Türkiye ilaç endüstrisinin yeni yol haritası: Endüstri devlet işbirliği

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

 

Geçtiğimiz hafta İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) Genel Sekreteri Sayın Turgut Tökgöz'ün daveti üzerine bir araya geldik. Sayın Tokgöz, gereken önlemlerin alınmaması durumunda yerli ilaç endüstrisinin bütünüyle yabancı endüstriye dönüşeceğini öngörmenin zor olmadığını söyledi. Bu durumdan sorumlu üç ana yaklaşım hatası mevcut; ilaç endüstrini "tedarikçi" zihniyetiyle görmek, (ülke gerçeklerini dikkate almayan) referans fiyat uygulaması ve üzerine eklenen kamu indirimleri. Tokgöz, bugünden başlatılacak bir yeniden yapılandırma süreci içerisinde 2023'e dek, Türkiye ilaç endüstrisinin global ölçekte bir oyuncu haline dönüştürülmesinin mümkün olduğunu vurguluyor. Mevcut veriler ışığında (araştırmayı The Boston Consulting Group yapmış), doğru saptanacak bir stratejik yaklaşımla ve elbette devletin de el vermesi durumunda, bugünkü yapının ciddi üretim yapan, teknoloji üreten ve ihraç eden bir endüstriye dönüştürülmesi mümkün görünüyor. Tüketilen ilacın kutu bazında yüzde 80'ini Türkiye ilaç endüstrisi üretse de, yüzde 20 üretim yapan çokuluslu ilaç firmaları maliyet bazında yüzde 50'lik bir paya sahipler.
İlaç endüstrimizin yakın geçmişi, pırıltının gölgelenmesi
Konunun arka planını kısaca özetlemenin yerinde olduğunu düşünüyoruz. Türkiye ilaç endüstrisi yakın zamana kadar dünya ortalamasına göre hayli iyi bir yere sahip gelecek vadeden endüstrilerden birini oluşturuyordu. Pek çok endüstri kolu gibi, Türkiye ilaç endüstrisinin başlangıcı da aslında Cumhuriyet'in ilk yıllarında aile şirketleri çerçevesinde şekillendi. Eczacıbaşı, Mustafa Nevzat, Abdi İbrahim, İbrahim Ethem ve burada adını sayamayacağımız diğerleri ülkenin temel gereksinimlerini karşılayacak ilaç üretimini başarıyla gerçekleştiriyorlardı. Buna paralel olarak SSK ve TSK bünyesinde de ilaç üretimi yapılmaktaydı ve kısmen yeterli aşı üretimi de mevcuttu. Türkiye ilaç endüstrisine çokuluslu şirketlerin katkılarını da asla göz ardı edemeyiz, bu şirketlerin ülkemizdeki üretimleri kendi üretim tesislerinin yanı sıra, ulusal ilaç endüstrisini destekler nitelikte sürdürülmekteydi.
Derken son yirmi yıl içerisinde dengeler çokuluslu şirketler lehine bozulmaya başlandı. Ulusal endüstriyle oluşturulmuş ortaklıklar sonlandı ve çokuluslu şirketler faaliyetlerini kendi bünyelerinde sürdürmeye başladılar, ulusal endüstrinin önde gelen kurucuları faaliyetlerini ilaç dışı alanlara kaydırdılar. Biyoteknolojideki gelişmeler ileri teknoloji ile üretilen ilaçların pazar paylarında artışla sonuçlandı. Bunda en önemli etken kuşkusuz hastalıkların profillerindeki değişiklik oldu. Diyabet, kanser, romatizmal hastalıklar (iltihabi bağırsak hastalıkları da dahil) ve kalp hastalıkları aşırı bir artış gösterdi. Modern tıp dediğimiz kavram bu hastalıkların artışına bir açıklama getiremezken, ilaç endüstrisi biyoteknoloji ürünü ilaçlarla yeni çözümler geliştirmeyi başardı. Ne var ki ülkelerin tedavi maliyetlerinin genel bütçeye oranı inanılmaz rakamlara çıkmaya başladı. Örneğin İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Haluk Özsarı'nın aktardığı bilgilere göre ABD'nin sağlık harcamalarının bütçeye oranı 2008'de yüzde 15.3'tür ve bu rakamın 2018'de 4.4 trilyon dolar ile yüzde 20'ye ulaşacağı öngörülmektedir. Üstelik bütün bu harcamalara karşılık Amerikan halkı daha sağlıklı da değildir.
Sürdürülebilir bir ilaç endüstrisinin önündeki engelleri İEİS (1) yerli üretimin cazibesi yitirmesi, (2) ilaç endüstrisi dış ticaret açığı, (3) düşük kapasite kullanımı, (4) düşük katma değerli üretim ve (5) ulusal ilaç endüstrisi stratejisi olmaması şeklinde tanımlıyor. Oysa Türkiye'de 49 adet ilaç üretim tesisi bulunmakta ve 100'den fazla ülkeye ihracat yapmakta. İlaç endüstrisinin küreselleşme girişimi ile 2023'te 17 milyar dolarlık ilaç ihracat hedefi gerçekleştirilebilir görünüyor. Doğru Ar-Ge altyapısının gerçekleştirilmesiyle birlikte rekabetçi maliyet yapısını ve verimliliği iyileştirebilmek için de altı ana eylem tavsiye edilmekte: (1) Uluslararası ticari yükümlülüklerle uyumlu bir şekilde yerli ilaç üretimi ve ihracatını teşvik etmek, (2) Mevcut teşviklerin kullanımı için bir çalışma grubunun oluşturulması, (3) Hammadde ve ara madde KDV'lerinin mamul ürün KDV'leriyle uyumlu hale getirilmesi, (4) Organize sanayi bölgeleri kurulması, (5) Üretim girdilerinde endüstriyel işbirliği olanaklarının araştırılması ve (6) Üretim maliyetlerini azaltmak amacıyla başka ülkelerde hammadde üretimi yatırım fırsatlarının araştırılması.
Hastalıkları önlemek: Oynayan taşları yerlerine yeniden ve "doğru" döşemek
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası bu yeni yol haritasını devletle ortak gerçekleştirilmek amacında, zira ilacın neredeyse tek alıcısının devlet olduğu bir sistemde, başka bir yaklaşım elbette düşünülemez. Ne var ki sağlık ekonomisi alanında çalışan bütün tarafların gözden kardıkları bir gerçek var ki, hastalıkların ortaya çıkması engellenemediği, en doğru tedavi yaklaşımını gerçekleştirecek hekim ve sağlık personeli kadrosu oluşturulamadığı sürece, maliyetlerin optimizasyonunun bir anlamı kalmamakta. Bu açıdan bakıldığında hastalıkların değişen profili çok ciddi bir şekilde değerlendirilmek durumunda. Bizim bu köşeden bakış açımız, hastalıkların önlenmesidir, çünkü açık ve seçik bir biçimde "önlenebilir" görünüyorlar. Öte yandan çokuluslu ilaç şirketlerinin yakın zamandaki başarı öykülerinin de mercek altına alınarak incelenmesi gerekiyor. Bu başarı öyküleri gerçek bilimsel üstünlüklere mi dayanıyor, yoksa satış ve pazarlama gücünün olağanüstü katkılarını mı taşımakta, çok iyi tartışılmalıdır. Siz okurlarımız İEİS çerçevesindeki bu değerlendirmemizi, beslenme ve hastalık ilişkisini sorgulayacağımız yen yazılarımızın bir çıkış noktası olarak değerlendirin. Süt, yoğurt, NBŞ, tarım ilaçları derken, taşlar yerinden iyice oynadı. Şimdi onları yeniden ve olmaları gerektiği gibi döşemeye çalışalım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar