Büyüme, ittifaklar ve denge: ABD ve İngiltere

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Montesquieu’nün ‘monarşi, aristokrasi ve demokrasinin bileşimi mükemmel bir anayasal düzen yaratır’ tezine ilham kaynağı olan İngiltere’de 1720 ittifakı nasıl kurulmuştu? 17. yüzyılda mutlakiyetçi krallıkların oluşmasıyla verginin bu kadar önemli hale gelmesinin iki nedeni vardı.

Birincisi merkezi orduların ve savaşların maliyetinin çok artması, ikincisi ise bu maliyeti finanse edebilmek için kamu borçlanma senetlerinin çıkarılmasına izin verecek derinlikte mali piyasaların oluşmaya başlaması. Bu ikinci faktörle bağlantılı olan konu merkez bankalarının kurulmasıdır. Nitekim İngiltere’de Bank of England Şanlı Devrim sonrasında 1694’te kurulmuştur ve Kraliyet borçlanması dâhil tüm kredi kanalını yönetir. 

İngiltere’nin İspanyol taht savaşına karışmasıyla kamu borcu 1697-1713 arası 20 yılda 2 katına çıkınca risk primi ve faizler de yükselmişti. Kamu borcu 17 milyon pound iken 36 milyon pound olmuş, faizi de yüzde 6’dan yüzde 10’a çıkmıştı. Borç sürdürülebilirliği böyle durumlarda temel tema olur ve düzenin sürdürülebilirliği sorununa, tıpkı 1788 borç krizi sonrası Fransa’da olduğu gibi, tercüme olabilir. Borcun reel yükü arttıkça –nominal faizler artmaya devam etse bile- finansörler bir noktadan sonra yüksek faize rağmen borcu üstlenmeyi riskli bulabilirler ve kamu borcu sürdürülemez hale gelir. 

Robert Walpole 1720’de Chancellor of the Exchequer ve First Lord of Treasury olarak borç sorununa el attı. Borcun finansmanını kamu borçlanma senetlerinden özel vergilere ve gümrük vergilerine kaydırarak senetle borçlanma hızını kesti. Bu kamu borcundaki artışın sönümlenmesi demekti. Ancak vergileri hangi kaynaktan topladığı daha önemli ve bu kaynak siyasal ittifakın mantığını açıklıyor. İngiltere tarımsal ürünler ithal ediyor, mamul maddeler ihraç ediyordu. İthalata konan yüksek vergiler tarımsal ürünlerin ithalatını azaltarak iç piyasada arzı düşürdü. Tarımsal ürünlere olan talebi karşılayacak neredeyse tek kaynak olarak İngiliz kırları kaldı. Arzın düşmesiyle tarım ürünleri fiyatları artmaya başladı ve ürünlerdeki fiyat artışı tarımsal arazilerin fiyatlarını da artırdı. Tarım ürünleri zaten üretim fonksiyonunda arazi kıt faktör olduğu için ithal ediliyordu; böylece kıt üretim faktörü olan arazinin fiyatı artmış oldu. Bol faktör olan sermaye tarımsal arazilere yatırım yapmaya başladı. Tarımda verimlilik artarken işgücü fiyatı da sermaye-yoğun teknolojilere geçilmesi yüzünden düştü. Tarımsal işgücünün reel ücretleri gerilerken kar oranı da arttı ve bu kar dönerek yeni yatırımlar için kaynak yarattı. Londra finans merkezi, City, yani ticari ve sanayi burjuvazisi, düşen kamu borcu ve azalan risk ortamında borcu finanse etmeye devam ederken, tarım sektörüne yatırım yapan burjuvalar ve toprak sahibi aristokrasi de kazanıyordu. Sanayi devrimine giden yolun taşları böyle döşendi. Mekanizma ki bir sınıfsal ittifaktır, 1989 İrlanda ve 2001 Türkiye stabilizasyon programlarına benziyor. Şu farkla ki Türkiye’de tarım korunmadı. 

Walpole’un yarattığı denge kredi kanalını daraltacak bir merkez bankası ve kamu borcunu düşürecek bir kamu maliyesi politikası gerektiriyordu. Hamilton’un Amerika için önerdiği merkez bankası da, bağımsızlık sonrası yüksek borçluluğu azaltacak önlemler içeriyordu. Ancak koloniler İngiltere’nin tam tersine tarımsal ürün ihraç edip sanayi malı ithal ediyorlardı. İngiltere’nin aksine Amerika’da kıt faktör toprak değil, sermaye idi. İngiltere’de uygulanan merkez bankası ve maliye politikalarını tekrar etmek belki kamu borcunu düşürecekti, ancak kıt faktör olan sermayenin fiyatını daha da artıracaktı. Nitekim İngiltere’de kıt faktör olan arazinin fiyatı artmıştı. Hamilton’un zihnindeki merkez bankası kredileri kısacak ve arazilerin iyileştirilerek Batı’ya doğru yayılmasını, tarımsal ürünlerin deniz ve nehir yollarıyla taşınarak tarım temelli ticaretin gelişmesini yavaşlatacaktı. 1790 yılında Madison’un Hamilton’dan ayrılarak Jefferson’a yaklaşmasında bu objektif durum değerlendirmesinin payı büyük olmalıdır. Öte yandan ithalata vergi koymak, ithal edilen mallar sanayi ürünleri olduğu için, sanayi mallarının fiyatını artıracak ve böylece korunan New York ve New England sanayi ve ticari burjuvazisi kıt faktör olan sermayenin fiyatının yükselmesiyle daha da zenginleşecekti. Ya güney? Güney eyaletleri bu tip bir merkez bankası politikasıyla en büyük kaybedenler olacaktı. Köleliğin kaldırılması talebi –fiilen kuzey eyaletlerinde birer birer kaldırılmaya başlanmasıyla birlikte- bu ortamda tartışılıyordu. Hamilton, kayınpederi Philip Schuyler’in de içinde olduğu New York’un Hollanda asıllı zenginlerinin ve Boston sanayisinin temsilcisi gibi göründü. 

1787’de anti federalistlerin anayasanın diktatörlüğe, “kalıcı aristokrasiye” yol açacağı tezlerine bir de bu gözle bakmakta fayda var. Jefferson, 1800 yılında başkan olunca güneyle anlaşarak hem kölelik sorunun çözümünü öteledi, hem de toprak sahiplerinin iktidar koalisyonuna katılmalarını sağlayacak bir ekonomik programla Walpole’un 1720’de İngiltere’de yaptığını Amerika’da başardı. Jefferson dengesi iç savaşa kadar sürecekti. Kıssadan hisse: Kalıcı dengeler saldırganlıkla kurulamaz. Sosyal uzlaşmayla olur. 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019