Güven askıdayken kaynak arayışı

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

İkinci ayından da bir hafta geçti ama darbe travmasının ertesindeki normalleşme süreci, tahribatın restorasyonu için alınan tedbirlerin ve kadro temizliğinin boyutu nedeniyle epeyce zaman alacak gibi duruyor. Ancak 15 Temmuz girişiminin bizatihi olumsuz bir karinesi olduğu kurumsal ve idari yapı zafiyetinin, OHAL çerçevesinde yürütülen uygulamaların hukuk ve demokrasi standartlarına uygunluk yönünden sorunlu algılanması halinde, sadece ülkenin imajına değil şiddetle ihtiyaç duyduğumuz kaynak ve yatırım çekme yeteneğine de zarar vereceği unutulmamalı. Genellikle yaptığımız gibi sistemik ve yapısal karakterdeki zaaflara odaklanmayı zahmetli bulduğumuz ya da tercih etmediğimiz için sadece yazboz tahtasına çevirdiğimiz teşvik rejimini değiştirerek bu sorunu çözmemizin mümkün olmadığı, önceki deneyimlerimizden belli. Yine de bir an önce sonuç alma isteğiyle aynı yolu deneyeceğimiz anlaşılıyor. Girişimin ertesinde çıkan sıcak paranın sonraki haftalarda yeniden giriş yapması da yetkililere cesaret vermiş olabilir ama hem teşviklerle hedeflenen doğrudan yatırımın farklı bir karar dinamiği olması, hem de portföy girişlerinin önemli bir bölümünün halen bekleme ve değerlendirme aşamasında bulunan derecelendirme kuruluşlarının kararına bağımlı bulunması, daha gerçekçi ve tedbirli davranmayı zorunlu kılıyor. Bu bağlamda Moody’s’den sonra anlaşmalı olduğumuz diğer derecelendirme kuruluşu Fitch’in de kredi notunu yatırım yapılabilir düzeyde tutmakla birlikte görünümü durağan’dan negatif’e çevirmesi dikkate değer. 

Yatırım iştahı için cömert teşvik 

Gerçekten de yatırımcı güveni sarsılmışsa ilk iş o güveni güçlendirmek olmalıdır, azalan güveni iştah arttırıcı teşviklerle telafi etmek değil. Çünkü yatırımcıların bazısı sadece getiriye baksa da büyük bölümü, özellikle de doğrudan yatırım yapacak olanların hemen tamamı riski de aynı derecede önemser ve değerlendirir; kurumsal ve yapısal zafiyetler de riskin önemli bir parçasıdır. Bu konuda asgari bir standarda ulaşılırsa, aynı koşulları sağlamış pek çok diğer ülke ile rekabette ön alabilmek için teşvik rejimi’nin, ama şimdiye kadar olduğu gibi uygulamada her beklentiyi karşılamaya çalışan değil, stratejik tutarlılığı olan ve işlevsel bir rejimin katkısı fark yaratır. Hatta tıkandığı uzunca süredir belli olan iç tüketime dayalı yani güzel bir benzetme ile karbonhidrat kaynaklı büyüme modelinin, normalleşme ile birlikte yerini yatırım ve ihracat odaklı yeni bir yol haritasına bırakması için böyle bir rejim değişikliği zorunludur da... 

Torba yasanın 70’nci maddesi ile bu defa tasarlanan değişikliğin sağlanan destekleri cömertçe arttırdığı, alışılmış teşvik unsurları dışında %100 kurumlar vergisi istisnası, gelir vergisi stopaj desteği, bedelsiz arazi devri, enerji maliyetinin %50’sinin karşılanması, nitelikli personel için asgari ücretin 20 katı ücret desteği, yatırımın %49’una kadar sermaye iştiraki öngördüğü görülüyor. Buna karşılık desteklerden yararlanacak stratejik yatırımların belirlenmesi, yasada belirtildiği gibi planlar ve yıllık programlar doğrultusunda ülke ihtiyaçlarının karşılanması, arz güvenliğinin sağlanması ya da gerekçe ‘de belirtildiği gibi ülkenin uzun vadeli makroekonomik hedeflerine ulaşması gibi oldukça geniş ve esnek bir tanım altında proje bazında hükümetin (Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nun) kararına bırakılıyor. Hangi projenin desteklerden hangi unsur itibariyle ve ne ölçüde yararlanacağı, hangilerinde devletin altyapı yatırımı taahhüdüne gireceği, nitelikli personel tanımı, hangi projelere devletin ortak olacağı gibi hususlar da Bakanlar Kurulu’nca kararlaştırılacak. Umarız bu geniş takdir yetkisi, stratejik nitelikli projelerde ve doğru yatırımcılar kanalıyla kullanılır da ilk defa teşvik uygulamasında başarı hikayesi yazmış oluruz. Aksi durum, kaynak israfının zirve örneği olarak kayda geçer. 

Özgün bir Varlık Fonu girişimi 

Aslında 15 Temmuz öncesinde de, esas itibariyle büyümenin yavaşlaması ve kırılganlıkların artması nedeniyle gündemde fakat zamanlaması tartışmalı olan inisiyatifl erin tümü, idari ve kurumsal yapıda oluşan tahribatın giderilmesi amacıyla olduğu kadar darbenin kısa sürede atlatılmasının verdiği moralle de konsolide edilerek devreye sokuluyor. Teşvikler gibi daha önce değindiğimiz “vergi ve varlık barışı” da, geçen gün TBMM’den geçip yasalaşan “Türkiye Varlık Fonu” kuruluşu da kaynak ihtiyacını ve çözüm arayışlarının işaretleri. Yukarıda belirttiğimiz gibi yatırımcı güvenini sağlayacak kurumsal kaliteye odaklanmak zahmetli ve uzun vadeli görüldüğü için yatırım ve büyümeye yakıtı istisnai düzenlemelerde arama alışkanlığımız devam ediyor. Ancak Varlık Fonu’nu bu açıdan ayrı bir yere koymak isabetli olur. Her ne kadar dünya örneklerinin aksine mevcut bir tasarruf fazlasını ya da doğal kaynak rezervlerine dayalı sürekli gelir akımını değerlendirmek saiki söz konusu olmasa da, hem bu isimle ilk defa getirilen bir düzenleme olması, hem de teknik ayrıntılarının ve yönetsel işleyişinin iyi planlanması halinde atıl kamu varlıklarının sermayeye dönüştürülmesini ve daha çok da sermaye piyasalarından makul maliyette finansman bulunmasını sağlaması ihtimali bulunması nedeniyle ilginç bir hamle olarak izlemeye değer. Yasada fonun kaynakları Özelleştirme İdaresi’nden devredilecek kuruluş ve varlıklar ile nakit fazlaları, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına ait ihtiyaç fazlası kaynak, varlık ve gelirler ve nihayet Fon’un yurtiçi ve yurtdışı sermaye ve para piyasalarından izin ve onaya gerek olmadan her türlü yöntemle sağladığı finansman. Bu bağlamda fonun, Özal döneminden hatırladığımız gibi büyük kamu altyapı projelerinin gelecekteki gelir akımını menkul kıymete dönüştürerek satması ve böylece kaynak yaratması da mümkün olabilecek. Zaten fonu ve ona bağlı alt fonları kurup yönetmek üzere Başbakanlığa bağlı olarak kurulacak Türkiye Varlık Fonu Yönetimi AŞ’nin amaçları yasa’da “sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek ve büyük ölçekli stratejik yatırımlara iştirak etmek” olarak tanımlanıyor. Başlangıç sermayesi Özelleştirme İdaresi’ne ait fon ve şirketin ve alt kuruluşların 3 yıllık stratejik yatırım planı Bakanlar Kurulu’nun onayına sunulacak. Şirket ve fonların bağımsız denetimden geçmiş yıllık mali tablo ve faaliyetleri ayrıca Başbakan tarafından atanacak üçlü bir denetim komitesi tarafında denetlenerek her Haziran sonunda Bakanlar Kurulu’na, her Ekim ayında da TBMM Bütçe ve Plan Komisyonu’na sunulacak. 

Her türlü vergi ve yükümlülüklerden, ayrıca istihdam ve satın alma konularında kamu mevzuatından muaf olacağı anlaşılan fon ve şirket, sermaye piyasalarında şimdiye kadar düzenleyici ve denetçi olarak var olan devletin, şimdi aynı zamanda tabir caizse “oyuncu “olarak da devreye gireceğini gösteriyor. Tahminler, bu oyunculuğun fon arzından çok fon talebi ile etkisini göstereceği ve bu itibarla sınırlı tasarruf havuzunda reel kesim ile rekabet edeceği. Ayrıca altyapı projelerinden gelecek gelir akımının bu projelere tahsis edilecek fonların finansman maliyetini karşılamaması halinde devlete yansıyacak bir zarar da söz konusu olabilir. Yine de henüz çok taze olan bu yasa ile ilgili gelişmeleri ve klasik Varlık Fonlarına göre çok daha sofistike işlevler yüklenen bu Türk tipi fon modelinin teknik olarak nasıl işleyeceğini izlemek gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019