Çok gezen mi, çok okuyan mı?

Karlı günlerde; bir bardak mis gibi kahve, battaniye ve güzel bir müzik eşliğinde oturduğumuz yerden Avrupa seyahati yapabileceğimiz bir “Hafta Sonu Molası” önereceğim sizlere...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Nermin Sayın

Kar sevenlerden misiniz? Ne âlâ! Mutlu bir hafta geçirdiniz o vakit. Mutluluğunuzun ne kadar süreceği de meçhul. Yok gezmeyi sevenlerdenseniz, kara ve deniz bir yana hava ulaşımını bile iptal üstüne iptallerle tanıştıran ocak ayının hepimizi eve kapamasından pek de memnun olmasanız gerek! Kar ne kadar yağsa yaza kalmaz, demişler. Ben de bu karlı günlerde; bir bardak mis gibi kahve, battaniye ve güzel bir müzik eşliğinde oturduğumuz yerden Avrupa seyahati yapabileceğimiz bir “Hafta Sonu Molası” önereceğim sizlere... İhtiyacınız olan iki şey var: Fona aldığı kenti bir roman kahramanı gibi yaşatmayı başarmış bir kitap ve işlek bir hayalgücü... Bir de, not defteri. Neden mi? Bir solukta okuyacağız kitaplar size kar kalkar kalkmaz çıkacağınız yolculuk için tüyolar verecek de, ondan. 

Benim gönlüm Avrupa’dan yana galiba, bu yazıyı hazırlarken elime ve aklıma hep “Avrupalı kitaplar” geldi. Bu yüzden de 7 Avrupa kentiyle sınırlı tuttum “molamı”... Ama tabii başta İstanbul (İstanbul Hatırası, Ahmet Ümit) olmak üzere pek çok güzel kentimizi işleyen satırlar da mevcut kitapçılarda (Beş Şehir, Tanpınar); insanı çöl rüzgârıyla tanıştıracak olanlar da (Çölün Kızı, Georgina Howell). Mısır, of, gani: Hele bir dönemin polisiyeleri içinde (Mısır Polisiyeleri serisi, Elizabeth Peters.) Hindistan (Ye, Dua Et, Sev, Elizabeth Gilbert), Tibet (Yaralı Uygarlık, Françoise Pommaret), hatta Nepal de olabilir rota (Katmandu’da Ev Hali, Elif Köksal) Vizeymiş, valizmiş, zamanmış, dövizmiş; hepsi hikâye, tamamen paşa gönlünüz bilir! Sadece güzergâhınızı belirleyin ve kitapçıya uğrayın. Son not; bulunmayan yapıtlar için rota: Sahaf siteleri!

Tarihsel romanların odağında: Londra 

“Hava aydınlandığında Hyde Park’taydım, yapraklar ağaçlardan aşağı süzülüyordu, evlerin duvarına yapışan yabani sarmaşığın yaprakları müthiş bir kırmızı renkteydi, sonra sis bastırdı.” Bu satırlar, 1876’da kaleme alınan bir mektuptan. Alıcı: Theo, Gönderen: Vincent Van Gogh. Londra’nın “kırmızılarının” Van Gogh’un sanatına üfl ediklerini “Sevgilim Londra”da (K. Groenhart) okuyabilirsiniz, keyifl i bir kitap... Londra ile ilgili en iyi romanlarıysa bence Peter Ackroyd yazıyor. Onun “London”u hâlâ dilimize çevrilmedi ama, başta “Londra Yanıyor” olmak üzere tüm tarihsel odaklı romanlarında kent adetâ yaşıyor. 1851’de şehre giden “Bir Osmanlı Aydının Londra Seyahatnamesi” de (Haz. Erkan Serçe) gülümseten anekdotlarla dolu. Gizem seviyorsanız Karındeşen Jack’i anlatan “Bir Katilin Anatomisi”ne (P. Cornwell), fantastikçiyseniz “Londra İblisi”ne (S. Savile), çocuklarınıza kitap arıyorsanız “Kemal’in Londra Günlüğü”ne (Ö. Lokmanhekim), edebiyat meraklısıysanız da “Türk Edebiyatında Londra”ya (S. Ç. Baycanlar) göz atabilirsiniz. Tam bin 104 sayfa olan “Londra” ise (E. Rutherfurd) kent için müthiş bir emek...

O kadar güzel bir fon ki daima yazılıyor: Venedik

Dünyanın en romantik şehirlerinden Venedik’te geçen kitapların karamsar olması bir ironi mi? Anlaşılan Venedik, kanallarıyla ve maskeleriyle yazarlarda böyle bir duygu uyandırıyor. Venedik ve edebiyat denince ilk akla gelen elbette Thomas Mann başyapıtı “Venedik’te Ölüm.”Sanatseverler içinse Venedik eşittir bienal. Bu da “bienalde geçen” bir roman işte, diğer durağı ise Hindistan: “Venedik’te Aşk, Varanasi’de Ölüm” (G. Dyer.) Bizden İtalya’yı en çok yazan kalem Nedim Gürsel’in. Onun sanat tarihçisi kahramanı Kâmil Uzman’ın peşinden şehri gezdiren romanı “Resimli Dünya”yı da ihmâl etmeyin. Polisiyeciyseniz de bir bölümü İtalya’da geçen klasik “Yetenekli Bay Ripley”i (P. Highsmith) ve Donna Leon kitaplarını. Bir de, Bjorn Sortland’ın ilkgençlik çağındakiler için bir serisi var. Dünya kentlerini gezdiren, macera dolu kitaplar. Çevrenizdeki minik bir kitapkurduna “Venedik Serüveni”nden başlayarak armağan edebilirsiniz.

Bütün sanatçıların yolu bir gün düşer: Paris 

Geçen yıllarda Guardian, Paris’i en iyi anlatan yapıtları seçmiş; listeye “Goriot Baba”dan (Balzac) “Kötülük Çiçekleri”ne (Baudelaire), “Kayıp Zamanın İzinde”den (Proust) “Duygusal Eğitim”e (Flaubert) on yapıt girmişti. Bence Paris’e niyetlenirken okunacak kitapların başında, yine bu listede yer alan Hemingway’in “Paris Bir Şenliktir”i geliyor. Gencecik Hemingway’e “Paris’te yeterince yemek yiyemediğinizde çok acıkırdınız. Çünkü fırınların vitrinlerinde çok güzel şeyler vardı ve insanlar kaldırımlardaki masalarda yerlerdi” diye yazdıran kent, sahiden belirmedi mi gözlerinizin önünde? Paris’e yolu meteliksiz halde düşenlerden biri de “Paris ve Londra’da Beş Parasız”ı yazan Geogre Orwell. Yalnız onunki epey karamsar, söylemedi demeyin... Doğrusu ya Paris’i yazmaya doyamamış edebiyatçılar, öyle çok ki sayfa yetmez... Özet geçelim. Bizden kalemler de var, Paris değerlendirmeleri yapan: Feridun Andaç (Paris Bir Yalnızlıktır), Nedim Gürsel (Paris Yazıları) ve Cüneyt Ayral (Benim Paris'im.) Başka? Geçmişin Paris’inde iz sürmek isteyenler için kenarda köşede kalmış klasiklerden “Operadaki Hayalet” (G. Leroux.) Onunla hazır gerilim havasına girmişken “Koku” (P. Süskind.) Öykü yok mu diyenlere, yaşamının büyük bölümünü bu kentte geçiren Kanadalı yazar Mavis Gallart’dan “Paris Öyküleri.” Ve, yolu ailesinin kökenini aramak için Fransa’ya düşen gezginlerin gezgini Jack Keouac’tan “Paris’te Satori.” Dan Brown’ın Louvre gezi rehberi “Da Vinci Şifresi”ni de unutmayalım!

Müzik yuvası, Mozart ve Freud'un kenti: Viyana 

Müziğin başkenti Viyana, enteresandır, modern roman okuyanların en çok karşısına çıkan kentlerden biri... Kentin bir film setini andırması bir yana Mozart ve Freud gibi yuva olduğu ünlüler de etkili bunda... Mozart’ı günümüz Viyana'sına taşıyan “Bay Mozart Uyanıyor”la (Eva Baronsy) çok eğlenmiştim örneğin. “Görgü Tanığı İncir”se (Jody Shields) Freud’un ünlü hastası Dora’yı merkeze alarak 1910’ların kentini yaşatıyordu. Deneyselmizahi diliyle -ve kapağındaki şehrin en turistik yerlerinden Hundertwasser evlerinin etkisiyle- “Viyana Sistemi” (Gert Jonke) de ilginç bir seçim olabilir. Başta Turhan Tan’ın “Viyana Kapılarında” ve “Viyana Dönüşü” olmak üzere meşhur kuşatmayı işleyen kitaplar ilginizi çeker mi? Ya da 18 yaşında bir gencin I. Dünya Savaşı Viyanası’ndaki serüveni (Viyana’da Aşk- David Vogel.) Tabii, Adalet Ağaoğlu’nun “Romantik-Bir Viyana Yazı”nı unutmamak lâzım. Çevrenizde genç seyyahlar varsa, Tülin Tankut’un “Hoşbulduk Viyana Prag”ı da, her iki kenti bir lise ögrencisinin gözünden anlatıyor.

Sıcak şehir, iyi edebiyat: Lizbon 

Portekiz’in sıcak yüzlü başkenti, şu soğuk günlerde nasıl da cazip geliyor insana. Neyse, önce okuyalım, sonra belki gideriz... Lizbon’da geçen nitelikli kitaplar var. İlki, elbette Nobel kazanmış Portekizli yazar Jose Saramago’dan, tarihsel bir hikâye nasıl yaratıcılıkla buluşturulurmuş örnek diye okutulacak bir kitap: “Lizbon Kuşatmasının Tarihi.” İkincisi, filme de çekildi: “Lizbon’a Gece Treni” (Pascal Mercier.) Bizden bir gezginin kitabını da anmazsak olmaz: “Lizbon Seyahatnamesi” (Didem Bozbora.) Madrid’le Lizbon’un iç içe geçtiği Antonio Munoz Molina romanı “Lizbon’da Kış” için sahafl ara bakmanız gerekebilir. Sahaf sitelerine girmişken, Sabancı Müzesi’nin önceki yıllarda açtığı Lizbon Calouste Gulbenkian Müzesi’nden 75 elyazma ve baskı kitap sergisinin kataloğu “Doğu’dan Batı’ya Kitap Sanatı ve Osmanlı Dünyasından Anılar”a da bakıverin. Tabii sanat meraklısıysanız...

Kafka'nın kocakarısı daima gözde: Prag 

Avrupa’nın en sevilen duraklardan biri olan “biblokent” Prag’ın, öz oğlu Kafk a’ya “Bu iki büklüm olmuş kocakarının pençeleri var. İnsan teslim olmak zorunda kalıyor. Onun iki yanını Vysehrad’ı ve kaleyi yangına vermek isterdim. Belki ancak o zaman ondan kurtulmak mümkün olabilirdi” diye yazdırdığına inanası gelmiyor insanın değil mi! Hapishanesine dönüşmüş şehirden bu satırlarla intikam alan Kafk a’nın eserlerinin neredeyse turist rehberi niyetine satılmasıysa ancak ironi olabilir. Nâzım Hikmet’e de yurt olan, ortasından geçen nehri “Vltava suyu” diye andığı bu kentin meşhur meydanındayız farz edin ki ve elimizde “Prag Mezarlığı” (U. Eco), “Prag” (A. Philips), “Sihirli Kentin Firarisi” (M. Sönmez) ya da “Ölümcül Prag” (P. Kerr) var.

Tuna'yla kol kola: Budapeşte 

Kente odaklanan güzel bir roman okumak istiyorsanız, Saramago’nun övgüyle bahsettiği Chico Buarque’ın “Budapeşte”sini önerebilirim, okurunu Rio ve Tuna’nın incisi arasında gezdiriyor. Aydın Pesen’in sadece kenti değil Tony Curtis gibi, Georgy Lukacs gibi “sakinlerini” de anlattığı “Tunanın İncisi Budapeşte” de keyifl i bir gezi kitabı alternatifi olabilir, bol bol not çıkarırsınız... 20. yüzyıl başlarken yükselmekte olan ulusalcı akım mimarlıktaki ilk yansımalarını Budapeşte’de üretti bildiğiniz gibi. Özellikle mimarisiyle ilginiyorsanız “Budapeşte 1900- 2000”e de göz atın, derim. Ama, hızlıca Budapeşte’ye gitme isteği uyandıracak kitabı şimdi söylüyorum: Solmaz Kamuran’ın İbrahim Müteferrika’yı anlattığı romanı “Macar.”