'Bütün kötülüklerin nedeni yaşlılar mı?'

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

"Eli boş dönülmeyen tek yolculuk, insanın kendi içine yaptığı yolculuktur" ama söylendiği kadar kolay da içselleştirilen bir davranış değildir.

İnsan doğası, suçu başkasına atarak rahatlamaya yatkındır.
Yaşamda karşılaşılan zorlukların suçunu "öteki"nin sırtına yükleyerek kendini rahatlatmanın uyuşturucu etkisinden sakınabilen insanlar irfan sahibi olabilmekte, bilgeliğin kapsayıcılığıyla çevreleri için değer üretmektedir.

Kuru kumdan urgan bükmek

Çok yaşlı bir kralın yönettiği ülkede işler ters gitmeye başlamış... İnsanlar yiyecek ekmek bulamazken, eşkıyalık da alabildiğine artmış.
Çiftçilerin bir yıl çalışarak ürettiklerine çetelerin baskınlar yaparak el koyduğu acılı günler yaşanıyormuş. Tıpkı Kurusova'nın 7 Samuray filminde olduğu gibi...
Vur vuranın, kır kıranın destursuz bağa girenin; güçlünün haklı, güçsüzün haksız olduğu, adaletin sadece adının var olduğu; kendisinin yitip gittiği ülke yaşanması güç bir yer haline gelmiş.
Kaçanlar, göçenler kendilerine başka yerlerde hayat hakkı aramaya başlamış...
Kapalı kapılar ardında ve özel söyleşilerde herkes birbirine tek bir soru yöneltiyormuş: Ne olacak bu ülkenin hali!
Ülkenin gençleri, kendi aralarında tartışırken, bütün suçun ülkenin yaşlı kralı ve çevresindeki yaşlı insanlarda olduğunu paylaşır; yaşlıların iktidardan hatta hayattan uzaklaştırılması halinde işlerin düzeleceğine inanmaya başlamış.
Bir sabah, yaşlı kralın öldüğü, yerine genç oğlunun geçtiği ilan edilmiş.
Ülkenin gençleri hemen bir aya gelmiş, genç krala giderek, yaşlıların yanlışlarını anlatmaya, onlar için ne düşündüklerini iletmeye karar vermiş.
Cenaze töreni bitmiş, başsağlığı için gelen yakın ve uzak komşu devlet temsilcilerinin törenleri sona ermiş, genç kral halk temsilcilerinden yapılması gereken işlerle ilgili görüş almaya başlamış...
Ülkenin gençlerine sıra geldiğinde, huzura çıkan temsilciler, aralarında tartışarak verdikleri kararı açıklamışlar: " Bütün suç ülke yaşlılarının. Krala doğru bilgi vermediler; onu yanılttılar. Ülke giderek kötüye gitti, yaşanmaz yer haline geldi. Adaleti, güveni ve insanlığı mumla arar hale geldik. Siz genç bir kralsınız. Önünüzde uzun yıllar var. İzin verin bu yaşlıları ortadan kaldıralım; sizin önderliğinizde adil,güvenilir, yaşanabilir bir ülke kuralım!"
 Genç kral dinlemiş, gençlerin heyecanını, ülke için bir şeyler yapma azmini kırmamak için, "Önerinizi kabul ediyorum ama tek bir yaşlı bile hayatta kalmayacak. Ama bir koşulum var, onu da işinizi bitirdikten sonra söylerim..." demiş.
Heyecanla işe koyulan gençler yaşlı dedeleri, neneleri, anneleri, babaları, amcaları, dayıları, akrabaları, dostları herkesi öldürmüşler. 
İşin sonuna yaklaştıklarında, içlerinden uyanık biri, " Yahu, hiç yaşlı kalmayacak, ne olur ne olmaz, onlardan birini saklayalım" demiş. Öneriyi akla yatkın bulan gençler, yaşlının birini iyice korunan bir yerde saklamışlar.
İşlerinin bittiğine inanan gençler genç kralın huzuruna çıkmışlar: "Kralım, işimizi bitirdik; şimdi sizin koşulunuzu açıklamanızı bekliyoruz" demişler.
Genç kral, "Öyleyse söylüyorum: Dere kenarına gideceksiniz, kuru kumdan urgan bükerek bana getireceksiniz... Yapamazsanız cezasına katlanacaksınız!" demiş. 
Önünü arkasını düşünmeyen gençler, heyecanla işe koyulmuşlar... Bütün çabalarına karşın kumdan urgan bükmek için ilmeği bile atamamışlar.
İçlerinden biri uyanmış, " Yahu bu konuyu sakladığımız yaşlıya soralım, belki bir bildiği vardır" demiş.
Çaresiz gençler hemen sakladıkları yerdeki yaşlıya gidip durumu anlatmışlar. Yaşlı adam, " Krala deyin ki, içimizdeki en yaşlı, en tecrübeli, en bilgili olan sizsiniz. Kumdan urganın ilmeğini siz atın; gerisini biz bükelim!"
Kralın huzuruna çıkan gençler, yaşlı adamın önerisini aktarmışlar... Genç kral tahtına yaslanmış, kaşlarını çatmış, "Siz bütün yaşlıları yok etmemişsiniz; içinizde bir yaşlı var, hemen onu buraya getirin!" diye haykırmış. 

Özden Sanberk'in söylediği

Özden Sanberk bu ülkenin yetiştirdiği gün görmüş insanlardan biri... Dünyayı sadece ülkenin kendi iç değerlerinin sınırlarında yaşamamış, dışarıdan, hakim ekonomilerin ve hakim ülkelerin en üst düzey kişi ve kurumlarının bakış açılarını gözlemleyecek kadar içeriden ve yakından izleme fırsatlarını yakalamış deneyimli bir insanımız.
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yaşanan hızlı siyasi gelişmeler sırasında bir TV programında, kelimesi kelimesine aynı olmasa da "Biz sorgulamasını bilmeyen, o nedenle tartışma adabını geliştirememiş bir toplumuz" dedi. 
Gözlediklerim, yaşadıklarım ve bütün birikimlerim bana ,Özden Sanberk'in yüzde yüz haklı olduğunu söyletiyor. Çünkü çevremde onlarcasına tanık oldum ki, insanımızın önemli bir bölümü çok sesliliği, çok kültürlülüğü, aykırı düşünceyi, hararetli tartışmaları ve tartışmaların arındırdığı nitelikli fikirleri üretmeyi gerçekleştirecek çabalar için istekli değil. Sınırlı bilgiye dayalı keskin anlatımlarla ayrışmaya, çatışmaya yatkın. Büyük bir çoğunluk, insanların kim ve nereye ait olduklarıyla ilgili. Değerlendirmelerde insanların ne yaptıklarıyla pek ilgili değiller. Özdeyişte anlatıldığı gibi, " Küçük adamlar insanlarla, ortalama insanlar olaylarla, büyük insanlar fikirlerle ilgilidir" sözünün gerçekliğine inanıyorsak, sorgulamayı ve tartışmayı içselleştirememiş insanlardan ciddi işler, anlamlı ve etkili sonuçlar beklememizin bir anlamı olabilir mi?

Harvard'dan bir örnek

Yabancının yaptığı her şeye sorgusuz hayranlığımdan değil, kendini kanıtlamış bir bilim merkezi olması, bütçesi, programları, yarattığı sonuçların inkar edilemez öncülüğü nedeniyle Harvard örneklerini sıkça kullanıyorum.
Binlerce makaleyi taramak gerekmiyor... Prof. Dr. H. Ferhan Odabaşı'nın "Harvard'da bir toplantının ardından" başlıklı CBT'in 1425'inci sayısında aktardığı küçük bilgi notu, sorgulamanın, hararetli tartışmaların, uzlaşmaların yaşadığımız dünyayı doğru okumak için ne denli gerekli olduğunu anlatmaya yetiyordu. O küçük bilgi notunu alıcı bir ruhla okuduktan sonra kendime sordum:
Birincisi, dünya genelindeki eğilimleri yakından izlemeden, olası etkilerinin ne olacağını sorgulamadan "fırsatlar, tehditler ve erişim engelleri" kavranabilir mi? Kavranamazsa kendimize sormalıyız: günümüzün, haftamızın, ayımızın ve yılımızın kaç saatini, kaç gününü, kaç haftasını ve kaç ayını eğilimlerin yarattığı fırsat ve tehditleri anlamak için ayırıyoruz?
İkincisi, "güvenlik ve mahremiyetin korunması" için eğilimlerin olası etkilerinin farkında olmanın, olanak ve kıtlarımızla, fırsat ve tehditleri dengelemenin "alternatif tepki biçimleri" üzerinde düşünmenin, net bir fikirlere ulaşmanın insan ve sermaye kaynağını etkin kullanarak maddi ve kültürel zenginlik üretme ve insan yaşamını kolaylaştırmadaki etkilerini irdeledik mi?
Üçüncüsü, azınlıklar ne denli yetkin olursa olsun, kitle desteğini arkalarına almadan ciddi gelişmeler yaratamazlar gerçeğinden yola çıkarak "toplumsal katılım" tabanını genişletecek önlemlere gerekli emek ve ayırdık mı?
Dördüncüsü, rekabetin "inovasyon odaklı" gelişimine uyum gösterebilmek için, zamanın ruhunu, geniş tabanlı bir katılım ve ortak değer yaratma iklimi yaratacak biçimde oluşturmaya yatırım yaptık mı?
Beşincisini de biz ekleyelim, kendini yeniden üretme olan birikim yeteneğini koruma ve uzun dönemli geleceği güven altına alma konusunda bir strateji tasarlayabildik mi?
Genciyle, orta yaşlısıyla, yaşlısıyla hep birlikte ülkemizi yaşanabilir kılmanın araçları üzerinde bir "işbirliği, güçbirliği" yapmanın zamanıdır...
Ülkemizde tek tip düşünce alışkanlığı, tek adam olma hevesi, "kargadan başka kuş yok" anlayışının kolayca yayılması gibi sömürücü anlayışın temelinde birikim ve deneyimin önemini kavramamış olmak var... Sorgulamanın, aykırı düşüncenin ve çok sesliliğin erdemini içselleştirememek, iş yapma metodu ve tarzının önemi üzerinde gerektiği kadar düşünmemek var... Sığ, kolaycı, ucuzcu, popüler kültürün yanlışlarını doğru gibi kabullenmek var....

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar