Nefis bir masalın içinde dolaşmak

Budapeşte, Tuna'nın güzelleştirdiği tarihi sokakları, kaplıcalarının sağlık dağıtması, sanata yakınlığı ve cıvıl cıvıl modern yaşamıyla Orta Avrupa'nın en çok tercih edilen şehirlerinden biri...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

Bu hafta sizlere bir rota önerme yeceğim, bir masal anlatacağım. Daha doğrusu ben değil, bizzat Tuna anlatacak bu masalı... Asırlar boyu nice savaşlar nice şenlikler gören bu eşsiz nehrin bizzat yazdığı bir masal bu üstelik. Adı, Budapeşte.

Evet, bizzat Tuna'nın yazdığı, çünkü Budapeşte'nin varlık sebebi, Avrupa'da içinden geçtiği onlarca şehirde olduğu gibi zaten Tuna... Tuğrul kuşunun peşine takılıp gelen atalarının Macaristan'ı yurt edinmesinden sonra, nehrin iki yakasına biri Buda, diğeri Peşte diye anılan iki şehir kuran halk, 1873'te iki kentin birleşmesiyle Budapeşte demiş ona ve Orta Avrupa'nın cazibe merkezi yavaş yavaş serpilip güzelleşmiş.
Budapeşte'ye bu masal atmosferini veren adıyla sanıyla "Mavi Tuna" ama; birçok kez el değiştiren, bir dönem Budin dediği Buda'da Osmanlıların da hüküm sürdüğü, uzun yıllar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun iki başkentinden biri olan şehre her köprüyü kuran, her binayı diken, her heykeli yerleştiren de sahip çıkmış bu havaya. İşte bugün, mimari ve doğanın kol kola olduğu, geceleri Avrupa'nın en iyi aydınlatmasıyla Tuna nehri üzerinde dünyanın en güzel turlarından birini vaat eden, dileyenin sükuneti; dileyenin coşkuyu; hatta dileyenin onlarca kaplıcasında sağlığı bulduğu bu güzel kent çıkmış böylelikle ortaya.

Kente yolu düşen seyyah, önce Citadella tepesine çıkıp kentin her yerinden görülen defne dalı tutan kız şeklindeki Özgürlük Anıtı'na, sonra da aşağıdaki nefis panoramaya bakmalı ilk. İşte Kıta Avrupası'nın en büyük Parlemento Binası Peşte'de, Buda'da ise tarihin beşiği; bugün binalarının çoğu müze olarak kullanılan Kraliyet Sarayı. Siz onları bir de gece ışıklar içinde görün... Köprüler de ne güzel değil mi: Elbette en görkemlisi turistlerin Zincir Köprü diye andığı Kont Széchenyi Köprüsü. Şu, zamanında Kanuni'nin camiye çevirdiği İç Kent Kilisesi'nden "doğan" ünlü Kraliçe Sisi'nin adını verdikleri. Tuğrul kuşları ve armalarla süslü olansa Özgürlük ya da Franz Joseph Köprüsü. Hadi bu "tablo kent"in içine dalalım da gerçek bir masaldan bir hafta sonu çalalım artık...

BALIKÇILAR TABYASI'NDA KENT AYAĞINIZIN ALTINDA

Budapeşte'ye gelen seyyah, mutlaka ama mutlaka bir zamanlar Budin Kalesi'nin kurulu olduğu tepedeki Kraliyet Sarayı'na çıkmalı. Hatta bunun en güzel yolunu da söyleyeyim: Zincir Köprü'den yürüyüp hemen bitimindeki tarihi Siklo fünikülerine binmek. Araçla ağır ağır Tuna'ya baka baka çıktığınız bölgede; nefis neo-barok kubbesiyle saray, Macaristan sanatına hakim olabileceğiniz Ulusal Galeri, Aslan Kapısı; Matyas Çeşmesi; Süslemeli Giriş gibi mimari harikalar, başta Tuğrul kuşununki olmak üzere özenli heykeller ve Tarih Müzesi karşılayacak sizi... Bitmedi, Buda'yı keşfetmeye devam. Tarihte yürüyormuş gibi hissedeceğiniz Lordlar Sokağı'nı aşıp kulelerinden birini yukarıda görebileceğiniz Balıkçı Tabyası'na kadar gelin. Yolda ihtişamlı Matyas Kilisesi'ni ve Hristiyan olan ilk Macar Kral Aziz Istvan'ın heykelini göreceksiniz. Balıkçılar Tabyası ise, 1895'te manzaralı bir gözlem terası olarak tasarlanmış. Konik kulelerinde göçebe Macarların çadırlarından esinlenilmiş. Buradan Budapeşte'yi seyrederken kahve molası da verebilirsiniz. Kalenin hemen altında Taban denen dev bir park var. Zamanında Osmanlı askerlerinin Budin Kalesi'ni almak için konakladıkları alanmış burası. Bu arada madem Buda'ya geçtiğiniz, ilk Hristiyanlardan Aziz Gellert'in bir isyanda fıçıya konulup Tuna'ya atıldığı Gellert Tepesi'ni, azizin dev heykelini, aynı adlı tarihi oteli ve kaplıcayı da görmenizi öneririm.

"ANNE, ASLANLARIN DİLİ YOK!"

Kont Széchenyi, Peşte'de; babasıysa Buda'da oturuyor. Bir gün baba ağırlaşıyor, kont yetişemeden ölüyor. Köprü yaptırmanın şart olduğuna ikna olan kont da bu eseri yaptırıyor. Başında dev aslan heykelleri olan nefis bir köprü; mimarı gururlu. "Eksik bir şey bulan olursa kendimi Tuna'ya atarım" diyor açılışta... Bir çocuk bağırıyor aniden: "Anne aslanların dili yok!" Ve mimar sahiden intihar ediyor...

Müzelere de zaman ayırın!

Eğer müze gezmek istiyorsanız, Taç Giyme Pelerini'nin ayrı bir odada sergilendiği Macar Ulusal Müzesi'ni (yanda) öneririm. 1848'de şair Sandor Petöfi, bu dev binanın merdivenlerinde milli marşı okuyarak Habsburg'lara karşı ilk isyanı başlatmış. Açıkhava müzesi keyfi verecek Kahramanlar Meydanı'na da mutlaka gidin, vaktiniz varsa Güzel Sanatlar Müzesi'ne girin. Sadece Macar değil, Avrupalı ressamların da eserleri mevcut bu güzel binada.

Yeniden gelmek istiyorsanız...

Kraliyet Sarayı'ndaki Matyas Çeşmesi, Budapeşte'nin en güzel anıt çeşmelerinden biri. 1904'te yapılan bu çeşmede Kral Matyas Corvinus mahiyeti ile birlikte avda ve sonra dillere destan bir aşk yaşayacağı güzel Ilonka'ya rastlıyor. Matyas bir geyiği vurmuş, Ilonka bir ceylanı kucaklamış, av köpekleri etrafa dağılmış, diğer avcılar pürdikkat halde tasvir edilmiş. Bir de Budapeşte'ye yeniden gelmek istiyorsanız, bu çeşmeye bozukluk atılacak, başka çaresi yok!

Opera, "Cehennem" filminin mekânlarından

Franz Liszt'in kentindesiniz, görkemiyle büyüleyen Opera Binası'nda bir konser dinleyebilir ya da en azından bu mükemmel binayı gezebilirsiniz. 1884'te açılan opera; Viyana'dakine epey benziyor ama daha küçüğü. Başta tavan süslemeleri olmak üzere içi muhteşem. Bu arada, Tom Hanks'in "Cehennem" filminde halisünasyon gördüğü sahnelerin bir bölümü burada çekildi. Kurulduğundan bu yana Gustav Mahler ve Klemperer gibi ünlü şefl eri ağırladığını da hatırlatalım.

Kentin kalbi Vaci Caddesi'nde atıyor

Budapeşte tarihi bir kent evet, meraklısıysanız yaşadınız. Ama "Biraz hayatın içine karışayım, eğleneyim" diyorsanız da doğru kenttesiniz, bol bol alternatifiniz var. Kentin en dinamik caddesiyse Vaci... "Budapeşte'nin İstiklâl'i" diyor rehberler buraya. Alışveriş yapabilir, zevkli mekânlarda vakit geçirebilir, dans edebilir ya da tiyatro izleyebilirsiniz burada. Tam ortasındaki Pesti tiyatrosu, "Haramiak"ı oynuyor meselâ, yani Schiller'in "Haydutlar"ını.

Çigan müziği eşliğinde sıcacık gulaş çorbası

Macarca ile Türkçe aynı dil ailesinden, pek çok sözcüğümüz ortak. Mutfağımız da benziyor. Geleneksel yemekleri gulaşı biraz daha sulu bir tas kebab olarak tarif edebilirim. Av eti de çok var. Ve de kırmızı biber. Hediyeliklerde de kırmızı biberin hakimiyetine şaşıp kalacaksınız. Bu arada geleneksel yemekli, danslı bir çigan gecesine de katılın gelmişken.

Bu konularda ilginizi çekebilir