Gerçek başarı hikayeleri öyle kolay yazılmıyor!

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ hakan.guldag@dunya.com

1954 sonbaharı… 

Bundan tam 60 yıl önce… 

Diyarbakır’dan Kurtalan’a giden trendeyiz… 23 yaşındaki genç işadamı, kompartımandaki konuşmalara kulak kabartıyor… 

Yolculara bakılırsa Ankara’da soğana çok talep var. 
Fiyatlar uçmuş gitmiş… 

★ ★ ★ 

Konuşmalar genç işadamının ilgisini çeker… 

Kurtalan’dan Baykan’a geldiğinde soğan fiyatlarını araştırır. Birkaç köye de gidip soğanların durumuna bakar. Yeteri kadar soğan toplayabileceğine kanaat getirip Muş’a döner. Muş’ta ortağı ile aklına takılan bu yeni işi paylaşır. Ortağının ağabeyi Ankara’da orman mühendisidir. Telgraf çekilir. Soğan pazarı hakkında biraz araştırıp soruşturması istenir. 

★ ★ ★ 

Ankara’dan gelen haber, genç işadamı için sevindiricidir… 
Soğan talebi yüksektir ve karşılanamıyordur. Bu da fiyatları çok yükseltmiştir… 

Hemen harekete geçer. Köylerden soğan satın almaya başlar. Önceden Siirt esnafından satın alıp hazır ettiği çuvallara soğanları doldururlar. Herkes bu kadar soğanı ne yapacaklarını sormaktadır. Ticaret demek sır demek. İnsanın ağzının sıkı olması lazım. Hiç kimseye ne yapacaklarını söylemeyip, kamyona yükledikleri gibi Kurtalan Tren İstasyonu’na götürür…

 ★ ★ ★ 

Mevsim yağışlıdır… 

Soğanlar ıslanmasın diye kapalı vagon ister. Ama heyhat, kapalı vagonların hepsi kiralanmıştır. Sıranın gelmesi için en az bir ay beklemek gerekiyordur. Mecburen verilen üstü açık iki vagonu kabul eder. “Hiç olmazsa bir branda verilmesini” ister ama o da yoktur. Yağmur yağmaması için dua ederek yola koyulur. Soğanları görebileceği şekilde vagonun üzerindeki kulübelerden birine geçer tek başına oturur. Yağmur bir yağsa bütün sermaye gidecektir. Bakışları çuvallara çivili vagonun üzerindeki kulübelerden birinde soğuktan tir tir titreyerek yolculuğu devam eder…

★ ★ ★ 

En mutlu anları trenin tünele girdiği anlardır… 

Çünkü tren tünele girince rüzgar biraz olsun kesilmektedir. İster ki, tüneller bitmesin, uzadıkça uzasın… 

“Tünellerin içi kömürle çalışan trenler sebebiyle isli olduğundan, tünellere girip çıktıkça, üstüm başım kömür ocağından çıkmış gibi simsiyah oluyordu. Her tünelden bir öncekine göre daha kararmış çıkıyordum. Hava kapalıydı. Yüreğim ağzımda, bulutların hareketlerini izliyordum. Tren ilerledikçe, oluk oluk akan suları görüyor ve yol üzerinde biz gelmeden çok yağış olduğunu anlıyordum. Oysa trenin vardığı her noktada yağış durmuş oluyordu. Çok şükür ki Allah duamı kabul ediyor, bana yardımcı oluyor” diyecektir, yıllar sonra kaleme aldığı anılarında… 

★ ★ ★ 

Sivas’tan geçip Yerköy’e geldiklerinde şiddetli yağışın sele sebep olduğunu görüp kaygıları iyice artar. Branda bulmak için sağa sola koşturur. Bulamaz. İstasyon şefi ellerini omuzuna koyarak: “Üzülme” der, “Bir yolunu bulacağız.. Branda yok ama seni vaktinden önce gideceğin yere ulaştıracağım, merak etme." Genç işadamı bunun nasıl olacağını düşünedursun, şefin planı hazırdır: Soğanların yüklü olduğu iki vagonu, marşandize nazaran daha hızlı giden posta treninin arkasına bağlar. Dördüncü günün akşamı yağmura yakalanmadan Ankara Garı’na girer soğan yüklü posta treni. Soğanlar kapış kapış gider. Daha kamyonlardan indirmeden satış tamamlanmıştır. 

★ ★ ★ 

Bundan 60 yıl önce varını yoğunu, bütün emeğini iki vagonun üzerine yükleyip yola çıkan o genç işadamı Mecit Bahçıvan’dı… 

Ben bu hikayeyi, birkaç hafta önce evinde dinledim. 

Bir grup ekonomi gazetecisinin katıldığı bir kahvaltı sohbetinde… 

O tatlı anlatımıyla oğlu Erdal Bahçıvan dahil hepimiz nefesimizi tutup dinledik bu soğan hikayesini… 

Bizi etkileyen neydi, tam adlandıramıyorum… 

Gözlem gücü mü, kararlılık mı, tutku mu, adanmışlık duygusu mu bilmiyorum. Ama Mecit Bahçıvan bizimle paylaştığından beri bu hikaye aklımda… Türkiye’de gündeme öylesine gelişmeler damga vurmasına rağmen zihnimde kaldı… 

★ ★ ★ 

Mecit Bahçıvan’ın Rahva Krallığından Peynir Krallığına kitabı pek çok hatırasını kapsıyor. Tabii engin bir deneyimi de… 

Dile kolay; 25 yıl İstanbul Ticaret Odası’nda, 15 yıl İstanbul Sanayi Odası’nda bir o kadar Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne verilen emekleri de… Diyeceğim o ki, gerçek başarı hikayeleri öyle kolay yazılmıyor! 
Türkiye’nin ekonomide yeni bir atılıma, yeni bir başarı hikayesine ihtiyacının olduğu bugünlerde, özgüven ve umut aşılayan bu kitabını herkese tavsiye ederim.

”RAHVA KRALLIĞINDAN PEYNİR KRALLIĞINA” 

Rahva, Bitlis il sınırları içinde Nemrut Dağı'nın eteğinde, Bitlis’in kuzeydoğusundan Van Gölü’ne doğru uzanan 1850 metre rakımlı bir yerin adı. O dönemde her yıl 15-20 kişinin ölümüne sebep olan fırtınalarıyla biliniyor. Bugün bile, güçlü motorları olan gelişmiş araçlarla bile fırtınalı havalarda Rahva’da ilerlemek mümkün değil. Genç işadamı Mecit Bahçıvan, mal taşımak için defalarca Muş merkezden 65 km yürüdükten sonra Bitlis merkezine varmak için 15 km daha ilerleyip Rahva’dan geçti. Yörede o kadar iyi tanındı ki, ulusal gazetelere bile haber oldu, “Rahva Kralı” olarak nam yaptı. Önünde bir gelin gibi uzanan beyazlıklar içinde pek çok kez donma tehlikesi geçirdiği bu yürüyüşlerde uykuya dalmamak için parmağını yanında taşıdığı jiletle kesip, yarasına tuz basıp yoluna devam etti.

                                             

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar