IMF Türkiye Temsilcisi Lewis'ten 3 önemli uyarı!

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ hakan.guldag@dunya.com

Mark Lewis… 
1962 İsviçre Zürih doğumlu… Swarthmore Üniversitesi mezunu… 
Harvard Üniversitesi’nde kamu politikaları yüksek lisansı yaptı… 
Fas Misyon Şefi… 
Kafkasya Bölgesi Bölüm Başkanı… 
17 yıldır IMF bünyesinde çalışıyor… 
4 yıldır da IMF’nin Türkiye Temsilcisi…

★ ★ ★

Lewis Eylül 2010’dan bu yana yürüttüğü Türkiye Temsilciliği görevini tamamladı… 
Yarın Washington’a dönüyor… 
Yerine Srikant Seshadri gelecek… 
Lewis ise bir başka Avrupa ülkesinde görev alacak… “Ama yazları mutlaka Türkiye’ye geleceğiz” diyor, “Biliyorsunuz eşim Türk. İki çocuğum var, onlar da yarı Türk doğal olarak. Bir ayağımız burada olacak…” 

★ ★ ★

Lewis ailesi Türkiye’den ayrılacağı için üzgün… “Hepimiz için Türkiye’de olmak çok keyif vericiydi. Çocuklar da çok iyi zaman geçirdiler. Ayrılıyor olmamız onları da mutsuz etti. Türkiye, akıllı ve nazik insanların yaşadığı, muhteşem bir ülke. Tarih, kültür, gastronomi her açıdan çok zengin…” 
Pek çok bölgesine gitmiş Türkiye’nin… 
Kars’tan İzmir’e… 
Sayıyor; “Bolu, Denizli, Erzurum, Mardin, Afyon, Urfa…” 
Siz bakmayın benim Afyon, Urfa diye kısalttığıma, o “Afyonkarahisar, Şanlıurfa” diyerek illerin tam adını söylemeye dikkat ediyor… 
“Çok istedim ama Gaziantep’e hiç gidemedim” diyor, “Diyarbakır’a da öyle… Fakat Antep mutfağını çok seviyorum. İnşallah her ikisine de gideceğim. Ama Türkiye’nin en yüksek noktasına çıktım. Bir süre önce Doğu Beyazıt’taydım. Ağrı tırmanışı için. Tavsiye ederim…” 

★ ★ ★

Tarih, kültür, yemek tamam da, bir IMF temsilcisi olarak nasıldı Türkiye’de görev yapmak? 
“Türkiye” diyor, “Bir iktisatçı için çok heyecan verici bir yer. Ben IMF’nin herhangi bir programı yürürlükte olmadan temsilcilik yapan ilk kişiyim Türkiye’de… Ama Türkiye son derece dinamik bir ekonomi. Her zaman ilginç bir şeyler oluyor burada. IMF’nin 188 ülkeyle ilişkileri var. Ve tek ilişki biçimi bir programa, borç alıp vermeye dayananlar değil. Örneğin, ABD, Rusya, Çin ya da Fransa ile de böyle ilişkilerimiz var. Ayrıca bu süreçte Türkiye ile ekonomik politikalar konusunda bizim 4. madde görüşmeleri dediğimiz çerçevede istişarelerde bulunduk. Aynı zamanda eğitim ve araştırmalar konusunda da güzel işbirliklerimiz oldu. Ama Türkiye ile IMF arasındaki ilişkinin en önemli boyutunu bence global ekonomiye ilişkin işbirliği oluşturuyor. Türkiye küresel ölçekteki koordinasyonda önemli rol oynuyor…” 

★ ★ ★

Okurlarımız hatırlayacaktır… Kısa bir süre önce Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı’nın IMF İcra Direktörleri Kurulu’na atandığı haberini aktarmıştık… 
Lewis, Türkiye ile IMF ilişkilerinin borç alıp verme dışında farklı alanlarda gelişmesinden memnun. IMF’de yeni roller almasından da… “IMF’nin eşgüdüm sağlaması konusunda Türkiye’nin önemli yardımları oldu” diyor… 

Peki, Türkiye, söylendiği gibi IMF’ye borç veren bir ülke olacak mı? 

Öyle ya, Başbakan Erdoğan sık sık, Türkiye’nin IMF’ye borçlarının sıfırlandığını, bundan böyle Türkiye’nin “alan el değil, veren el” olacağını söylüyor. “Biz IMF’ye borç verecek duruma geldik” diyor. Acaba, IMF Türkiye’den para aldı mı? 

“Henüz değil” diyor Lewis, “Türkiye, IMF’ye ‘el veren’ 40 ülkeden biri olmak isteğini belirtti. Ama bir kullanım olmadı. Çünkü bir ek desteğe ihtiyaç olmadı. Ama ihtiyaç olduğunda isteyebiliriz. Çünkü Türkiye’nin bu yönde beyanı var…” 

★ ★ ★

Aklıma, Türkiye’nin IMF borcunu neden hızla kapattığına ilişkin tartışmalar geliyor. Sayıştay denetimi raporlarını açıklama zorunluluğundan kaçmak dahil pek çok neden ileri sürülmüştü o dönemde. Türkiye’nin ‘ucuz’ IMF kredisini kapatıp piyasadan borçlanması başka türlü açıklanamaz deniyordu. Lewis’e sordum: 
“IMF kredileri piyasadaki en ucuz, en uygun koşullardaki krediler midir?” 

“Bu neyle kıyasladığınıza göre değişir” dedi Lewis, “IMF’nin web sitesinde özel çekme haklarına ilişkin pek çok bilgi var. Oradan kıyaslamalar yapılabilir. Ama genel olarak söylemek gerekirse IMF kredileri piyasa koşullarına göre çok daha caziptir. Global finansal krizde bunun öneminin daha da iyi anlaşıldığını düşünüyoruz…” 

★ ★ ★

Sonra ekliyor: 
“Ben bugün sohbetimizde günlük ekonomi politikasıyla, konjonktürle ilgili olarak konuşmak yerine biraz geriye biraz da geleceğe bakmak istiyorum. Bir ülke IMF’den borçlanıyorsa o ülkede bazı zorluklar var demektir. Biz bütün üyelerimizin iyi bir performans göstermesini isteriz. Türkiye ile benim çalıştığım dönemde ilişkiler farklı oldu. Çünkü bir program yürürlükte değildi. Ama çok tartışma yaptık, iş dünyası ile sivil toplum kuruluşları ve basın ile… Büyük tabloyu anlamak için…” 

★ ★ ★

Soruyoruz: O tabloda ne gördünüz? Örneğin, hükümetin makroekonomik karnesi nasıl? 

“Biz derecelendirme kuruluşu olmadığımız için karne meselesine girmeyeceğim. Ama Türkiye ekonomisinin genel olarak iyi bir performans gösterdiğini düşünüyorum. Kamu finansmanı iyileşti. Bankacılık güçlü bir biçimde yoluna devam ediyor. Tabii ki, enfl asyon oranının daha düşük bir düzeyde olmasını arzu ederdik. Şunu da vurgulamak gerekir. Enflasyon sorununu Türkiye’de farklı ele almak lazım. Çünkü bu konu bir değişim geçerdi. Eski anlamının ötesinde bir anlam taşıyor artık. Türkiye’de eskiden enfl asyon bir makroekonomi sorunuydu ve istikrar ile ilgiliydi. Bugün ise rekabet gücüyle ilgili. Enfl asyon ne kadar yüksek olursa Türkiye rekabette o kadar zorlanacaktır. Ve Türkiye fiyat artışlarını ne kadar iyi kontrol edebilirse bu rekabet gücüne o kadar olumlu yansıyacaktır…” 

★ ★ ★

Ya bundan sonrası için… Neler söyleyebilir? 
“Bir kere” diyor Lewis, “Türkiye ekonomisi rüştünü ispat etti. Biraz önce söyledim, hem kamu maliyesi hem bankacılık sektörü güçlü. Türk insanı akıllı ve becerikli… Bunları öylesine söylenmiş sözler olarak düşünmeyin ve yabana atmayın. Bunlar son derece önemli Türkiye’nin geleceği için. Gerçekten iyi bir ekonomik temel oluşturuyorlar. Ama diğer yandan, önümüzdeki dönem küresel ekonomi için zor bir dönem olacak. Bu çok net! Ve bu zor dönem öngörülerimize göre çok kısa süreli de olmayacak. Gelişmekte olan ülkeleri de etkileyecek bir süreç bu. Tabii Türkiye’yi de…” 

★ ★ ★

Sonra bizim sormamızı beklemeden kendisi devam ediyor: 
“Türkiye bu süreçte ne yapabilir diye sorarsanız, üç şey önerebilirim: Birincisi, biraz önce bahsettiğimiz konu; enfl asyon. Bu konuda Türkiye’nin işi sıkı tutması rekabet gücü için çok önemli. Ve unutmayın, bugünün dünyasında her şey rekabet gücü için… 

İkincisi, tasarrufl arın artırılması... Belki çok işittiniz bu konuyu. Biliyorum sıkıcı bir konu ama bir o kadar da önemli. Neden derseniz, iki açıdan; 

Bir, Türkiye büyümek istiyor. Büyümek için yatırım lazım. Yatırım yapmak için ise tasarrufunuzun olması lazım. Tasarruf yoksa ya da yetersizse o zaman çok isteseniz de büyüme üzerine bir baskı geliyor. 

İkinci önemli nokta; cari açık... Tasarrufunuz yoksa ama yatırımlara bir şekilde devam ediyorsanız bu eninde sonunda cari açığa yol açıyor. Tabii cari açık sadece Türkiye’deki bir sorun değil. Ancak mesele şu ki, cari açık çok büyürse bu ekonomide ve mali yapıda kırılganlığa yol açıyor. Onun için orta ve uzun vadede Türkiye’nin tasarrufların artırması son derece kritik bir konudur. Hem istikrar, hem yatırım ve büyüme için önemli…” 

★ ★ ★

Üçüncü öneri? 
“Yapısal sorunlara ve reformlara önem verilmesi” diyor Lewis, “İyi bir performans gösteren Türk ekonomisinin daha rekabetçi olması gerekiyor. Bu da sadece Türkiye için geçerli değil. Başka ülkelerin de daha rekabetçi olmak diye bir dertleri var. İşte bu noktada yapısal reformlar önem kazanıyor. Yanlış anlaşılmasın. Türkiye’de hiç yapısal reform olmuyor diye bir şey söylemiyorum. İzliyoruz; bir taraftan bazı yapısal reformlar yürüyor. Ama burada kritik soru şu: Ne kadar hızlı yürüyor?” 
Hemen soruyoruz: 
Hangi yapısal reformlar size göre daha önemli? 

“Bana göre en kritiği eğitim reformu” diyor, “Daha yüksek katma değer üreten bir ülke olmaya doğru geçiş yaparken Türkiye’nin bu alanda sıkı bir reforma ihtiyaç duyduğu ortada. Eğitim uzmanı değilim. Konuyu benden çok daha iyi önerilerde bulunabilecek uzmanlara bırakmayı tercih ederim. Ancak tüm dünyada gördüğümüz bir şey var: Daha yüksek bir ligde oynamak, katma değeri daha yüksek bir üretimi gerektiriyor. Bu da ancak toplumun eğitim ve genel olarak beceri düzeyinin artırılması ile ilgili. Yüksek gelirli olmak için yüksek eğitim gerekli. İktisatçıların, ‘eğitim reformu’ yerine ‘beşeri sermayenin gelişmesi’ olarak kavramlaştırmaları belki de bu nedenledir…” Başka? 
“İş yapma ortamının iyileştirilmesi için de bazı reformlar gerekiyor. Aynı zamanda iş gücü piyasasının iyileştirilmesi gerekiyor. Kayıt dışı ile mücadele önemli. Aslına bakarsanız, Türkiye’nin entelektüelleri ve iş dünyası bütün bunları biliyor ve önemsiyor…”

İnşaat kalkınma için çok önemli ama… 

• Türkiye’de büyümenin çok fazla gayrimenkul rantına ve inşaata dayandığı, faiz politikaları dahil, ekonomi politikalarının inşaatı canlandırmaya yönelik kurgulandığı, oysa ağırlığın üretimi geliştirmeye verilmesi gerektiği yönünde eleştirileri var. ‘Türkiye sanayileşemeden, hizmet sektörüne kaydı. Özel güvenlik görevlileri ile site bekçileri ile istihdam yaratılıyor. Sanayi ise sürekli güç kaybediyor. Yatırımlar üretimden uzaklaşıyor’ deniyor. Size göre bu Türkiye ekonomisi için bir risk mi? 
“Geleceğe bakarken bu konuya eğilmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Özellikle yüksek gelir ligine atlamak isteyen bir ülkenin bu konuları tartışarak ele alması doğrudur. Örneğin Güney Kore gibi… İnşaat işleri ise tabii iki sürecek. İnşaat, gerçekten kalkınma için çok önemli. Ama Türkiye’de inşaat az mı, çok mu, o konuya girmek istemem. Ancak, girişimcilerin enerjisinin ekonomik olarak getirinin fazla olduğu yöne doğru olduğu iktisatçıların iyi bildiği bir gerçektir. 

Türkiye cari açığı küçülterek güçlenir… 
• Türkiye’nin ekonomik geleceği konusunda görüşünüz nedir? 
Bu konuda görüşüm pozitif. Ancak soru şudur: Ne kadar pozitif? Benim vurgulamak istediğim şey, özellikle yapısal reformların pozitifl iğinin artmasına çok yardımcı olabileceğidir. Şu andaki küresel ortam riskler ve zorluklarla dolu. Türkiye’nin bugüne kadar ki deneyimi bu riskleri yönetmekte başarılı olduğunu gösteriyor bize. Ama risk deyince iş sonunda gelip cari açığa dayanıyor. Türkiye’nin cari açığı bir gerçektir ve bu cari açığını finanse etmek zorunda. Bunu da bugüne kadar başarıyla yürüttü. Ancak aynı zamanda cari açığını küçültebilirse Türkiye küresel riskler karşısında daha da güçlü olacak. 

Borçlanmada sorun hacimde değil hızda… 
• Kamu borçları azaldı ancak onun yerini belki misliyle özel sektör borçları aldı. “Risk yer değiştirdi ama Türkiye’nin borçluluğu devam ediyor” yorumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Borçlanma devam edecek tabii. Borçlanabilmek önemlidir. Ve bu kalkınma için iyidir, istihdam için iyidir… Sıkıntı nerede olabilir? Hızda… Borçların çok hızlı büyümemesi gerekir. Bu şüphesiz kamu için olduğu kadar özel sektör için de geçerlidir. Bugün bankacılık verilerine bakarsanız, Türkiye’de krediler gayri safi milli hasılanın yüzde 60-65’i kadar. Bu borçluluk düzeyi uluslararası standartlara göre çok yüksek değil. Ancak, diğer ülkelerin tecrübesinden de görüyoruz ki, borçlanmanın hızlı artışı risk oluşturuyor. 

Türkiye’nin ihracat performansı iyi…
 • Suriye, Irak, Filistin… Türkiye’nin etrafında pek çok sorun var. Nasıl etkileyecek sizce? 
Ortadoğu’da yaşananlar bir insanlık dramı. Bunun ekonomi üzerinde, özellikle ihracatta reddedilemeyecek olumsuz etkileri var. Ancak sevindirici biçimde Türkiye’nin Avrupa’ya ihracatında bu dönemde artış, hatta etkileyici bir artış görüyoruz. Biz IMF olarak Avrupa’nın büyüyeceğini öngörüyorduk. Ama bunun yavaş bir hızda olacağını öngörüyorduk. Gerçekten de Avrupa’da bu yılki ortalama büyüme beklentimiz yüzde 1 düzeyinde. Öte yandan, Türkiye’nin Avrupa’ya ihracatının ise yüzde 6 ile 8 gibi çok daha yüksek bir hızda arttığını gözlemliyoruz. Bu yıl Türkiye’nin ihracatının kötü bir performans sergilemeyeceğini öngörüyorum. İşte biraz da bu gelişmelere bakarak, Türkiye ekonomisinin küresel ve bölgesel ölçekte ne yaşanırsa yaşansın, dayanıklılık ve esneklik gösterdiğini söylüyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar