Güney Kıbrıs da kaçınılmaz sona geldi!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

 

 

 
Özellikle Yunanistan'ın içine düştüğü ağır kriz ortamından sonra Güney Kıbrıs'ın benzer bir duruma sürüklenmesi sadece bir zaman meselesiydi. Nitekim, kötüleşen ekonomik durum sonucunda geçtiğimiz Haziran ayında 3 büyük derecelendirme kuruluşunun Güney Kıbrıs'ın rating'ini "yatırım yapılamaz" (junk bond) seviyesine  çekmesi sonucunda Kıbrıs bankaları fon temini için ellerindeki devlet kağıtlarını teminat olarak kullanma olanağını da yitirdiler. Bankalar Kıbrıs Merkez Bankası'ndan Acil Likidite Yardımı almak zorunda kaldılar. (Tabii bu yardım AMB'nin Yürütme Kurulu'nun izniyle ve AB fonlarıyla sağlandı.) O günden beri Kıbrıs konusu AB tarafından masaya yatırılmış vaziyetteydi. Bu nedenle, Almanya'nın baskısıyla AB tarafından empoze edilmeye çalışılan bu son kurtarma paketinin üzerinde etraflıca düşünülmemiş bir acil önlem paketi olduğu iddia edilemez. 
Güney Kıbrıs ekonomisinin toplam büyüklüğü AB'nin sadece %0.2'si kadar ve sonuçta (şimdilik) ihtiyaç duyduğu rakam olan 17.2 milyar euro da Avrupa İstikrar Fonu (ESM) için çok küçük bir meblağ. (Bu miktarın 10 milyar euro'su bankaların sermayelendirilmesi, geri kalanı ise bütçenin finansmanı için gerekiyor.) Ancak, AB (İspanya'da yapmış olduğu gibi) ESM fonlarını Kıbrıs devletine bankalarını sermayelendirmesi için kullandırma yoluna gitmedi. Neden? Böyle bir miktarda borç verilmesi durumunda Kıbrıs'ın %95 olan kamu borcunun milli hasılasına oranı %145 gibi "sürdürülemez" bir seviyeye çıkmış olacaktı. Daha uygun bir alternatif bankaların doğrudan AMB tarafından sermayelendirilmesi olabilirdi; ki böyle bir durumda Kıbrıs bankalarının sahipliği doğrudan AB'ye geçmiş olacaktı. Ancak, sermayelendirme yapılsa bile bu bankaların eninde sonunda batacağı (yani verilen paranın da yok olacağı) endişesi Almanya'yı böyle bir yaklaşımı benimsemekten alıkoydu. (Diğer dillendirilmeyen sebep ise bu şekilde AB'nin dolaylı olarak Kıbrıs bankalarında büyük miktarda kara parası olan Rusları sübvanse edecek olması.)
Neticede AB 10 milyar euro borç verme, buna karşılık geri kalan 7.2 milyar euro açığın ise bankalara borç verenlerden karşılanması gibi bir fikirle ortaya çıktı. Bu açığın 1.4 milyarı bankaların kurumsal kreditörlerinden, geri kalanı ise mevduat sahiplerinden karşılanacak(tı).  Ancak kağıt üzerinde mantıklı gibi gözüken bu planın en büyük yanlışı 100,000 euro'ya kadar mevduat sigortası güvencesinde olan hesaplardan da %6.75 oranında kesinti yapılacak olması oldu. (Bunun üzerindeki hesaplardan %9.9). Halbuki, biraz siyasi bilinci olan herhangi bir politika belirleyicinin bile Kıbrıs gibi küçük bir adada hiç bir politikacının böyle bir çözümü kabul etmesinin mümkün olamayacağını görmesi gerekirdi. Aynı zamanda, böyle bir uygulama sadece Kıbrıs'ta değil, tüm zor durumdaki Güney Avrupa ülkelerinde de güven bunalımına yol açacak bir uygulama. Artık bu ülkelerin vatandaşları bugüne kadar %100 koruma altında olduklarına inandıkları hesaplarının geleceği konusunda ne kadar emin olabilirler? Hesaplarını çekip daha güvenli limanlara aktarmak isterlerse kim onları suçlayabilir?
Kesintilerin sadece 100,000 euro üzerindeki hesaplardan alınması durumunda ise, kesinti oranının %15'e çıkması gerekiyor. (Bu değişiklik yapılsa bile yaratılan güven kaybının geri gelmesi kolay değil.) Ancak 38 milyar tutarındaki bu garanti kapsamı dışındaki hesapların 20 milyar eurodan fazlası Rus işadamlarına ait ve Anastasiades hükümeti bugüne kadar ada ekonomisini deyim yerindeyse ihya eden Rusları üzmek hiç istemiyor. Fakat Kıbrıs'ın kara para temizlemeye dayalı ekonomik sistemini kalıcı şekilde değiştirmesini isteyen Almanya'nın da geri adım atması mümkün değil. Öte yandan, Rusların ise Güney Kıbrıs'a yardım yapmak için kabul edilmesi çok zor tavizler isteyeceği de ortada. Bakalım, önümüzdeki günlerde nasıl bir çözüm yolu bulunacak? Ancak çözüm ne olursa olsun, Almanya'nın "kemer sıkma" (austerity) takıntısı nedeniyle Kıbrıs'ı büyüme projeksiyonlarının aşağı doğru revize edilmeye devam edeceği, işsizliğin artacağı, sonuçta kamu borcu oranının azalmayıp aksine artarak yeni borçlanmaların kaçınılmaz olacağı uzun süreli bir resesyon ortamının beklediğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok sanırım. 
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019