Hükümet yeni ama sınav aynı

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yerküremiz üzerindeki yüzlerce ülkeyi “kuzey ülkeleri” ve “güney ülkeleri” olarak iki ana kümede sınıfl amanın, ihmal edilebilecek sayıdaki istisnalar dışında, pek çok analiz ve karşılaştırma açısından anlamlı sonuçlar verdiği genellikle kabul edilir. Davranış özellikleri bağlamında bakıldığında güney ülkelerinde ve özellikle bunların doğu kültür kümesine ait olanlarında, geçen aylardaki bir yazımda da değinmiştim, söylenenler ile gerçekte düşünülen ve istenilenler arasında önemli farklar ortaya çıkabiliyor. Ekonomik ve mali politikalar alanında biz bunları genellikle planlar ile uygulamaların farklı olmasına yoruyoruz ama bu sapmaların süreklilik kazanması ve doğal karşılanması, geri planda toplumsal yapı ile ilgili faktörlerin aranmasını gerektiriyor. Sadece Türkiye’de değil, yükselen fakat kırılgan ülkelerin tümünde ekonomik performansın dalgalanması ve büyümenin kesintiye uğraması irdelenirken salt politikaların isabetini değil, bunların toplumsal yapı ve beklentiler ile uyumunu da dikkate almakta yarar var. 

Hedefler yeni değil 

Yeni hükümet’in programının ilk ipuçlarını yeni Başbakan’ın ağzından dinlerken, bu ikilem ister istemez yine aklıma geldi. Gerçi bizim ortalama siyasetçi profiline göre alışılmışın ötesinde entellektüel özellikleri olan Davutoğlu’nun bu ciddi kariyer fırsatını en iyi şekilde değerlendirmek isteyeceği, bunun için elinden gelen çabayı göstereceği açık. Ancak büyük ümitler vererek başladığı Dışişleri Bakanlığı’ndaki performansı, politikalarının fizibilitesi konusunda fazla iyimser davrandığı, böylece gereksiz riskler doğmasına yol açtığı kuşkularını yaygınlaştırmıştı. Neyse ki benzer risklerin ekonomide doğması ihtimali, açıkladığı kabinede ekonomi sorumluluğunda önemli bir değişiklik yapılmayacağı ve başta Babacan olmak üzere bugüne kadar başarılı bir performans gösteren ekibin görev başında kalacağı belli olunca ortadan kalktı ve herkes rahatladı. Tabii ki bu rahatlamanın daha çok işlerin daha kötüye gitmeyeceği anlamında olduğunu, yoksa uzun zamandır önümüzde olan yapısal dönüşüm ve yeni büyüme stratejisi ihtiyacının hala el atılmayı beklediğini unutmamak gerekir. Hatta bu hükümetin önündeki en önemli gündem maddesinin hala yeni bir ekonomik program ve reform paketi olduğunu söylemek hiç de abartma sayılmaz. 

Bu öncelikli noktayı vurguladıktan sonra yeni Başbakan’ın hükümetin programı ile ilgili olarak değindiği başlıklara göz atalım. Sayın Davutoğlu, 2002 sonrasındaki programın ekonomideki potansiyeli ve atıl kapasiteleri canlandırdığını, şimdi sıranın ikinci ekonomik sıçramaya geldiğini vurguluyor. Ardından da bu yeni dönemin temel unsurlarının insan kaynağının niteliğini ve üretilen katma değeri yükseltme, eğitim reformuna ve araştırma geliştirmeye odaklanma olduğunu belirtiyor. Aslında büyük ölçüde yapısal dönüşüm sürecine ilişkin bu hedefl ere sıranın bugün değil, en azından yedi yıl önce yani 2007 yılından beri geldiği kamuoyunda ve bu sütunlar da dahil medyada sürekli paylaşılan, ayrıca hükümet yetkilileri tarafından evvelce değişik platformlarda kabul edilen bir gerçek. Zaten 10’uncu planda da, orta vadeli programlarda da benzer hedefl er zikrediliyor. Yani yenilik programda değil, uygulamada ortaya çıkacak. Bu arada Başbakan’ın açıklamasında altını bir kez daha çizdiği ilk 10 ekonomi arasına girme hedefinin de, daha anlamlı olacak fert başına gelir sıralaması ile ilgili bir hedef ile yer değiştirmesi gerektiğini naçizane hatırlatmak isteriz. Yine konuşmada ekonomik programın vizyonu olarak belirtilen “Afro-Avrasya’nın en önemli üretim üssü haline gelme” hedefinin de, beş yıl önce Ekonomi Bakanlığı tarafından aynen fakat sadece Avrasya ile sınırlı olarak belirlenmiş olduğunu not etmek yerinde olur. Hedef koymak da kuşkusuz önemlidir ama bu aşamanın yıllar önce aşılmış olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. 

Vites değişikliği şart 

Zaten yeni hükümetin mesajlarında sıkça sözü edilen “Yeni Türkiye” mottosunun altının doldurulması da ancak bu ekonomik ve yapısal atılımın başarılması halinde mümkün olacaktır. Doğrusu şu anda içinde bulunduğumuz durum, hükümetin önündeki sınavın zorluk derecesini oldukça yüksekte tutuyor. Mevcut model içinde ülkenin iki önemli hedefini, yani büyüme ile istikrarı bir arada yakalamak giderek imkansızlaşıyor. Bir yandan tüketime ve ithalata dayalı büyüme giderek daha fazla dış borç gerektirerek çıkmaza girerken, kaynakların da başta inşaat olmak üzere verimliliği düşük yatırımlara yönlendirilmesi ve imalat sanayinin milli gelirdeki payının azalması, uzunca bir süredir alarm zillerini çaldırmakta. Geçenlerde DÜNYA’daki yazısında Alaattin Aktaş’ın özel sektörün dış borçlarıyla ilgili analizi de 2007 öncesinde kredilerin daha çok sanayi için kullanılırken 2007 sonrasında büyük ölçüde hizmetler sektörüne kaydığını gösteriyor. Nitekim son aylarda sanayideki kapasite kullanım oranları ve üretim endekslerinin gerilemesi de olumsuz gidişin sürdüğünü gösteriyor. 

Kaldı ki gerçekçi olmak gerekirse bugüne kadar ekonomi yönetiminin başarısı da, daha çok konjonktür politikalarında ve mali disiplinde sürdürdüğü performanstan kaynaklandı. Bu da, özellikle kriz sonrasında, küresel likidite bolluğundan esas itibariyle carry- trade ve kısa vadeli getiri peşindeki sıcak parayı cezbederek yararlanmayı, yani bir bakıma cari açığı finanse etmeyi kolaylaştırdı. Sıcak para ise, malum, sanayi yatırımlarına yönelmiyor. Kısaca sorunlarımızın çözümü, son zamanlarda yapmakta olduğumuz gibi döviz kuru ya da faiz araçlarının nasıl daha iyi kullanılacağı arayışı ile cevaplanacak kadar basit değil. Ekonomik anlamda da yeni bir Türkiye hedefl eniyorsa, yönetimin ciddi bir vites değişikliği yapması şart.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019