Global piyasalarda fırtına belirtileri ve Türkiye - 2

Bekir Kavruk, kriz söylentilerini Dunya.com okurları için analiz etti.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Tüm dünyada gündemi gerek AB gerekse ABD gibi dev ekonomileri çökme tehlikesi  ile karşı karşıya getiren tarihi borç krizi yanında ortaçağdan kalma dini motifler taşıyan Norveç terör katliamı meşgul ederken, toplum terapisinde futbolun önemli rol oynadığı Türkiye’de ise gündemi hala şike skandalı meşgul etmektedir.

Bir yandan şike ile suçlanan klüp yöneticileri suçsuz olsalar dahi klüplerini zan altında bırakmamak adına ve dolayısıyla futbol fanatiklerini olumsuz etkilememek için istifa edip çekilmeyi hiç düşünmezlerken diğer yandan zanlıların poliste ifadeleri dahi alınmadan önce basında mahkum edilme anlayışlarının devamında güya gizli olan bilgilerin gazetelerde yayınlanma yarışına girişilmesi neticesi süreç UEFA nezninde riskli bir yola girmiş bulunmaktadır.

Dünya gerçekten tarihinin en büyük krizine karşı piyasalara ateşi söndürmek için basılıp sürülen trilyonlarca likit para ve alınan bunca önlemlere rağmen bu kez ülkeleri iflasa sürükleyen Borç Krizi ile karşı karşıya bulunmaktadır. AB'de Yunanistan’ın iflası ile başlayan ve Euro birliğini çökme riski ile karşı karşıya getiren süreç yaşanırken yıllardır başta işsizlik olmak üzere ortaya çıkan toplumsal sorunların kaynağının ucuz politikacılar tarafından göçmenlerin varlığına dayandırılma kolaylığı Finlandiya gibi en medeni olarak tanımlanan ülkelerde dahi dinci – ırkçı eğilimlerin filizlenmesine yol açmış bulunmaktadır.

Avrupa’da ırkçılık yeniden filizlenirken soğuk savaş döneminde düşmanlık imajı komünizmin yerini islam adına düzenlenmiş terör saldırıları neticesi bugün islam almış ve bu düşmanlık imajı 11 Eylül terör saldırısı sonrası zirveye taşınmıştır. Norveç katliamını yapan teröristin Marksizm ile İslam düşmanlığını birarada deklare etmesi bu gelişimi sembolik olarak ortaya koymuş bulunmaktadır.

AB borç krizinde devrilen ilk domino taşı özelliği taşıyan Yunanistan’a öngörülen 200 milyar Euroyu aşan yardım paketinde “esas amacın” aynen ABD’de Mortgage skandalına benzerlik taşıyan güya yüksek Rating notlu ama gerçekte karşılığı olmayan Yunan bono ve tahvillerine yüz milyarlarca miktarlarda yatırım yapan başta Almanya olmak üzere Fransa ve diğer Batı Avrupa bankalarını kurtarma operasyonu olduğu bilinmektedir. Ancak Yunanistan dominosu sonrası devrilme riskleri bulunan diğer PİGS + İtalya dominolarının yıkılması durumunda Avrupa finans sisteminde yaratacağı zararın Euro birliğini çökertecek boyutlara erişmesi ihtimal dahilinde bulunmaktadır.

13.2.2008 tarihinde “ Adım Adım global krize giden süreç” yazısı ile Dünya Online’de başlayan  yazı serimizde dünyada Mega Kriz patlamadan daha 9 ay önce krizin takibi ve anatomik bütünlüğü hakkında tam açık ve net fikre sahip olmayan okuyucular için anlaşılır bir dil ile konu özetlenmiş, krizin patlamasından 3 ay önce 18.7.2008’de ise bu yazıda verdiğimiz aynı başlık altında gelecek olan fırtınanın haberi verilmiş bulunmaktaydı. Maalesef daha o zamanlar dile getirilen birçok konu bugün hala geçerliliğini aynen korumakta olup, durum daha vahim sonuçlara doğru yol almaktadır. O zamanlar bu krizi 'hayatımın en büyük krizi' olarak tanımlayan ünlü yatırımcı Soros dünyanın bugün gelmiş olduğu noktada herhalde para kazanmasına rağmen duruma daha fazla dayanamadığından Hedge Fonunu kapatma kararı almış bulunmaktadır.

2008'den bu yana dünyada hüküm süren Mega Krizin bu gün eriştiği son nokta ülkelerin içinde bulunduğu Borç Krizidir. Japonya’dan ABD’ye, İsrail’den İrlanda’ya kadar  istisnalar dışında hemen hemen tüm dünya ülkeleri borç krizi içerisinde yüzerlerken “bu borçların alacaklıları kim olduğu” hususunun hiç sorgulanmaması ironik bir durum arz etmektedir.

Dünyanın bu güne geldiği noktaların temelleri 19. yüzyılın başlarına kadar gitmekte ve ard arda yaşanan 2 dünya paylaşım savaşı sonrası Anglo-Saksonların “yeni dünya düzeni” olarak ortaya koyduğu Neo-Liberal / Borç – Tüketim ekonomik modelinin ortaya çıkması ile herşey başlamış bulunmaktadır. Bu ekonomik model sınırsız tüketimi teşvik ederken ekonomik büyümeyi esas alan ve bir anlamda yöneticilerde siyasi maharetlerden öte çok ciddi ticari maharetleride gerektiren borç yönetim ekonomisidir.   Bu ekonomik model 70’li yıllardan itibaren ABD’de başlamış daha sonra 80’li yıllarda Türkiye dahil Avrupa’da uygulamaya sokularak 90’lı yıllarda komünizmin çökmesi sonucu hızla küreselleşen dünyada zirve yapmış bulunmaktadır.

ABD’de yaşanan ve ABD’yi temerrüde düşürme riski ile karşı karşıya bırakan borç krizi dünyada dönüşüm iddiası ile başkanlığa gelen Obama’yı çaresizlik içinde şaşkına çevirmiş bulunmakta olup, bu süreç ABD’nin yönetiminde yol açması muhtemel olan sonuçları itibarıyla gerçekte sadece ABD tarihi için değil Çin ve Hindistan'ı da kapsamına alan dünya tarihi içinde bir dönüm noktası olma özellikleri taşımaktadır.

Bu sistemde toplumların ürettiklerinin kat kat üzerinde tüketip insanların gerçekte hak ettiklerinin çok üstünde refah düzeyinde yaşarlarken “akan ithal borç paranın” nerden geldiğini düşünmeyip hiç hesaplamayan ülkelerin üstelik borç sistemine yabancı ellerde acemice yönetilmesi durumunda ekonomilerinin iflas noktalarına kolayca gitmeleri Yunanistan örneğinde açıkça görüldüğü üzere mümkün görünmektedir.

SONUÇ :

Dünyada halen hüküm sürmeye devam eden Neo – Liberal ekonominin avantajlarının başında, borcun akıllı yönetilmesi durumunda ülkeler bazında siyasi sonuçlar getirebilecek çok ciddi ekonomik büyüme rakamlarına ulaşılmasının mümkün olması geliyor. Bütün dünyada hakim duruma gelen bu siyasi-ekonomik konjonktür gereği ülkeleri klasik ulusal devlet politikaları ile yönetmek artık imkansız hale gelmiş bulunmaktadır.

Dolayısıyla küreselleşmenin, borç krizinin ve güvensizliğin sembolü olan emtia fiyatlarının zirve yaptığı dünyamızda ülkeler bazında gittikçe daralan oyun alanları içerisinde ülke lehine satranç misali başarı çizgileri yakalamak gerçekten artık diplomasinin çok ötesinde dikkat, tecrübe, kıvraklık kısacası ustalık gerektiren bir durum arz etmektedir.

Dünyanın içinde bulunduğu bu kriz sonrası Rusya gibi petrolün avantajlarını yaşayan “hesaplı” ülkeler dışında borcun iyi yönetildiği ve ekonomilerinin temelleri AB’yi sırtında taşıyan Almanya örneğinde görüldüğü üzere üretim-ihracat temelleri üzerine oturtulmuş ülkelerin kriz süresince iç tüketimi, dolayısıyla reel sektörü teşvik ederlerken ithal tüketimi bilinçli kontrol altında tutmayı başararak ciddi tasarruflar sağlamaları halinde oldukça avantajlı çıkacaklarını öngörmek mümkün olmaktadır.

Bekir Kavruk Hakkında Bilgi ve Eski Yazıları

 

Bu konularda ilginizi çekebilir