Dünya sinemasından gökkuşağı

EXPO'da düzenlenen açılış törenini yaklaşık 5 bin sanatseverin takip ettiği 53. Antalya Film Festivali sinemanın başkentini 23 Ekim'e kadar Antalya'ya taşıyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

Ülkemizin en köklü sinema etkinliği olan Antalya Film Festivali'yle birlikte sinemanın güney maratonu da başladı geçtiğimiz günlerde. Bu yıl 53. kez düzenlenen festivalin açılışında, başta Audrey Tautou olmak üzere yurtdışından konuklarımız ve sinemamızın önemli isimleri şenlendirmişti Antalya'yı. Öyle ki yaklaşık 5 bin kişi takip etti açılış gecesini. Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen festivalin açılışına EXPO'nun içindeki imkânlı salon ev sahipliği yaptığından, uluslararası bir festivale yakışır bir açılış yaşadık.

"Onur Ödülleri”nin sahiplerinden Emel Sayın, kendi deyimiyle "farklı bir kulvarda” ödül aldığı için heyecanlıydı o gece, Tautou da ilk kez "Onur Ödülü”ne değer bulunduğundan. Diğer sahibi yönetmen Feyzi Tuna da ödülü bütün unutulmuş sanatçılar adına alınca gece boyu hakim olacak duygusal havayı başlatmış oldu. Yıllarca Yeşilçam'a ses vermiş Altan Karındaş ve Toron Karacaoğlu "Emek Ödülleri”nin sahibiydiler, ama sağlıkları el vermediğinden törende yoktular. İki ustaya da alkışlarımızı gönderdik bol bol.

Kenan Işık'a alkışlar...

Bir başka alkış ve sağlık dileği yollanan isimse "Yıldırım Önal Anı Ödülü”ne lâyık görülen Kenan Işık'tı. Yıldırım Önal'ın vaktizamanında Işık'ın ailesini oğullarının tiyatrocu olmasına ikna eden isim olduğunu da sanatçının ödülünü teslim alan oğlu Mehmet Işık'tan öğrendik. Elbette geçen festivalden bu yana yitirdiğimiz -başta Tarık Akan ve Vedat Türkali olmak üzere- sanatçılar ve 15 Temmuz şehitleri unutulmadı gecede. Barkovizyona görüntüleri yansırken alkışlarımızı ve teşekkürlerimizi yolladık onlara da... Gecenin en gülümseyen yüzüyse Yılmaz Gruda'nındı. "Geçenlerde düşündüm, 75 yılı devirdin sanatta, Tanrının huzuruna elin boş gidiyorsun, dedim kendi kendime. Dedim demedim, tak bir telefon: Sayın Gruda kesinlikle yukarıya eli boş gitmiyorsunuz, ödüllerden biri sizin” diyerek tüm salonu güldürdü. Bakalım kapanış nasıl geçecek? Bu arada Gerard Depardieu kapanışa gelemiyor. Aktörün festivale seneye katılması gündemde.

TAUTOU'NUN YENİ YAPITI, CANLANMIŞ BİR ROMAN

Aranızda "Amelie” filmini sevmeyen var mı, bilmiyorum, ama varsa bile ben onlardan biri değilim peşinen söyleyeyim. Hepimiz yapmaya devam etsek de Tautou'ya hâlâ "Amelie” demek haksızlık aslında. Aktris önemli filmlerde çok iyi işler çıkardı ondan sonra... Bu yıl açılış konuğumuz ve "Onur Ödülü” sahibimizdi Audrey Tautou... Açılış töreninin hemen öncesinde bir toplantıda, sonrasında ise yeni filmi "Sonsuzluk”un sunumunda bizlerleydi. Bir ailenin yaklaşık bir asırlık öyküsü özelinde, hayatın doğum-ölüm döngüsünü inanılmaz güzel görsel peyzajlarla alan "Sonsuzluk” Alice Ferney'nin Fransa'da çok konuşulan romanının Tran Anh Hung'ca yapılan uyarlamasıydı ve gereğinden fazla romanvariydi. Aktris "Bana çok dokundu” dediği filmi sunarken, "İyi seyirler ve iyi yolculuklar” diledi seyirciye. Hemen hiç diyaloğun olmadığı, çok güzel resimlere bir anlatıcının eşlik ettiği, bu anlamda bir oyuncu için önemli meydan okumalar içeren bir filmdi "Sonsuzluk”, ama seyirci için zaman zaman tekdüzeydi maalesef. Fakat Tautou'yu bir oyuncu olarak heyecanlandırmış olması çok anlaşılır. Hiç konuşmadan bir kadının aşkla, annelikle, ölümle, savaşla ve ihtiyarlıkla tanışmasını aksettirmesi gerekiyor çünkü. Ve bunu başarmış da. Toplantıda kullandığı "Her rolü kalpten oynarım, benden bir şeyler katarım” cümlesiyle ne demek istediğini filmden çıkınca daha iyi anladım. Fakat "Kaderinin efendisi olan kadınları oynamayı seviyorum”un karşılığı, kesinlikle "Sonsuzluk”un Valentine'i değil, bunu da belirtmem lâzım... Nuri Bilge Ceylan ve Deniz Gamze Ergüven'i tanıyan, oyuncularımızdan bazılarını çok yetenekli bulan ama isimlerini telaff uz edemeyen ve "Kirli Tatlı Şeyler”de Türk kızı Şenay'ı oynayan Audrey Tautou'yu bizden bir filmde izlemek de keyifl i olur, düşünmeden edemedim doğrusu...

SİNEMA DİYOR Kİ: ASLA ÖNYARGILARINIZIN ESİRİ OLMAYIN...

Antalya Film Festivali'nin Uluslararası Yarışma Bölümü'nde jüriye bu yıl "Ateş Arabaları”nın meşhur İngiliz yönetmeni Hugh Hudson başkanlık ediyor. Festivalin ilk fi lmi de onun en yeni verimi "Altamira” ydı; fi lmi salonda Hudson'la birlikte izledik ve sonunda yönetmenin yorumlarını da dinledik. Film, bir İspanyol hikâyesi; başrol Antonio Banderas'ın, diğer oyuncular da ağırlıklı olarak Avrupalılar. "Tam da İngiltere AB'den ayrılırken bu Avrupa fi lmini çekmiş olmam şanssızlık” diyerek güldürdü herkesi Hugh Hudson. Hoş bir şey yapmış, dünya pazarı için İngilizce çekmiş fi lmi ama, aynı anda İspanyolca da çekip öykünün özüne saygı göstermiş. Picasso'nun da hayranı olduğu, tarih öncesi çağlardan duvar resimleriyle ünlü Altamira Mağaraları'nın bulunuş öyküsü, denebilir fi lm için. Bir de tabii harika bir keşif yaptığını sanan arkeloji meraklısı Marcelino'nun. Oysa bir yandan kilise, bir yandan akademi onu dışlayacak ve itibarı ancak yıllar sonra iade edilebilecek. Filmde Marcelino'nun bir kızı var ve resimleri asıl o buluyor. İşte o kız, İspanyol Santander Bankaları'nın ailesine gelin gitmiş büyüyünce. Öykünün anlatılmasına maddi desteğin bir bölümü de bu bankadan gelmiş. Önyargılarımızın esiri olmanın ne kadar gereksiz bir şey olduğunu kanıtlayan bir fi lmdi "Altamira.” 23 Ekim Pazar günü 17.15 seansında tekrar gösterilecek.

Başka bir açıdan önyargıları sorgulayan çok sert ama iyi bir film de seyrettim: "Desierto” yani "Çöl.” Bu yılki festivalde mülteciler ve darbe konulu fi lmler özel bölümlerde yer alıyor ya, mülteci temalılardan biriydi bu. Harika rejisör Alfonso Cuaron'un 1981 doğumlu oğlu Jonas Cuaron'un çektiği fi lm, Meksika sınırından ABD'ye kaçak giren bir grup mülteci ve "Burası benim evim” diyerek onları "avlamayı” görev bilen psikopat bir adamın öyküsü. Metaforlarla bezeli, nefi s bir aksiyon. Başroldeki "Motosiklet Günlükleri”nde Che Guevara'yı oynayan Gael Garcia Bernal da çok iyi. Festival kapsamında 22 Ekim Cumartesi günü 17.00 seansında oynayacak. Umarım her iki fi lm de vizyona girer ülkemizde.

FİZİĞİ KADAR YÜREĞİ DE GÜZELMİŞ

Festivale katılımı son anda belli olan bir isimdi Connie Nielsen. Onu "Gladyatör”ün Lucilla'sı olarak hatırlayacaksınız. Son olarak "Wonder Woman”da Amazon kraliçesi Hippolyte'i oynamış; rol için 13 kilo almış, her gün çılgınlar gibi egzersiz yapmış, ata binmiş; "Hayatımda hiç bu kadar formda olmamıştım” diyor. Onu Nairobi'ye uğurladık, çünkü burada bir okulu var. Bir fi lm çekimi için gitmiş ilk kez Kenya'ya. "Ben hayatımda böyle yoksulluk görmemiştim o güne dek,” diyor Danimarkalı aktris. Ve şimdi oradaki hayatları dokunabilmek adına harıl harıl çalışıyor.

EN İYİ TANINAN "SESLERİN YÜZLERİ”

Bu yıl festivalin en samimi buluşması "Rabarba” sergisinde oldu, desem abartmış olmam. AKM'nin fuayesinde elinizi sallasanız dublaja emek vermiş bir tiyatrocuya çarpıyordu açılışta ki adlarını saysam sayfanın yarısını ayırmam gerekir. Sergi için "Yaprak Dökümü”nden beri fotoğraf çeken aktris Deniz Çakır ve fotoğrafçı Serdal Güzel, görüntüleri gölgede kalan, ama sesleriyle çok iyi tanınan 140 dublaj sanatçısını seslendirme yaparken, mimikleriyle çekmişler. Siyah beyaz, çok keyifl i bir sergi çıkmış ortaya, mutlaka başka kentlere de taşınmalı. Bu arada "Rabarba” dublajcıların kalabalık sahnelerdeki yarattığı uğultu efektine deniyor. Onu da ekleyeyim.

PİYANO FESTİVALİ'Nİ TÜY GİBİ ÇALAN COMINATI KAPATTI

Artık bir gelenek oldu, sonbahar geldi mi yüzümüz Antalya'ya dönüyor. Kentin en güzel zamanı olmasının yanı sıra birbiri ardına düzenlenen Piyano Festivali ve Film Festivali'yle, Antalya yalnızca tarih ve doğa tutkunlarının değil, sanatseverlerin de vazgeçilmezi arasına giriyor. Umuyoruz ki bu ivme tüm yıla yayılarak hızla devam eder ve kent sanat turizmi anlamında da önemli merkezlerden biri olur. Kendisi de bir piyanist olan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel'in bu konudaki çabalarının gittikçe yoğunlaştığını görmek, bir sanatsever olarak beni çok sevindiriyor ve umutlandırıyor. Bu yıl da Antalya Piyano Festivali'nin kapanışıyla Film Festivali'nin açılışı aynı hafta sonunda yapıldı ve kentte müthiş bir ivme oluşturdu. Gürer Aykal'ın sanat yönetmenliğini üstlendiği Piyano Festivali, 21 Eylül'de başlamış ve klasik müzik dünyasının sevilen isimlerini Antalya'ya konuk etmişti. Konserlerin EXPO'nun salonuna taşınmasıyla şık ve kullanışlı bir eve de sahip olmuştu bu yıl festival. Gelelim benim de dinlediğim kapanış konserine. Sahnede Gürer Aykal'ın yönettiği Antalya Devlet Senfoni Orkestrası ve günümüz İtalyan klasik müziği yorumcuları arasında tüy gibi çalışıyla farklılaşan harika piyanist Roberto Cominati vardı sahnede. Beethoven, Alfven ve Çaykovski çaldılar. Orkestranın duygulu dikkatine Aykal'ın sunduğu tüm imkânlara yumuşak ama kendinden emin bir tavırla karşılık verdi Roberto Cominati. Akılda yer edecek bir konser yaşadık o gece, özetle.