Boşuna kırılgan olunmuyor (2)

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU dunyaweb@dunya.com

Gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının 2008 sonundan itibaren uygulamaya başladıkları bol kepçe para saçma politikası Türkiye ve benzeri ülkelerde önemli sorunlar yarattı. Bunların elbette başında bu ülkelere yüksek miktarda sermaye (dış kaynak) girişi var. Dış ‘kaynak’ sözcüğü, ‘sorun’ ile birlikte kullanıldığında pek de uygun kaçmayabiliyor. ‘Dış kaynak’ olumlu bir çağrışım yapıyor çünkü. 

Oysa gelen sermayenin kriz öncesine kıyasla belirgin bir farklılığı var. Artık hem daha kısa vadeli hem de devlet tahvili gibi mali araçlara geliyor bu sermaye. Kısa vadeli olmasının sakıncası Türkiye’de yakınan biliniyor. Her an en ufak bir “terslikte” geri dönme özelliğine sahip olması demek. Ağırlıklı olarak devlet tahvillerine ya da şirketlerin ve bankaların çıkardıkları tahvilleri satın alarak gelmesi ise şu anlama geliyor: Bu sermaye geldiği yere, yani gelişmiş ülkelere geri dönmek istediğinde, bu tahvillerin satılması, sonra da elde edilen yerli paranın dövize döndürülmesi gerekiyor. Bu durumda piyasada yüklü miktarda tahvil satışı gerçekleştirilmek isteneceği için tahvil fiyatı keskin biçimde düşüyor, yani faiz artıyor. Bu paralarla döviz alınacağı için de döviz kuru yükseliyor. 
Hem faiz hem de kur artışı, yurtiçinde şirketler kesimini zor duruma düşürüyor. Faiz artınca, bir yandan işletme sermayesi için banka kredisi kullanan şirketlerin borç maliyetleri artıyor, diğer yandan iç talep azaldığı için daha az mal satıyorlar. Döviz kurunun yükselmesi ise döviz cinsinden borcu yüksek miktarda olan şirketlerin bilançolarını bozuyor. Elbette bu sürçe devam ederse, bir süre sonra bu şirketlerin çalışanları ve bu şirketlerden alacaklı olan diğer şirketler güç duruma düşüyor. Süreç böyle kötüleşerek devam ediyor ama daha fazla uzatmamın anlamı da yok… 

Geçen yazımı bitirirken, yazıyla ilgili birkaç önemli noktaya vurgu yapmıştım. İlk sırada şu vardı: “Olgularla kavga etmenin anlamı yok. Kırılgan bir ülke olarak gösteriliyor olması, Türkiye’ye yapılan bir haksızlık değil.” Bu vurgunun nedeni, Türkiye’nin G20 grubunda yer alan yükselen piyasa ekonomileri içinde –ki bunlar yükselen piyasa ekonomilerinin büyükleri- 2010-2013 döneminde hem Çin dışında en yüksek kredi artışına sahip hem de cari açığı en yüksek olan ülke olmasıydı. Yapılan araştırmalar bu ikisinin çok tehlikeli olduğunu gösteriyor. Kırılganlığımızın temel nedeni buydu. 

Kırılganlığı daha da artıran yazının başında belirttiğim olgu. Yüksek cari açığın finansman biçimindeki bozulma. Geçen yazımda net sermaye girişlerine ilişkin bazı rakamlara yer vermiştim. Bugün sırada yukarıda sözünü ettiğim tahvil gibi borç araçlarını satın almak için gelen brüt sermaye miktarında. Teknik adını kullanacak olursam, portföy girişlerinin tahvil cinsinden olanları. Hatırlarsanız, kriz öncesi birkaç yılda da bizim gibi ülkelere bol miktarda sermaye girişi oluyordu. Gelişmiş ülkelerin bol kepçe para politikasının 2010’dan bu yana olan kötü etkisini daha iyi tartışabilmek için bu sefer 2004-2007 dönemi ile karşılaştırma yapıyorum. Tabloda, G20 içindeki yükselen piyasa ekonomilerinden cari açık verenler yer alıyor. 

Durum oldukça açık: Tahvil benzeri mali araç satın almak için gelen portföy akımlarında 2010-13 döneminde belirgin bir artış var. Artış açısından başı Türkiye çekmiyor ama yine de hem gelen sermaye miktarı açısından hem de artış açısından göze çapan ülkeleri arasında. Bu tür sermaye akımlarının bizim gibi ülkelere tek kötü etkisi çok hızlı kredi genişlemesine yol açması değil. Aynı zamanda yerli para üzerinde önemli bir değerlenme baskısı yaratıyor. Fırsat olursa gelecek yazımda tabloda yer alan altı ülkenin paralarının aynı anda değerlendirdiğini gösteren grafiklere yer vereceğim. Bu değerlenmenin ilginç yönü, ABD’nin ilk iki parasal genişleme dönemi ile neredeyse bire bir aynı döneme denk gelmesi.

ozatay-003.jpg

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018