Selim İleri'yle edebiyatta 50 yıl

"Çoğu kaybetmiş, kaybetmeye mahkûm edilmiş, toplumun, düzenin dışladığı, kenara ittiği karakterlerle ve niceleriyle Selim'in ifade ettiği kadar ‘gerçekten' olamasa da az çok özdeşlik kurmanın yarattığı kalp ağrıları..."

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

AYŞE SARISAYIN

Edebiyatımızın en verimli yazarlarından Selim İleri'yle dostluğumuz epey eskilere uzanıyor. Önce kitaplar üzerinden kurulan bir tanışıklık: 70'li yılların verimleri Cumartesi Yalnızlığı, Dostlukların Son Günü, Her Gece Bodrum... Lise çağındayım henüz. Okuduğum ilk kitaplarla yol çiziliyor, Selim İleri ‘benim yazarlarım'dan biri oluyor. Uzaktan uzağa ama hep yakından izlediğim, edebî birikimine, geçmiş edebiyatımızı değerlendirme çabalarına hayranlık duyduğum bir yazar, değerli bir kültür insanı...

İlkgençlik yıllarımda hayli mesafeli durduğum -yazar kimliği nedeniyle aramızdaki az yaş farkına rağmen ‘babamın arkadaşı' olarak gördüğümden olsa gerek- Selim İleri'yle çok sonraları tekrar bir araya gelmemizle birlikte, yeni bir süreç başlıyor. "Savaş Çiçekleri" başlıklı ilk yazısı 1967 yılında Yeni Ufuklar dergisinde yayınlanan Selim İleri'nin edebiyattaki 50. yılı için yaptığımız nehir söyleşi, O Aşk Dinmedi ise bu sürece farklı bir boyut katıyor...

Yarım asırlık bir geçmişe açılan bu yolculuğa çıktığımızda ayrıntıları belirlenmiş bir çalışma planımız yoktu, birkaç ana başlık saptamıştık yalnızca. Edebiyatın, özellikle de Selim İleri edebiyatının temel izleklerinden biri olan ‘acı' kavramının izini sürecek, yaşamındaki ilk acılarla başlayıp ilk okumalar ve ilk yazılarla devam ederek gerek yaşamında gerekse edebiyatında iz bırakanları konuşacak, ardından da yol nereye götürürse oraya uzanacaktık. Ancak söyleşiye başlayıp birkaç kez buluştuktan sonra temel bir değişiklik yapıp konuşmalarımızı yayın tarihleri sırasıyla kitapları üzerinden sürdürmeye karar verdik. O Aşk Dinmedi'nin sonunda yer alan "Bu Kitap..." başlıklı bölümde -ki oğlum Emrecan'ın önerisiydi; "Tüm kitaplar bitince bu kitabı da konuşmayı düşünmez misiniz?" demişti bir sohbet sırasında, "hem kendinizi eleştirme hem de eksiklerinizi tamamlama fırsatı olur..."- Selim İleri şöyle söz ediyor bu değişiklikten: "Ortak bir karar verdik, başladık, ama o günlerde ikimiz de tedirgindik, ilk çalışmalarımız içimize sinmedi. Okur huzurunda da hakikati söyleyelim, sonradan temizledik, fazlalıkları atmaya çalıştık. Benim gevezeliklerim, konuları saptırmam... Nedeni de sana karşı mahcup olmamak, hızlı cevap vermek isteği, bir çırpınış âdeta. Ama temize çekilince baktık ki, gerçekten bir çırpınış olmuş. Neyse ki temizledik sonradan."

Benim algım farklıydı oysa. Selim'in akıl almaz zenginlikteki edebî birikiminin sonucu değindiği her isim, her kitap bir başkasını çağrıştırıyor, başladığımız noktadan çok farklı, bambaşka bir yere götürüyordu bizi…

"Bu Kitap..." bölümünde 50 yıllık geçmişe dönmenin kendisinde yarattığı etkileri, neler hissettiğini sorduğumda şöyle diyordu Selim İleri: "Nasıl ki bir yazarın tüm kitaplarını art arda okumak farklı diyorsun, bir yazar için de yazdıklarını sırayla, baştan sona taramak öyle sanıldığı kadar kolay değilmiş. Gündelik yaşamda eski bir kitabınızı, kitabın anılarını hatırlayabilirsiniz, bir an için gelip geçer bunlar, kalıcı bir etki bırakmaz. Oysa hiç ara vermeden yazıya, söyleşiye, söyleme dökünce ağır bir etki altında kalıyorsunuz. Ben de kendimle derin bir hesaplaşmaya girdim: bir yanda yazdıklarım, yaptıklarım, yapamadıklarım, ya da yazdığımı sanıp yıllar sonra yazamamış olduğumu fark ettiklerim. Hem yapamamışlıkların bilincine varmak, hem de iyi kötü yaptıklarınızın da bir daha aynı coşkuyla yapılamayacağı, onlara geri dönülemeyeceği gerçeğiyle yüzleşmek. Geçip gitmiş zamanla yüzleşmenin, anılara dönmenin etkileri..."

Geçmiş zamanla yüzleşmenin, Selim İleri'nin başat meselelerden biri olduğunu biliyordum elbette -ki bu bakış açısı edebiyatına da yansıyordu-, ama özellikle 90'lardan bu yana yarattığı karakterlere hep aynı kahramanın eşlik ettiğinin bu denli ayırdında değildim. Bu değişmez gizli başrol oyuncusu ‘zaman'dı; yaşanılanla yazılanı karşı karşıya getiren, eğip bükerek aynı zeminde birleştiren, dönüştüren zaman... Selim İleri'nin metinleri tüm zamanların içinden geçip gelerek tek bir zamana akıyor, ‘geniş zaman'da buluşuyordu sanki.

Söyleşimizin bir yerinde, "Geçmişte bunca kalp ağrısı var mı gerçekten, yoksa geçmişin sadece ‘geçmiş' olması mı yaratıyor bu kalp ağrısını? Şu an, şimdi bu konuşmalarımız da bir kalp ağrısı olacak mı sonradan?" diye sorduğumda verdiği cevap iç burkucuydu: "Yaradılış sorunu galiba. Geçmişin bir daha geri getirilemeyecek olması bende kalp ağrısıdır ama, bu gelgeç dünyanın her anında da kalp ağrısı var. Konuşmalarımız da kalp ağrısı olacak. Sevinçlerle örülü bir edebiyat değil benimkisi. Başlangıçta yazmak tutkuydu, sonraları o tutku hiç dinmedi ama, yazmak sadece acıyı dile getirmeye dönüştü. Başkalarıyla gerçekten özdeşlik kurduğunuzda sayısız kalp ağrısıyla yüz yüze gelirsiniz."

O Aşk Dinmedi, tam da bu sözlerin açılımı gibiydi kimi zaman benim için: Çoğu kaybetmiş, kaybetmeye mahkûm edilmiş, toplumun, düzenin dışladığı, kenara ittiği karakterlerle, mesela Halil Vedad'la, Solmaz Hanım'la, Cemil Şevket Bey'le, alkolik Ayhan'la ya da Solmaz Hanım'ın "sokaklara, batakhanelere ve yarının Amerikan Türkiyesi'ne teslim ettiği evlâdı" Bahadır'la ve niceleriyle Selim'in ifade ettiği kadar ‘gerçekten' olamasa da az çok özdeşlik kurmanın yarattığı kalp ağrıları... Yaşamayı ağır bir yük gibi taşıyanların ya da yaşamaktan vazgeçmeyi seçenlerin, hayallerle sanrıların iç içe geçtiği yaşamların tanıklığı...

"Edebî eserler, şiir, roman, öykü, tiyatro, tümü bugün de beni büyülüyor. Güzel bir eser okuyunca genceldiğimi hissediyorum. Aynı gençliğimdeki coşku! Sonra bir yazmak isteğidir alıp başını gidiyor. Bu açıdan gerçek edebî eserler, beylik bir anlatım ama, hayat kadar derin benim için. Daha doğrusu, insana ilişkin ne kavrayabilmişsem, hayat kadar kitaplara, sinema ve tiyatroya, resme, müziğe, kısacası sanatın tüm dallarına borçluyum..." diyor Selim İleri O Aşk Dinmedi'de…

Edebiyattaki 50 yılını konuşmak üzere çıktığımız yolculukta, kendi edebiyatının yanı sıra Türk ve dünya edebiyatının önemli duraklarına, yakın tarihimize, hatta sanatın tüm alanlarına birkaç adım daha yaklaşmama imkân sağladığı için ben de değerli dostuma çok şey borçluyum.

Nice yılları olsun, edebiyatla ve edebiyatta...

23 Ocak 2017, Heybeliada

O AŞK DİNMEDİ, Selim İleri, Edebiyatta 50. yıl (ciltli), Ayşe Sarısayın, Everest Yayınları, 472 s.

başkasına ait bir dünyaya girebilmek

Bir yıla varan bu çalışma sırasında, çoğunu önceden de okumuş olduğum kitaplarını yeniden okudum. Göz atmakla yetindiğim birkaç kitap olduysa da, tek satırını atlamadan okuduklarım çoğunluktaydı. Neredeyse 40 yıldır izlediğim, edebiyatına yakın olduğum ve sevdiğim bir yazar, dahası yakın dostum olmasına rağmen, art arda okumaların yarattığı etki çok farklıydı. El yordamıyla yol aldığım, yabancı bir dünyadaydım başlangıçta; deneyimsiz, tökezleme kaygılarıyla… Başkasına ait bir dünyaya girebilmek, burada kaygıları göz ardı ederek yürüyebilmek zaman gereksiniyordu, belki de tüm bildiklerimi unutmam, yıllar içinde her kitabını, o kitaba ilişkin yorumları okudukça gelişen öznel yargılarımı bir kenara koymam gerekecekti önce. Yol aldıkça, konuştukça, sadece bu kitapların gerçekliğinden oluşan yeni bir dünya belirmeye başladı, okuduğum metinleri gitgide benimsemenin, kendimi özdeş kıldığım kahramanları sahiplenmenin yarattığı ruh hali: Her kitap öncekilerle bütünlenirken, yazarla anlatıcının, yazarla öykü/roman kahramanlarının, soruları soranla cevapları verenin arasındaki sınırların kalkması âdeta...