Aydınlanma, devrim, ekonomi

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Aydınlanma karşıtlığı en net ifadesine Fransız Devrimi olur olmaz kavuşmuştur. Elbette aydınlanma Fransız Devrimi'nden 100 yıl kadar önce başladığında da karşıtları vardı. Yeni bilimsel özgürlük dalgasının ekonomik ve askeri açılardan çok faydalı icatlara yol açacağını monarklara anlatmak Sir Isaac Newton gibi “ılımlılara” kaldı ve onlar Aydınlanma dalgasının kilise karşıtı radikalliğini bir ölçüde törpülemeyi başardılar. Krallar ve devletler yeni dalgadan fayda sağlayacaklarını idrak edemeselerdi insanlık biraz daha kadim ve kadük fikirlerle oyalanır, fakirlik tuzağından da kolay kolay çıkamayabilirdi. Ama çıkıldı ve insanlık 40 yaşında ihtiyar sayılmaktan kurtuldu, ömrü uzadı, sağlıklı ve kentli hale geldi. Ancak Fransız Devrimi siyasi açıdan Aydınlanma karşıtlarının en kötü kabuslarını hayata geçirdiği için politik düzlemde açık tepki gecikmedi. 

Aslında, İngiliz hukukunda 17. yüzyılda gelişen reform dalgasıyla da bağlantılı biçimde, ilk siyasi sonuç Fransa’da değil, Amerikan kolonilerinde ortaya çıktı. Kolonilerin İngiltere’den bağımsızlaşma çabası yeni değildi; fakat sonunda, biraz da İngiltere’nin uzlaşmaz tavrı yüzünden, Bağımsızlık Savaşı’na yol açtı ve ilginç gelişmeler oldu. İki yıl önce Philadelphia’ya gelmiş bir İngiliz göçmen olan Thomas Paine 1776 yılının Ocak ayında meşhur eseri Common Sense’i yayınladı ve aniden üne kavuştu. Eskiden korse imalatçısı ve gümrük memuru olarak çalışmış olan Paine’in kitabı sadece 1776 yılında 120 bin kopya sattı. Paine, henüz 21 yaşında olan “kurucu babalardan” (The Founding Fathers) Alexander Hamilton’a ve başkalarına örnek olduğunun muhtemelen farkında değildi. Tecrübeli hukukçu ve hatiplerin yanısıra Amerikan devrimi genç ve heyecanlı hatip-yazar tipinin doğuşuna da sahne olacaktı çünkü devrim fikri bildiriler, gazete yazıları, broşürler üzerinden yayılıyordu. 1787-88’de anayasa tartışmaları sırasında The Federalist Papers’ı yayınlayacak olan Hamilton ve ondan 6 yaş kadar büyük olan James Madison için zaman gelmişti. 

Hamilton’un bir yıl önce İngiltere tarafından açıklanan Quebec Bill üzerine tam bu sırada yazdıkları gelmekte olan devrimin niteliği hakkında açıkça ipucu vermektedir. Hamilton, Britanya’nın Kanada’da katoliklere dini özgürlük tanıdığı –ama aynı zamanda 1764 öncesi Fransa uygulanan Fransız yasalarını kabul ettiği ve Katolik kilisesine vergi (tithe) toplama hakkı verdiği -bu yasanın Amerikan kolonilerine karşı Kanadalı Katolik papazları hareket geçirmek amacıyla çıkarıldığını düşünmekte ve bu niyeti mutlak gücün bir yansıması olarak görmektedir. Hamilton’un yorumunun devrim boyunca koloni halkının benimsediği, devletin dini inançlara karşı takınacağı en iyi tavrın “pasif tolerans” olduğu, devletin yerleşik herhangi bir kiliseyi desteklememesi gerektiği görüşünü öncelediği görülüyor. 

Baştan söyleyelim, devrime katılanların büyük çoğunluğu inançlı insanlar olmakla beraber, Amerikan devrimi de, 1787’de yazılan bugünkü Amerikan Anayasası da açıkça seküler niteliktedir. Bu nitelik Amerikan devriminin en önemli özellikleri arasındadır. Özellikle, henüz Fransız Devrimi gerçekleşmemiş, İnsan Hakları Bildirisi (Thomas Paine) yazılmamış, seküler bir monarkın izleri ancak siyasal teoloji ve doğal felsefede bulunabilir durumdayken, baştan sona bu niteliği vaaz eden ve koruyarak anayasaya taşıyan bir devrim özel bir ilgiyi hak etmektedir.

1770lerde Amerikan kolonilerinin bağımsızlık hakkını savunmuş ve Thomas Paine 1787 yılında İngiltere’ye döndükten sonra bir dönem Paine ile iyi arkadaş olan Edmund Burke –bir daha Paine ile görüşmeyeceklerdi- fitili ateşleyiverdi. 18. Yüzyıl sonu karşı devrimci düşüncesinin kalbinde yer alan Burke daha 1790 yılında Fransa'daki devrimi İngiltere'deki 1688 Glorious Revolution ile karşılaştırmış ve Fransızların radikalizmini Aydınlanma rasyonalitesinin "çıplak aklına" bağlayıvermiştir. Devrimin tarihçileri, sempatiyle bakanlar ve tersi, Guizot, Thierry, Mignet, Michelet, Thiers, hatta tam tarihçi saymasak da Tocqueville, henüz yazmaya başlamamışlardı. Büyük Devrim'i sınıflar savaşı olarak gören vizyon 19. Yüzyılda yerleşecekti. Evet Burke Reflections on the Revolution in France'ı La déclaration des droits de l’homme et du citoyen'e karşı yazmıştı ama sadece bu kadar değil. İnsan ve yurttaş hakları liberal gelenekte de yankılanan bir etkiye sahipti: Fransızlar sonsuz barışın, kardeşliğin ve ülke sevgisinin –evet- yolunu açıyorlardı ve Whig geleneğindeki "eskiler" teolojik bir kavram olan "sevgi" (ilahi aşk) ile insan hakkı temelinde yeni hukuku üst üste koymayı düşünebilirlerdi. Thomas Pain ve Burke arasındaki polemik fazlasıyla biliniyor, fakat tartışmanın politik teoloji boyutu ve Machiavelli'nin Prens'iyle Carl Schmitt arasındaki bir boyutta devamlılık belki de fazla bilinmiyor –Discorsi'yi bambaşka bir yerde görmek daha doğru düşüncesindeyim.

Aydınlanma karşıtlığına geri dönelim. Frankfurt Okulu'yla başlayan maceranın bir noktasında –limit örneği Benjamin olan- Avrupa'lı kültürel mandarinler herşeyin yittiği duygusuna kapıldılar. 1789, 1848, 1871, 1917: İnsanlık gele gele Hitler'e –ve çok da farklı görmedikleri- Stalin'e mi gelebilmişti? Avrupa'nın bütün bir Aydınlanma sonrası dönemi, iyimserliği, bilime ve insana inancı –koskoca 200 yıl- Yahudi soykırımına, barbarlığa mı çıkmıştı? Bu "1945 vizyonunda" bir saptama ve bir tez mevcuttu. Saptama Aydınlanma'nın ve devrimlerin hiçbir şeyi değiştirmediği, hatta daha da kötüleştirdiği saptamasıydı. Tez ise bu kötüleşmede baş suçlunun Aydınlanma'nın enstrümental rasyonalitesi olduğu iddiasıydı. İşin özü buydu ve bu öz parlak entelektüellerin –derin hayal kırıklıklarıyla bezeli bir tarihte- Fransız Devrimi tarihçilerinin gerisine düştüklerini gösteriyordu. Muazzam bilgi ve zekaları bir yana, keşfedilen özün aslında Edmund Burke'un 1790'daki halinde bile bulunan karşı devrimci tezle eş yapıda olduğunu görmemek güç. 

Şu an için iki teze bağlayacağım. Birincisi, Burke gibi bir politik muhafazakarın Aydınlanma karşıtlığının ve Aydınlanma'yı Fransa'da devrimle doğrudan ilişkilendirmiş olmasının, 1790'lardaki "kitapçıklar savaşı" sonrası, siyasi düşünceye belki sanıldığından da fazla etki yapmış olması. İkincisi, Burke etrafında dönen ve 20. yüzyılda bazen alay konusu olan tez. Mutlak hükümdarda, Kral'da vücut bulan "sevgi" ve ulusu somut bir kralın ayakta tutabileceği tezinin Britanya hukukundaki "kralın iki vücudu" (Kantorowicz'in meşhur eseri ve sonrası) kavramıyla ilişkili olduğu. Bu ilk aşikar biçimde karşı devrimci Aydınlanma karşıtlığı, teolojik temaların siyaset kuramına geri çağrılması yolunu –Burke'un meşhur teatral stiliyle de bağlı biçimde- anında açmıştır. 

Aydınlanma'nın büyük bir özgürleşme hareketi olduğuna kuşku yok. Aynı zamanda bilimsel ilerlemenin çok yüksek bir ivmeyle hız kazanmasının önündeki engelleri kaldırmış, hatta söz konusu gelişme potansiyelinin var olmadığı durumlarda bilimsel atılımın bizzat özü, motoru olabilecek düşünce ve pratiklerin yaratılmasını sağlamıştır. 

Aydınlanma sosyal, siyasi, ideolojik, teolojik, bilimsel yönleriyle emsalsiz bir kopuştur. Laikliği içerir ama ona indirgenemez. Bugün modern ekonomi dediğimiz olgu da, bu özerk ve karmaşık haliyle, onun bir yan ürünüdür. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019