Brexit sonrası İngiltere

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Her ne kadar referandumun AB’den çıkış kararı ile sonuçlanmasının sonrasında İngiliz toplumunun önemli bir kesiminde bir pişmanlık duygusu hakim de olsa, görünen o ki bu karar şu ya da bu şekilde uygulamaya konulacak. Zaten finansal piyasaların da tepkisi bu yönde oldu. İngiliz sterlini dolara karşı tarihinin en hızlı düşüşlerinden birini yaşayarak 1.48 seviyesinden 1.3’e düştü. (Son 1-2 gündür ise 1.32’lere çıkan sterlin bir parça toparlamış gözüküyor.) Aynı dönemde 10 yıllık İngiliz tahvillerinin faizi ise yüzde 1.3’lerden yüzde 0.8’e kadar geriledi. (Mamafih, diğer gelişmiş ülkelerin tahvil getirilerindeki düşüş de hız kaybetmeden devam ediyor. Dün ilk defa 10 yıllık Alman tahvillerinin ihalesi de negatif faiz ile sonuçlandı. Diğer bir ifadeyle, bu tahvilleri satın alanlar 10 yıl sonra koydukları ana paradan daha azını almaya razı!)

Brexit’e geri dönersek: David Cameron’un istifası herhalde kimse için sürpriz olmadı. Her ne kadar yerine geçen Theresa May için şimdiden yeni Thatcher yakıştırması yapılsa da ilk söylemleri hiç de öyle bir intiba yaratmıyor. Muhafazakar Partili azimli bir kişiliği olan kadın bir başbakan olması dışında Thatcher ile fazla bir ortak yönü olduğu söylenemez. May, ilk demeçlerinde fakir çevrelerden gelen İngilizlerin eğitimden ve sağlık hizmetlerinden dışlandığına, işçilerin vicdansız patronlar tarafından sömürüldüğüne, büyük şirketlerin sorumsuz davranışlarına ve çalışanlar ve patronları arasındaki gelir makasının giderek arttığına vurgu yaparak kendini neredeyse bugünkü (Blair sonrası) İşçi Partisi milletvekillerinin bir çoğundan bile daha solda bir yerde konuşlandırdı. May, verimlilik artışını sağlayacak yeni bir sanayi politikası ile birlikte işçilerin şirket yönetim kurullarında yer alabileceği bir yapıyı da savunuyor. Gelir ve kurumlar vergilerindeki kaçakların üstüne gitmeyi ve CEO’ların maaşlarına limit getirmeyi düşünüyor. Bunlar “serbest piyasacı” Thatcher’ı neredeyse mezarında ters döndürecek politikalar. (Tabii, neticede, İngiliz müesses nizamının bu politikaların ne kadarına izin vereceği de şüpheli.)

Büyük Britanya’nın AB’den ayrılmasının hem iktisadi, hem de siyasi önemli sonuçları olacağı çok açık. Öncelikle, ister istemez en az 2 sene kadar sürecek olan belirsizlik ortamında yatırımların durma noktasına gelme ihtimali çok kuvvetli. Sterlinin değer kaybının ise yatırımlardaki gerilemenin yaratacağı milli gelir kaybını dengeleyecek ölçüde bir ihracat artışı yaratması oldukça zor gözüküyor. İngiltere son 25 senede imalat sanayini adeta terk ederek, (finans ağırlıklı) hizmetler ve bilgi teknolojilerinden oluşan daha “soft” bir sanayi yapısına evrildi. Ancak, böyle bir yapının devaluasyon sayesinde ivmelenmesi ve yüksek bir ihracat artışı sağlaması zor olacaktır. Keza, İngiltere’de yeniden imalat sanayine (hele bir de “çıkış” kararında önemli bir etkisi olan ve ucuz işçilik sağlayan yabancı göçmenlerin girişi de engellenirse) yatırım yapılma ihtimali de çok düşük. 

İngiltere benzer bir şoku 1992’de euro’nun öncülü olan Avrupa Kur Mekanizması’ndan (ERM) çıktığında yaşamıştı. Ancak, o günleri İngiltere politika faizlerindeki hızlı indirim ve sterlinde meydana gelen devaluasyon sayesinde bir kriz yaşamadan atlatmıştı. Bugün ise İngiltere’nin konvansiyonel bir para politikası ile ekonomisini ivmelendirmesine imkan yok. Maliye politikasında genişleme veya para basma gibi konvansiyonel olmayan politikaları ise iktidardaki Muhafazakar Parti’nin uygulaması çok zor. 

Tabii, bir de olayın AB cephesi var. Eğer AB prensipte herhangi iki ülke bloğu arasındaki yakın ekonomik entegrasyonun iktisadi açıdan faydalı olduğuna inanıyorsa (ki zaten kuruluş felsefesi bu inanış üzerine) o zaman İngiltere ile olan “ortak pazar”ı devam ettirmek durumunda. Ancak, (zamanında Lüksemburg’un vergi kaçırma tertiplerinin de mimarı olan) Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker pek o görüşte değil. Başka ülkelerin de üyelikten ayrılmalarını caydırmak için İngiltere’yle özel bir ticaret anlaşması yapılmasına bile karşı. Ancak böyle katı bir tutumun kimseye faydası olmayacağı açık.  (Ayrıca, üye olmayan Türkiye AB ile gümrük birliği içindeyken İngiltere’ye böyle bir hak verilmemesi gerçekten absürd olur.)

Sonuçta, biraz da “çıkış” taraftarlarının yalan propagandası sonucunda Türkiye’nin AB’ye gireceği korkusuyla AB’den çıkan İngiltere (eğer bu konu bu kadar işlenmeseydi eminim sonuç 52-48 olmazdı) ile Türkiye bugünlerde kaderin bir cilvesi ile AB karşısında neredeyse aynı pozisyondalar. Ve ne garip ki, İngiltere’nin üyelikten ayrılması ile Türkiye’nin üyeliğe alınmamasındaki belki de en önemli sebep de aynı: Serbest dolaşım hakkı! 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019