Ekonomide de emir demiri kesebilir, ama ya maliyet?

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

"Ben derim yaptırırım" diyenler, "Ben yaptım oldu" diyenler bir noktaya kadar haklıdırlar elbette. Yaptırırlar da, oldururlar da. Ama o yaptırılanların, oldurulanların bir maliyeti çıkıverir mutlaka, çıkmaz sansanız da... 

Bir kere o maliyetin oluşması emirle önlenemez ki. Ve o maliyetin yansımalarından kaçmak hiç ama hiç mümkün olmaz ki... 

Türkiye, çok başka bir hesaplaşmanın "şimdilik" son halkası olarak bir banka tartışması içinde buldu kendini. Sanki başka hiç derdimiz yokmuş gibi; gerek ekonomide, gerek komşularla olan ilişkilerde... Günlerdir bir bankanın zor durumda olduğuna dönük spekülasyonlar dinliyoruz. Bu tür spekülasyonlar, bırakınız yasal anlamda suç oluşturmayı, ülke ekonomisi açısından da büyük bir tehlike arz ediyormuş, kimin umurunda! Gerçi artık bir anlamda spekülasyon boyutunu da geride bıraktık, bu bankanın battığı resmen olmasa da en yetkili ağız tarafından açıklandı. 

Bir yabancı ne düşünürdü? 

Türkiye'yi uzaktan izleyen yabancı bir yatırımcısınız. Örneğin, Türkiye'de yatırımı olan gelişmiş bir Batı ülkesinin vatandaşısınız. İyi de izliyorsunuz Türkiye'de olan biteni. 

Ülkenin Cumhurbaşkanı, bir bankayla ilgili olarak bankaları denetlemekten sorumlu kuruluşu göreve çağırıyor. İlk düşündüğünüz ne olur; "Demek ki" dersiniz, "Cumhurbaşkanı söz konusu kuruluştan daha çok bilgi ve belgeye sahip ki böyle bir göreve çağırma gereği duyuyor". 

"Madem Cumhurbaşkanı'nın elinde bilgi ve belgeler var, bunları denetleme kuruluşuna verir, onlar da gereğini yerine getirir" diye düşünürsünüz. Ama bankaları denetlemekle görevli kuruluş sessizdir. Gerçi çıkıp Cumhurbaşkanı'na "Elinizdeki bilgi ve belgeler bu bankaya karşı herhangi bir yaptırım uygulayacak önemde değil" diyecek halleri yok ya... 

Sorular peş peşe sıralanır kafanızda... Bu kez de aklınıza "Acaba Cumhurbaşkanı elindeki dokümanları vermekten kaçınıyor mu" sorusu gelir. Yoksa, denetleme kuruluşu da bu bilgi ve belgelere sahiptir, ama herhangi bir önlem almaktan kaçınmayı mı tercih etmektedir. 

Denetleme kuruluşunun Cumhurbaşkanı'na rağmen böyle davrandığını da düşünebilirsiniz. "İyi ama" diye de devam edersiniz herhalde, "Bu kuruluş Cumhurbaşkanı'na bağlı değil, bağımsız. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı'nın istediğini yapmak durumunda değil ki"... 

Kafanız iyice karışır, Başbakan ve hükümet üyeleri ne diyor, diye bakarsınız. 

Başbakan, "Bu kuruluş bağımsız denetim yapar" demektedir, Başbakan Yardımcısı "Bu kuruluş kendi kararını kendisi verir" görüşündedir, Maliye Bakanı bu konudaki soruları "Kuruluş yetkilidir" diyerek geçiştirmeyi tercih etmektedir. 

Ne yani, Türkiye'nin en güçlü insanı olan Cumhurbaşkanı, kendi seçtiği Başbakan ve bakanlarla ters mi düşmektedir şimdi! 

Ve Cumhurbaşkanı baklayı ağzından çıkarır, söz konusu bankanın zaten battığını söyleyiverir. 

Türkiye'de bir bankanın nasıl batacağını, denetleme kuruluşunun izleyeceği yolları biliyorsunuzdur. Bankanın "battığı" açıklamasının Cumhurbaşkanı'ndan gelmiş olmasını hayretle ve ağzınız açık izlersiniz. Çünkü halka açık olan bu bankanın hisse senetleri borsada işlem görmektedir. 

Bir Batılı olarak en çok hayıflandığınız herhalde Türkiye'yi tanıdığınızı sanmanız olmuştur. 

Finans kesiminin ne kadar hassas olduğunu bildiğiniz için hayretiniz büyür de büyür. Hele hele Türkiye'nin geçmişte yaşadığı sıkıntıları hatırlayınca... Öyleyse şimdi binilen dalın niye kesilmek istendiğini bir türlü anlayamazsınız. 
153 milyar dolar var 

Gelin biraz da duruma içeriden bakalım. Tarihleri aynı baza getirmek pek mümkün değilse de, Türkiye'de temmuz-ağustos itibariyle yabancıların tam 153 milyar dolarlık menkul kıymetleri ya da nakit sayılabilecek varlıkları var. Dikkatinizi çekmek isteriz, bu tutara doğrudan yatırım ya da gayrimenkul alımı için getirilen para dahil değil. 

Bu 153 milyar doların 64 milyarı hisse senedinde, 53 milyarı devlet iç borçlanma senedinde, 36 milyarı da mevduat ve benzeri yatırım araçlarında. Yani bu 153 milyar dolar, hele hele biraz da kardan fedakarlık edilirse ya da zarar göze alınırsa, yarın çıkarılmaya başlanabilir. 
Elbette bu paranın bir çırpıda götürülmesi söz konusu olamaz; Türkiye'de bu kadar döviz yok bir kere. Ama, 153 milyar doların yüzde 10'unun, yüzde 20'sinin çıkarılmak istenmesi bile Türkiye için felaket olur. Oluşacak döviz talebi, kurları nerelere fırlatır, düşünmek bile istemiyor insan. Kaldı ki, yabancıdan gelecek bir döviz talebiyle kurlar fırlama eğilimi gösterirse, Türk özel sektörü de borcunu kapatma çabası içine girer ve kur artışı daha da tetiklenir. 

Banka, başka işletmeye benzemez 

Geçmişte Türk bankacılık sisteminin çok kar ettiği, diğer kesimlerin adeta kanını, iliğini emdiği eleştirilerini sıkça duyduk, aslında hala da duymaya devam ediyoruz. Hani neredeyse birileri, "Birkaç batsa da, günleri görseler" demeye kadar götürdü işi. Hep söylendi, yazıldı; bankalar, başka işletmelere benzemez. Bir beyaz eşya üreten fabrikanın, bir otomobil fabrikasının, bir inşaat şirketinin batması ile bir bankanın batması kıyaslanamaz bile. Ama şimdi ne tuhaftır ki, bir ekonominin "yangında ilk kurtarılacak işletmeleri" niteliğinde görülmesi gereken bankalarına darbe üstüne darbe indirmekten geri durmuyoruz. 

Batan, bir ya da birkaç banka olabilir; ama çöken Türkiye ekonomisi olacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar