batı dünyasına karşı samimiyetsizlik göstergesi olarak ve üstelik geçmişte kapanmış bir yarayı tekrar açma girişimi olarak algılanacaktır. Unutmamak gerekir ki İslam ülkelerindeki nüfusun önemli bir kısmı haçlı anlayışından “tehdit ve savaş anlamında” ne anlıyorlarsa batılı hiristiyanların çoğu da cihat anlayışından aynı anlamı çıkarmaktadır.

Süper güçler ve büyük devletler tarafından şekillendirilen ve “karmaşık bir satranç tahtasına benzeyen” 21.yüzyıl dünyasında zaten kendisini bölgesel bir güç olarak tanımlayan Türkiye’nin toplum dalkavuk ve yalakalarının gazına gelip Osmanlı döneminde yapılmış hataları tekrarlayarak boyunu ve gücünü aşan konularda tekrar başına işler açması halinde taktik, zaman ve stratejinin bu kadar önemli olduğu 21.yüzyıl dünyasında ülkelerin kıyasıya rekabet ettiği “Off-Road” yarışında saf dışı kalma riski ile karşılaşacaktır.

Evrenimizde 4.boyut olan zamanın akışı “akarsu gibi” hep ileri doğrudur.  İnsanlık tarihinde zaman zaman  “su seti misali” ortaya çıkan dini , etnik ya da ideolojik kökenli toplumsal  gericilik, dikta ya da şiddet akımlarına rağmen su taşarak akmaya devam edip yine de yolunu bulmuş ve sonuçta zamanın akışı ne durdurulabilmiş ne de değiştirilebilmiştir…

 

Bekir Kavruk Hakkında Bilgi ve Önceki Yazıları