En kötü senaryo ile karşı karşıya kaldık

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Bugünlerde Türkiye ekonomisinin gidişatını siyasal gelişmelerden bağımsız olarak değerlendirmeye kalkmak tam bir “devekuşuculuk” olur herhalde. Seçim sonrasında 2 olası senaryo belirmişti: AKP’nin MHP veya CHP ile bir koalisyona girmesi, veya erken seçimler. Herkes gibi ben de birinci senaryoyu olumlu, ikincisini ise olumsuz olarak nitelendirmiştim. Ancak geldiğimiz noktada maalesef ikinci senaryonun (hem de tahmin edilenden çok daha olumsuz bir şekilde) gerçekleşeceği hemen hemen kesinleşmiş gibi. 

Son günlerdeki gelişmeler ışığında erken seçim senaryosunun neden beklenenden de daha olumsuz bir noktaya sürüklendiğini fazla irdelemeye gerek yok sanırım. Şahsen erken seçimlerde ben AKP’nin seçim öncesinde iyice kendini kaptırdığı “milliyetçi” söylemlere biraz daha fazla vurgu yaparak ve özellikle de yakın oyla kaybettiği bölgelerde daha aktif bir siyaset güderek “milletvekili açığını” kapatmaya çalışacağını düşünmüştüm. Ancak belli ki bu yeterli görülmedi! Önümüzdeki son derece tatsız süreçte ekonomide meydana gelecek olan tahribat ise anlaşılan umursanmıyor. 

Ayrıca bu siyasetin geri tepme ihtimali ve gene çözümsüz bir parlamento aritmetiği ile karşı karşıya kalma olasılığımız da oldukça yüksek. Her ne kadar bugünlerde siyasi tartışmalar tamamen ekonomi-dışı konularda cereyan ediyor gibi gözükse de, günün sonunda seçmenin ekseriyeti ekonomide istikrar ve büyümeye oy verecektir. (Nitekim Haziran seçimlerinde AKP’nin oy kaybında son 3 senenin zayıf ekonomik performansının hiç payı olmadığını iddia etmek doğru olmaz.) Bu noktada belki bazıları istikrarı tek parti iktidarı ile özdeştirebilir. Ancak son dönemdeki icraatı ile (Cumhurbaşkanı’nın güdümü altındaki) AKP bir istikrar odağı olmaktan hayli uzak bir görüntü çiziyor.

Öte yandan, hüküm süren şartlar dikkate alındığında, 2. çeyrek büyümesinin %3 civarında gelecek olması olumlu olarak yorumlanabilir. Ancak bir kaç noktayı da vurgulamakta yarar var. Bu büyüme oranı geçen senenin 2. çeyreğindeki %2.3’lük düşük büyümenin üzerine gelen bir oran olacak.

Önemli bir baz etkisi söz konusu. Salı günü açıklanan Temmuz ayına ilişkin reel kesim güven endeksi verileri ise büyümede kalıcı bir ivmelenmeden bahsetmenin mümkün olmadığını teyit eder nitelikte. Her ne kadar bu endeks önceki aya göre bir miktar artış göstermiş ise de endeksi oluşturan verilerden gelecek 3 ay üretim ve istihdam beklentilerinde düşüş söz konusu. Ayrıca bu anketlerin siyasi ortamdaki olumsuz gelişmelerden önce yapılmış olduğunu da hatırlamakta fayda var.

Reel kesim güven endeksi ile birlikte yayınlanan Temmuz ayı kapasite kullanım oranları ise (biraz şaşırtıcı bir şekilde) artış göstermekte. 2014 Mayıs’ından beri (2015 Mayıs hariç) bir önceki yılın aynı ayına göre düşüş gösteren kapasite kullanımı bu ay geçen seneye göre 1 puan artış göstermiş. Burada şeytanın avukatlığını yapmayalım ama bu artış kısmen kapasite kullanımının neredeyse (kriz zamanları hariç) dip seviyelere gelmesinden, kısmen de yatırımların uzun zamandır duraklamış olması nedeniyle kapasitelerin değil artma, azalma eğilimine girmiş olmasından da kaynaklanabilir.

Yatırımlardan bahsetmişken, Türkiye’nin ekonomik geleceği ile ilgili en önemli risk unsurunun son 3 yıldır özel sektörün yatırım düzeyinde görülen reel azalma olduğunu tekrar hatırlamakta fayda var. (Hele bugünkü şartlar altında hangi “babayiğit” müteşebbis yatırım yapar ki?) Bu durum Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde de düşük büyümeye mahkum olduğunun da bir göstergesi aynı zamanda.

Neticede, siyasi gerilimin ve jeo-politik risklerin belirgin bir şekilde arttığı (artmaktan öte realize olmaya başladığı) bugünkü ortamda geleceğe ilişkin iyimser olmak oldukça zorlaşıyor. Zaten, Eylülde başlayacak olan FED faiz artırımı gelişmekte olan piyasalar üzerinde belirgin bir stres yaratırken bizim ekstra riskli bir duruma gelmiş olmamız son derece rahatsız edici. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019