Maviyle yeşil yan yana Burgazada'da

İstanbul’un trafiğinden, stresinden uzaklaşmanın en kolay yolu bir ada seyahatinden geçiyor. İstikâmet; Sait Faik’in, martıların, mor salkımların, sükûnetin adresi: Burgazada.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

Biri bana “En sevdiğin kitap adı hangisi?” diye sorsa, yanıtım yıllardır hazır: “Ada, Her Yalnızlık Gibi.” Selim İleri’nin 1990’ların sonunda yayınladığı, bir daha da, -bildiğim kadarıyla yeniden yazmak arzusuyla- okurla buluşturmadığı anlatısının adı, beni nerelere sürüklemez ki! Ama doğrusu, “ada” kavramının aklıma düşürdüğü tek kelime yalnızlık da değildir: Huzur vardır yanında, tutkunu olduğum deniz vardır, doğa vardır... Vardır da vardır... Neyse, girizgâhı uzatmayalım, geçen hafta sonu uzun bir aradan sonra İstanbul’da olunca, kendimi “derya içre olup deryayı bilmeyen” balığa benzetiverdim birdenbire. Tamam, güzel ülkemizin dört bir köşesini, zaman zaman yurtdışından keyifl i kentleri, hatta kültür molası verilecek pek çok müze / mekânı anlatıyorum sizlere ama, hani İstanbul? Anlatmayı bırak, uzun bir süredir İstanbul’da bir “Hafta Sonu Molası” vermemişim... Hadi o zaman dedim, yaz kalabalığına yakalanmadan, Adalar’a, biraz bahar koklamaya uzanıvereyim! Benimle gelir misiniz?

Esin dolu sokaklarda...

Melih Cevdet’in şiire de taşıdığı “simitçi, kahveci, gazozcu” eşliğindeki ada yolculuğu Eminönü’nden başlarken, aklımda “Hangisinde insem acaba?” sorusu dolanıp duruyordu... Bu molanın olmazsa olmazı martılar simit parçalarını çığlıklar atarak yakalarken edebiyat sevgim ağır bastı ve “İstikâmet Burgazada” deyiverdim içimden... Öyle ya, Burgazada demek, biraz da -hatta birazdan epey çok- Sait Faik demek değil miydi? Martılar da onayladılar öyle sanıyorum ki! Kalabalık vapur Büyükada’ya doğru yol alırken, ben ve diğer sükûnet sevdalıları Burgazada’da iner, Sait Faik’in hemen iskele çıkışındaki heykeliyle selamlaşır, dalıverirdik huzurlu bir diyardan içeri...

Artık, karnı aç olan, bu küçük meydandaki birkaç mekândan birinde denize nazır kahvaltı eder; belki mis gibi menemen yer, aç olmayan yolculuk rehavetini atmak için belki bir çay içer; meydanın meşhur pastanesinin milföylü çilekli pastasından tadardı... Bense, masmavi deniz, adayı iyot kokuları saçarak döverken, “Hadi bakalım” deyip “kaybolmaya” adardım kendimi, öğlen çekeceğim balık ziyafetinin hayaliyle... Kimi bembeyaz kimi aşı boyalı zarif evleri, aklıma anılarına “Mor Salkımlı Ev” adını lâyık bulan Halide Edip Adıvar’ı düşüren naif mor salkımları, yüzyıllardır İstanbul’un; Adalar’ın çiçeği olan erguvanları seyrede seyrede koklaya koklaya yola revan olurum... Darüşşafaka Cemiyeti Sait Faik Abasıyanık Müzesi’nde saatlerim geçer... Yazmasa deli olacak adamı anlamaya çalışırım, evin çatıkatından ada manzarasına bakarken anladığım bir şey de olur: Sait Faik’in Burgazada sevgisi...

Sonra atarım kendimi tekrar adanın rehavet çökmüş dost köpekleri ve bakımlı kedilerle dolu sokaklarına... Dilersem bir koya götürür beni ayaklarım, dilersem tarihi dini binalarından birine adanın... Çam, iyot, mor salkım ve en nihayet huzur kokan bir gündür baharın bana vadettiği Burgazada’da. Dolayısıya yaşar, anılarıma kaydederim.

Kalpazankaya'da günbatımını kaçırmamak lazım!

Yanımdan faytonlar, bisikletliler bir bir geçerken inatla yürümeyi sürdürüyorum. Bir daha hem iç sesimi hem ayak sesimi duyabileceğim bir molayı kimbilir ne zaman vereceğim! Müzeden çıkmışım, Kalpazankaya’nın yolunu tutmuşum. Yol uzun, ne gam; hava mis gibi. Yemyeşil ağaçların gölgelediği sokaklarda kâh bir çocuk oynuyor, kâh iki arkadaş gülerek sohbet ediyor. Fotoğraf çeke çeke ilerliyorum. Günbatımı vaktine kadar zamanım var. Ne de olsa, Burgazada’da günbatımının keyfi en çok Kalpazankaya’da çıkar.

Edebiyatseverler mutlaka görmeli!

Hayran olduğum sanatçıların bir vakitler yaşamış oldukları evler oldum olası beni çok etkiler. Darüşşafaka Cemiyeti’nin Sait Faik Abasıyanık müze-evinde bu duyguyu çok daha yoğun yaşadım. İşte bir köşede, Sait Faik ve annesi Makbule Hanım’ın kimbilir kimlerle sohbet ettiği koltuk takımı, yazarın karlı bir günde cebine öyküler sakladığı ceketini astığı portmanto, yukarıda yatak odası; çizgili pijama ve adanın soğuğuna karşı önlem: Termofor. Yazı masası nasıl da eprimiş fakat “Masa da masaymış ha,” neler neler yazılmış onda... Panolarla, yerleştirmelerle gezeni Sait Faik’in konuğu eden zarif bir anlayış sinmiş her köşeye. Burayı ziyaret edip de eline bir Sait Faik kitabını yeniden almayacak edebiyatsever düşünemiyorum. Dilerseniz çatı katında oturup Sait Faik’e mektup da yazabilirsiniz...

Bu konularda ilginizi çekebilir