“Sanatçının sporcudan ayrılan fazla bir yanı yok”

Aktris Açelya Akkoyun, “Bugün istediğim yerdeyim, ama bu demek değil ki istediğim yerde kalacağım. Biz oyuncular, daha doğrusu sahne sanatlarıyla ilgilenen insanlar, hep daha ilerisini isteriz” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

EMRE ALKİN

Bugünkü konuğumuz Açelya Akkoyun. Aslen Adanalı. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden mezun. Öğrencilik yıllarından itibaren 6 yıl kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda çalışmış. Daha sonra televizyon dizileri, sinema filmleri ve program sunuculuğuyla ekran başına geçmiş. Özellikle “Mahallenin Muhtarları”, “Ekmek Teknesi” ve “Doksanlar” dizilerindeki başarısıyla adından söz ettirmiş olan Akkoyun’la samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Paylaşmasak olmazdı...

- Okuyucuların tanıması için tam olarak bugüne kadar ne yaptığınızı kısaca anlatır mısınız?

A takımına kadar yükselmiş bir voleybolcuyum... Bunun haricinde, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunu, tiyatro oyuncusuyum... Aslında oyuncuyum. Bunu bir top gibi düşünebilirsiniz; basketbol topu, voleybol topu, futbol topu gibi. Ben de oyunculuğun birçok alanında varlığımı göstermeyi sevdim ve seçtim. Televizyonda, sinemada, tiyatroda oyunculuk yaptım. Oyunculuğun getirdiği sunuculuk, televizyon programı sunuculuğu gibi işler de yaptım. Kısacası, oyuncu ve televizyoncuyum.

- Yaptığınız işi seçmenizde yaşadıklarınız mı etkili oldu, yoksa çocukluktan gelen bir motivasyon mu?

Yaşadıklarımın tabii ki etkisi oldu. Aslında matematik bölümü mezunuyum ve diş hekimi olmak istiyordum. Kazandım da. Sonra, 15 yaşındayken Engin Cezzar ve Gülriz Sururi’nin “Keşanlı Ali Destanı”nı seyrettim. Oradayken “Ben sahnede olmalıyım galiba, kalbim oraya atıyor,” dedim. Böylece konservatuar okumaya karar verdim. Ama çocukluğumdan gelen bir şey değildi, hayatımda karşılaştığım şeylerle ve elbette arkadaşlarımla gelişen bir şeydi.

“BAŞARILI OLDUM, AİLEMİN ONAYINI ALDIM”

- Anne ve babanızın, ailenizin hayattaki seçimlerinize etkisi oldu mu? Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Tabii ki oldu. Annem İngilizce, babam Coğrafya öğretmeni. Dolayısıyla onlar oyunculuğu meslek olarak değil, hobi olarak yapmamı istiyorlardı. Ama ben oyuncu olacağımı söylediğimde ağabeyim “Bırakın, ne olmak istiyorsa olsun. İleride mutsuz olursa, siz bu durumun altında kalmayın,” dedi. Babam da “Ancak konservatuarla olur,” dedi. Aynı sene konservatuar sınavına girdim ve 700-800 kişi içinden kazandım. Bu esnada Şehir Tiyatrosu’nda pratik amaçlı çalışmaya başladım. Böylece ailem tarafından onaylanarak, huzurlu ve mutlu bir şekilde eğitim hayatımı sürdürdüm.

- Bu işi yapmaya ne zaman karar verdiniz? Bugün istediğiniz yere geldiğinizi düşünüyor musunuz?

Evet, bugün istediğim yerdeyim... Ama bu demek değil ki istediğim yerde kalacağım. Biz oyuncular, daha doğrusu sahne sanatlarıyla ilgilenen insanlar, hep daha ilerisini isteriz. Mesleki anlamda performansımızın bittiği ve kendimizi geliştiremediğimiz noktada bittiğimizi hissederiz. Bu da bize hiç iyi gelmez. Bugünkü yerimden memnunum ama, daha ileri götürmek için her geçen günü avantaja çevirmek için çalışıyorum.

“BİR GÜN SOSYAL MEDYA ŞART OLACAK”

- Sosyal medya yaptığınız işte ne kadar etkili?

Açıkçası sosyal medyanın işimdeki etkisini yeni anlıyorum. Bundan önce hayatla ilgili böyle bir düşüncem yoktu. Ama şu an hissediyorum ki sosyal medya artık bizim işimizin bir parçası. Bir oyuncu nasıl dans edebilmeli, şarkı söyleyebilmeli, kişisel olarak kendini geliştirmeliyse, kendisini yansıtacak insanlarla ve projelerle de çalışmak durumunda. Bunlardan biri de sosyal medya. Gün olacak ki sosyal medya şart olacak gibi geliyor. Katkısını yavaş yavaş hissediyorum, ileride daha çok hissedeceğime de inanıyorum.

- Yaptığınız iş dünden bugüne ne kadar değişti?

Bence iyi yönde değişiyor ve gelişiyor. Türkiye’deki oyunculuğa bakış açısından çok memnunum. Oyunculuğun önemsenmesi, daha profesyonel bir bakış açısıyla gidilmesi, büyük şirketlerin oyunculukla ilgili performans göstermesi, dünya çapında büyük yapım şirketlerinin olması memnuniyet verici. Ben oyunculuk, televizyon ve sinemanın Türkiye’de iyi gittiğine inananlardanım ve öyle olmasını da isteyenlerdenim tabii ki. Dolayısıyla, iyiye gidiyor bence.
XBaşka hangi mesleği tercih ederdiniz ? Birçok mesleği oynayabildiğim için, yüzeysel olarak da olsa hissedebiliyorum. Diş hekimi olmak istedim, “Ekmek Teknesi”nde bir diş hekimini oynadım. Modacı olmak istedim “İki Arada”da bir modacıyı oynadım. Öğretmeni oynadım, doktoru oynadım. Ama oyuncu olmasaydım, galiba psikolog olmak isterdim. İnsanların ruh dünyası ilgimi çok çekiyor. İnsanın bir şeyi neden yaptığı, bir davranışın kökünde ne yattığı, o süreçteki değişimler merakımı uyandırıyor.

“SEVGİSİZ YAPILAN ŞEY SAHNE IŞIĞINIZDAN ÇALAR”

- Bu işte eğitimin, ilişkilerin ve tecrübenin payı size göre yüzde kaçtır? Özellikle sizin mesleğinizde...

Eğitimin ve öğrenimin payı çok büyük. Ama biz aldığımız öğretimi kendimizle bütünleştirdiğimiz zaman başarılı olduğumuz için, kişisel eğitim çok daha önemli. Onun dışında, ilişkiler de çok önemli. Bugün bir sette çalıştığınız insan sizden memnunsa, on sene sonra yine sizinle çalışmak isteyebiliyor. Bu yüzden bizim çok daha nazik, kibar ve kendini geliştiriyor olmamız lâzım ki arka taraf onu besleyebilsin. Sevgisiz yapılan bir şey mutlaka sahne ışığınızdan çalacaktır, diye düşünüyorum.

- Bu işte ekmek var mı? Varsa nereden başlamalı?

Bu işte ekmek var açıkçası. Mesleğinize ne kadar yatırım yaparsanız, o da size o kadar yatırım yapıyor. Ama bence Türkiye’de ve tüm dünyadaki “Sanatçı rahat yaşamalıdır, kafasını dağıtmalıdır,” algısının kırılması lâzım. Elbette dağıtmalı ama, sonra da uzun bir toplama sürecine sahip olmalı. Bence bir sanatçının bir sporcudan ayrılan fazla bir yanı yok. Ama inanın, kendini bırakmış, dağıtmış ama star olmuş insanlar görüyorum, kazandıkları para ve ışık bile onlara yetmiyor. Kazanmışsınız, hayranlarınız olmuş ama yaşamınız bitmiş. Tabii ki evren çok geniş, birçok yıldıza yer var. Ama benim starlık anlayışım bu değil.

- Hiç unutamadığınız bir anı var mı? Sizi çok güldüren ya da şaşırtan, belki de kızdıran...

Ben sete girdiğim an gülmeye başlıyorum. Mesleğimi yapmak, meslektaşlarımla bir arada olmak ve kameraya bakmak benim için çok büyük bir endorfin. Ama disiplinsizlik beni kızdırıyor. Çünkü bir kişinin yaptığı, maalesef yüz kişiyi engelleyebiliyor bizim işimizde. Onun dışında bir şey fazla kızdırmıyor beni. Hayat o kadar kızacak denli önemsiz değil, çok değerli benim için.

Beni şaşırtan iki dizim oldu. “Doksanlar” dizisinde senaryo geldi ve “Herhalde benim evde konuştuklarımı biliyorlar, bu kadar mı beni anlatırlar, benim cümlelerimi bulurlar,” dedim. Tabii bu, senaristin ne kadar başarılı bir gözünün olduğunu gösteriyor. Aynı duyguyu “Ekmek Teknesi” nde de hissetmiştim. Hatta, sevgili Bahadır Özdener’e dedim ki “Evde bir kamera mı var? Beni mi duyuyorsunuz da Suzan’ı yazıyorsunuz?”

ÖRNEK İYİDEN OLUR KÖTÜDEN ÖRNEK OLMAZ

- Yaptığınız işte örnek aldığınız kim ya da kimlerdir?

İlk başta öğretmenlerim Müşfik Kenter ve Yıldız Kenter var. Türkan Şoray’ın sette insanlara çok kibar davrandığını, çay isterken bile rica minnet istediğini duymuştum. Bu beni çok etkilemiştir, hep buna dikkat etmişimdir. Meryl Streep’in duruşunu çok beğenirim. Onun gibi fikrini hürce söylemenin yöntemini bilen bir insan olmak istemişimdir. Ben iyiden örnek alırım, kötüden örneğim yoktur. Hatta küçükken evdeki aile duvarımızda “Örnek iyiden olur, kötüden örnek olmaz,” yazardı. Anneme beni böyle yetiştirdiği için teşekkür ederim.

- Çocuklarınız sizin yaptığınız işi yapsın ister miydiniz?

Elbette isterim. Ama bu işe emek versin, gerçekten bir eğitim alsın, hem kişisel eğitim hem öğrenimle kendini geliştirsin. Hatta benden daha iyi olsun ve daha iyi yerlere gelsin. Çok isterim.