Euro Birliği cenderesi dengeleri tehdit ediyor

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Son küresel kriz serbest piyasa doktrininin temel varsayımlarının "her ahval ve şeraitte" geçerli olmadığını net bir şekilde ortaya koydu. Buna rağmen,ve Krugman ve Stiglitz gibi aklıbaşında iktisatçıların yalvarışlarına karşın, kriz sonrasında alınan (daha doğrusu "alınamayan") tedbirler bu paradigmanın aşılmasının ne kadar zor olduğunu da ispatlar nitelikte. ABD, biraz daha pragmatik bir yaklaşımla, enflasyon çığlıklarına aldırmadan para politikasını gevşeterek ekonomisinde kısmi bir toparlama sağlarken, Avrupa bu konuda çok geç ve ürkek adımlar atabildi. Maliye politikasında ise, piyasaların yüksek borçluluk oranları saplantısı gereken adımların atılması önünde Atlantik'in her iki yakasında da ciddi bir handikap oluşturdu ve oluşturmaya da devam ediyor.  

Ekonomik sistemlerde tek bir doğru yok. Her ülke kendi sosyal, kültürel ve fiziki altyapısına, ve de doğal kaynaklarına göre kendine bir yol çizmek durumunda. Bugün, ikisini de kapitalist olarak nitelendiriyorsak da, Çin'in ve ABD'nin ekonomik sistemlerinin birbirine benzediğini iddia etmek imkansız. Ancak ikisi de (bulundukları ekonomik gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında) kendi kulvarlarında başarılı. Euro Birliği'ne girinceye kadar başta İtalya ve İspanya olmak üzere Güney Avrupa ülkeleri için de aynı şeyi söyleyebilirdik. Ancak, Euro Birliği'ne girdikten sonra, kendi ekonomi politikalarını belirleme özerkliğini kaybetmeleriyle birlikte ekonomik dengeleri de bozulmaya başladı. İtalya, her daim koalisyonlarla yönetilen, bu nedenle örneğin işgücü piyasalarında Almanya'nın 1999'da yaptığı gibi maliyetleri baskılayan bir toplumsal konsensüsü kabullenmeyen, onun yerine zaman içinde zayıflayan rekabetçiliğini her 3-5 senede bir yarattığı devalüasyonlarla koruyan bir sistemi benimsemişti. Peki başarısız mıydı? Hayır. 2000 yılında İtalya'nın kişi başına düşen milli hasılası Almanya ile aynı ve 15 Euro Birliği üyesinin ortalama milli hasılasının da %5.5 üzerindeydi. Ancak Euro Birliği içindeki 8 yıl sonunda, 2008 yılına gelindiğinde milli hasılası Almanya'nın %10.5 ve Euro bölgesi ülkelerinin ise %5 gerisine düşmüştü. 

Bilindiği gibi son bir senedir İtalya Mario Monti'nin başbakanlığında bir teknokrat hükümeti tarafından yönetilmekteydi. Bu Hükümet emeklilik, regülasyonlar ve işgücü piyasası konularında bazı reformları uygulamaya koydu. Ancak Monti'nin sonunu getiren Kuzey komşusunun da baskısıyla maliye politikasını daraltıcı kemer sıkma tedbirlerini devreye sokması oldu. Zaten oldukça yüksek bir işsizlik oranı ve atıl kapasitesi olan İtalya'da kemer sıkma politikası sonucunda geçtiğimiz sene ekonomi %2.2 oranında daraldı. Ekonomideki daralmayla birlikte bütçe gelirleri de beklenen düzeyde gerçekleşmeyince bütçe açığı %3 ile hedefin üstüne çıktı, ve sonuçta da kamu borçluluk oranı bir senede %6'ya yakın artmış oldu. Halbuki Monti'nin yapılan reformlara paralel olarak maliye politikasında ölçülü bir gevşemeye giderek durgun ekonomiye ivme kazandırması gerekiyordu. Şu son krizden alınacak en önemli ders tüketici güveninin yok olduğu, işsizlik ve atıl kapasitenin tavan yaptığı ülkelerde kamu harcamalarını artırarak ekonomilerinde söz konusu artışın üzerinde bir büyüme sağlamanın mümkün olduğu. (Teknik olarak ifade edersek kamu harcama çarpanının değerinin 1'in üzerinde olması).
 
Bugün seçimler sonrasında İtalya'da ortaya çıkan siyasi tablo tam bir çözümsüzlüğü ortaya koymakta. Oylar siyaseti kendi şahsi emellerine alet etmekten çekinmeyen bir medya patronu, eski bir komünist ve bir komedyen arasında bölünmüş durumda. Euro Birliği cenderesi altındaki İtalya'yı daha uzun bir süre türbülanslı günler bekliyor. Tabii, miyopik ve benmerkezci yaklaşımını değiştirmediği sürece Almanya'nın da İtalya ile birlikte easen tüm Avrupa'yı saran durgunluk ortamından kendini daha fazla soyutlaması imkansız.
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019