Ressamın hakiki evi tuvalidir

Mesleğimizde ne kadar iyi olursak olalım fark yaratabilmek için hayal gücümüze muhtacız.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

Mesleğimizde ne kadar iyi olursak olalım fark yaratabilmek için hayal gücümüze muhtacız. Sakıp Sabancı Müzesi'nde açılan Feyhaman Duran sergisi her yaştan ziyaretçinin hayal gücünü harekete geçirmek için ideal. Hadi, sergiyi, eş küratörlerinden Prof. Dr. Gül İrepoğlu rehberliğinde gezelim...

- Feyhaman Duran’la “ahbaplığınız” epey eski. Oradan başlayalım...

Feyhaman ve Güzin Duran, Beyazıt’ta, İstanbul Üniversitesi'nin (İÜ) yanında bir ahşap evde yaşamlarını geçirmişler. Ve Feyhaman Duran, İÜ'yle iyi ilişkiler içindeymiş. Zamanında pek çok profesörün portresi ısmarlanmış ona. Çocukları olmayınca hem evlerini hem de içindeki koleksiyonu üniversiteye bağışlamışlar. Koleksiyonun izlenmesi işi, Prof. Dr. Nurhan Atasoy’dan bana geldi yıllar önce. O zaman genç bir asistandım, başka bir konu çalışırken doktora tezim değişti ve Feyhaman Duran oldu. Öyle ki hayatımı değiştirdi...

- Ne çalışıyordunuz?

O kadar alâkâsız bir şey çalışıyordum ki: Gaudi’yi. Yani akademik hayatımın akışı değişti böylece. Benim için o yüzden de çok çok önemli biri. Bütün bu eserlerin, evdeki eşyaların envanterini yaptım ben, bir dönem çok iç içe yaşadım. Tanıyamadım ikisini de, ama çok isterdim. İlişkimiz böyle başlıyor...

- Peki bu müthiş koleksiyon ilk kez bu kadar geniş sergileniyor, değil mi?

Doktora tezinden sonra hem kitabını, hem de üniversitenin Güzel Sanatlar Bölümü’nde iki sergisini yapmıştım. Tabii ki bu çapta sergiler değildi. Yani evet, bu koleksiyon, bütünüyle ilk kez halka açılıyor, burası çok önemli. Bu sergide yaklaşık bin eser var, evlerinden ve atölyelerinden gelen eşyalarla birlikte.

- Serginin hikâyesinin de başlangıcı var.

Eserler Rektörlük Binası’nda muhafaza ediyordu, fakat bina 2012’de restorasyona girdi. Çok iyi muhafaza edilmeleri gerekiyordu. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) de bir Feyhaman Duran sergisi yapmak istiyordu. Bu iki taraf bir araya geldi, eserlerin buraya güvenle nakli sağlandı ve burada en iyi kondisyon altında korundu. Şimdi zamanı geldi, sergileniyor. Çok çok mutluyum, bütün bu güzellikleri herkesle paylaşmak çok heyecan verici.

TERLİKLERİ BİLE DURUYORDU...

- Peki, o ilk güne dönersek, hayatınızı değiştiren teklif size geldi... Bugün yerleştirmelerle SSM’ye taşınan eve ve atölyeye gittiniz... Ne karşıladı sizi?

İlk anda büyük bir panik yaşadım, çok büyük iş, altından nasıl kalkacağım, diye. Ama o atölyeye adım atınca... Harika, sıcak bir yerdi. Öylece kalmıştı, hiç dokunulmamıştı. Anahtarla açtık, içeri girdik. Şövalesi orada, boya tüpleri sıkılmış öylece duruyor, onlara ait her şey... Sergide de görebileceğiniz gibi çok da Ressamın hakiki evi tuvalidir dolu, yoğun bir yerdi. Küçük bir atölye, bahçede... Sonra eve girdik, yatağın altında terlikleri bile duruyordu. O şekilde devraldım ben orayı. Bu yüzden de onlarla bir akrabalık bağı hissediyorum artık. Benden sonra ilginenen herkes de böyle şevkatle yaklaştı bu işe. Çok önemli, çünkü; Türkiye’de olduğu gibi muhafaza edilmiş bir başka ressam evi yok. İçindeki her şeyle tüm yaşamını, yaşam tarzını yansıtan, eserleriyle kalmış unik bir yer burası. Çok değer verilmesi, özenle korunması ve tabii paylaşılması gerekiyor.

- Sabancı Holding’in katkıları ve İÜ işbirliğiyle açılan, Dr. Nazan Ölçer'le birlikte eş küratörü olduğunuz sergi bunu başarıyor...

Yalnızca Feyhaman’ın eserleri söz konusu değil burada, bir dönemin sanatçısının yaşam tarzı da ortaya konuyor. Ne kadar alçak gönüllü bir yaşam olduğunu görüyoruz... İki öğretmen. Feyhaman; akademide profesör, Güzin Hanım; lisede resim öğretmeni. Gelirleri bu. Bir de arada bir resim satarlarsa, ki bu çok ender... Şimdi bir tablosunun inanılmaz rakamlara gittiğini düşünürsek acı bir şey bu. Bu koşullar yaşamlarına da yansımış.

BİR YANDA HAT, BİR YANDA PORTRE

- Peki, neden “İki Dünya Arasında”?

Feyhaman geleneksel bir aileye doğmuş, geleneksel eğitim, görgü almış; hat sanatı içerisinde büyümüş. Kendisi de çok ilgili hatla. Baba hem şair, hem hattat. Bütün bunların içerisinde yetişmiş ama, resme de çok meraklı ve yetenekli. Paris’te eğitim görmüş, bu iki dünyayı birleştirmiş. Taa küçüklüğünden beri çok iyi portre yaptığı biliniyor. Baba çok erken vefat ediyor. Annesi onu Galatasaray’a yolluyor, onu himaye ediyorlar. Sonra portredeki yeteneği dolayısıyla Paris’e gitme olanağı yakalıyor. Bu da şöyle oluyor: Tesadüfen Abbas Halim Paşa’nın kardeşi Abbas Hilmi Paşa’nın çocuklarından birinin fotoğraftan resmini yapıyor. Paşa bunu görünce şaşırıyor, inanmıyor onun yaptığına. Çağırıyor. “Bir tane daha yap bakayım,” diyor. Çok genç çünkü. Tabii yapınca anlıyor yeteneği ve bütün ailenin resimlerini yaptırdıktan sonra ona çok iyi bir burs vererek Paris’e yolluyor.

- Paşa da çok önemli...

Bir sanat destekçisi, bir mesen paşa. Bana bunları Feyhaman’ın ahbabı Prof. Dr. Süheyl Ünver nakletmişti, ben de öyle yazdım. Diğer burslu öğrenciler; meselâ İbrahim Çallı, Hikmet Onat düzenli alamazlarmış paralarını. Fakat ona çok düzenli olarak yatırılmış. Ancak mütevazı bir ortama alışmış o, fazlasını istemiyor. Parayı belli miktarda kullanıyor. Ve düşünün ki 1914’te Dünya Savaşı çıkıp hepsi birden yurda dönmek zorunda kalınca, biriktirdiği parayı getirip geri veriyor. Böyle biri. Bu da Feyhaman’ın kişliğinin bir göstergesi...

YETENEK VE RESİM AŞKI, ONU EN İYİ TARİF EDEN KELİMELER

Sergide babası Hayri Bey’in Feyhaman’a her konuda öğütlerini içeren “Pend-i Hayri” şiirinin dev panosunun ve kol düğmeleri gibi özel eşyaların konduğu vitrinlerin ardından, portreler birbiri ardına çıkıyor karşımıza. Tevfik Fikret de var, Safiye Ayla da. Atatürk de, Şinasi de. Gül İrepoğlu “Çağdaş portre sanatını Türk sanatına yerleştiren kişi” diyor onun için: “Çok güçlü bir portreci. Özellikle iyi tanıdığı insanların portrelerini çok etkileyici biçimde yansıtıyor. Üniversite profesörlerinin hepsini aynı yakınlıkta tanıdığı söylenemez, o fark ediliyor. Otoportreleri de çok önemli. Otoportrede çok şey söyler sanatçılar, kendini ifade eder. Hiçbir iddiası, abartısı olmayan bir kişi, ama çok yetenekli. Sadece yeteneğiyle ortaya çıkıyor. Bir de resim aşkıyla. Ben katalogdaki yazımın başlığını ‘Feyhaman: Resim Aşkıyla’ koydum. Uzun yıllardır onun üzerinde çalışırken en çok hissettiğim şey buydu. Aşk. Resim aşkı. Bütün hayatını bunun üzerine kurmuş bir insan. Günümüzün koşullarında bu olabilir mi, bilmiyorum. Eski insanlarda olabilecek bir şey var; derinlik, içtenlik, duyarlık. Böyle bir şey.”

GÜZİN DURAN PORTRELERİNDE AYRI BİR “AŞK” VAR

Gül İrepoğlu, “En aşkla yaptığı portreler çok sevdiği karısının” diyor. Yanda, önünde durduğu onlardan biri: “Bu da başyapıtlarından biri bana göre. Yatak odalarında asılıydı. 1921 tarihli, çok genç, edalı bir Güzin Hanım. Hoş duruşlu. Pastel. Pasteli de çok usta kullanmış burada, esas bir yağlıboya ressamı, ama bunu pastelle çalışmış. Çok ustaca.” Ya aşk nasıl başlıyor? Anlatıyor Gül Hanım: “1914’te savaş çıkınca, Paris’ten yurda dönmeye mecbur kaldılar, zaten bu yüzden 1914 Kuşağı deniyor bu gruba. Ve hepsi yavaş yavaş Sanayi-i Nefise’nin öğretim kadrosuna girmeye başladılar. Feyhaman da öyle. Önce İnas Sanayi-i Nefise’nin mektebine yani kızlar bölümüne girdi ve öğrencisi Güzin Hanım’a âşık oldu. Süheyl Bey’e anlattıkları var; diyor ki ‘Düşündüm düşündüm. Sonunda Feyhaman dedim, kendi kendime, eğer bu kızın yanına gidip durumu belli etmezsen başka birisi kapacak onu.’ Ve de kaptırmamış! Ömür boyu sahiden birbirine çok bağlı bir çift, öyle anlaşılıyor bütün araştırmalarımdan. Ve uyum içerisinde ikisi birlikte resim yapmışlar. Onun eserlerinden örnekler de var sergide. Bir de küçük boyutlu, ev içi atmosferini, yaşantıyı, Güzin Hanım’ı veren çalışmaları var. Basit fırça darbeleleriyle: Uzanmış, kestiren bir Güzin Hanım. Ya da Karagöz figürü çalışıyor bir resimde. Çok etkileyici bana göre, resmin içine giriyorsunuz.”

SERGİ DÖNEM AYDINININ YAŞAMINI DA YANSITIYOR

Serginin konsepti, Gül İrepoğlu’yla birlikte eş küratörlüğü de üstlenen SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer’in, detaycı çalışmaysa SSM ekibinin. Tüm emeği geçenlerin eline sağlık. Nazan Ölçer, basın toplantısında serginin çalışma yöntemini şöyle özetledi: “Hazırlık sürecinde, 1886’da aydın bir Osmanlı ailesi içinde doğan Feyhaman Duran’ın yaşam öyküsünü adım adım, İstanbul’un geleneksel atmosferinden dönemin ‘alafranga’ dünyasına, Beyoğlu’na kadar izledik. Sanatçının doğduğu, yetiştiği yılların İstanbul’unu yurtdışından elde ettiğimiz belgesel filmlerle yansıtmaya çalıştık. Onun yeteneğinin akademik bir süreçte değerlendirildiği asıl yer olan Paris’teki eğitim kurumlarını, oradaki muhtemel yaşamını anlamak için de 1910’ların Paris’inin görüntülerini yine yurtdışındaki farklı kurumlardan, arşiv ve film müzelerinden elde ettik. İstanbul’un en eski ve özgün semtlerinden Beyazıt’ta bulunan ve onlara sanatçının eşi Güzin Duran’ın dedesi ünlü hattat Yahya Hilmi Efendi’den kalan mütevazı ahşap evde Feyhaman ve Güzin Duran’ın uzun yıllar yaşadıkları, küçük bahçesine inşa ettikleri atölyede beraberce çalıştıkları yuvalarını müzemiz salonuna taşıyarak, ziyaretçilerimizin onların özel dünyasını tanımasını arzu ettik.”

POŞADLAR BÖLÜMÜ: NE KISKANILASI ÇILGINLIK!

“Resim aşkıyla” diyor ya Gül İrepoğlu, ne dediğini tam olarak anlayabilmek için poşadlar (açık havada, yağlıboyayla yapılan bir tür taslak) bölümüne gelmeniz yeterli. Aynı açı, farklı ışıklarla, defalarca defalarca çizilmiş. Ne müthiş, ne kıskanılası “çılgınlık.” Paris’te müzeye girebilmek için açılmasını kapısında beklermiş ressam. O tutkuyu hiç kaybetmemiş. İrepoğlu’nun yalnızca ruh ortaklığı değil, manzara ortaklığı da var ressamla. Poşadlarda çizip durduğu Büyükada manzarası, aşağı yukarı bugün İrepoğlu’nun oturduğu evinkiyle aynı. Peki, hayatının kahramanlarından olan Feyhaman, “roman kahramanı”na dönüşecek mi? Evet, ama, biraz daha beklemeli...