İş dünyasının kalecileri

Ali Argun KARACABEY
Ali Argun KARACABEY VERİDEN BİLGİYE argunkaracabey@arel.edu.tr

Ülkemiz kurumlarında, futboldaki kalecilerin yalnızlığını ve kaderini paylaşan bir grup var. Yoğun mesai harcayan, çoğu gece gündüz demeden çalışan, yaptıkları işin kıymeti gerektiği kadar bilinmeyen, ancak istenmeyen gerçekleştiğinde veya daha açık bir ifadeyle hizmet aksadığında fark edilen kişiler bunlar. Tahmin edenler olmuştur, bilgi işlem çalışanlarından bahsediyorum.

Bilgi işlem teknolojisinin günlük ve çalışma hayatımızdaki rolünü artık çok doğal kabul ettiğimiz, örneğin interneti (aynı elektrik gibi) modern hayatın bir gereği gibi gördüğümüz için onun varlığı değil yokluğu bizim dikkatimizi çekebiliyor. Bu yüzden ancak internetimiz kesilince, çalıştığımız kurumun bilişim alt yapısında bir sorun yaşadığımızda fark ediyoruz bilgi işlem çalışanlarını. 

İşletmeler açısından da bu durum çok farklı değil. Bu nedenle de, bilgi işlem birimleri çoğu işletme yöneticisi ve sahibi için bir maliyet merkezi olmanın ötesine geçemiyor. Halbuki bu sayfalarda çok fazla örneğini gördüğümüz gibi tüketicilerden başlayan değişim iş anlayışını da değiştiriyor. Müşteri ilişkileri yönetiminden üretim planlamaya, finansal kararlardan üretime kadar her şey aslında bu birimdeki arkadaşların desteğine muhtaç. Bu muhtaçlık gün geçtikçe daha da büyüyor. 

Çoğu kurumumuz bu ihtiyacın yeterince farkında olmasa gerek ki, benim tespit edebildiğim kadarıyla bu birimdeki çalışan devir hızı, birçok birimden daha yüksek. Ne zaman yöneticiler bilgi işlem birimlerini destek birimi olarak görmekten vazgeçer ve strateji oluşturma esnasında onlara da yer verir, ancak o zaman bu birimler ve bu birimlerdeki çalışanlar gerçek değerlerine ulaşabilirler. Aynı zamanda bu anlayışı içselleştiren şirketler farklılıklarını da açıkça ortaya koyabilirler. 

Bilişim teknolojisinin kullanımı dediğimiz zaman ister istemez ilk aklımıza gelen dijital ve mobil hayat.

Hemen her işletme dijital hayatın artık bir zorunluluk olduğunun farkına vardı. Bu farkındalığın etkisiyle hepsi dijital hayatta var olmak istiyorlar. İşte sorun da bu noktada çıkıyor. Dijital hayatta var olmaları değil, onu kullanmaları gerekiyor. 
Belki bu bir kültür ve bu kültürün oluşumunu en temelden, bireyden ele almak lâzım. Çoğumuz en ileri teknoloji ürünü bilişim araçlarına sahibiz ama bize sağladığı veya sağlayabileceği olanakların ne kadarını kullanıyoruz? Kuşkusuz daha önce de bahsettiğim Y kuşağı ve onları takip eden kuşaklar için durum biraz daha farklı. Onlar teknolojiyle daha yakın bir ilişki kurmuşlar. Z kuşağı ise onlardan da bir adım önde ve her işlerinin içine teknolojiyi çok da sıradan bir şekilde yerleştirebiliyorlar. 

Şu anda suyun başını tutmuş olan daha önceki kuşaklar için teknoloji kullanımı biraz daha farklı.

Pişmiş aşa su katılmaz mantığıyla, işlerimizi alışıldık biçimde götürmeye çalışırken, ek bir faaliyet olarak teknoloji tabanlı işlere de girişiyoruz. Güzel bir çaba olmakla beraber, nüfusumuzun yarıdan fazlasının Y ve Z kuşaklarından oluştuğunu düşününce yeterli olmadığını söyleyebiliriz.  Örneğin, bu gençlerin çok da ilgili olduğu eğitim sektöründeki duruma bir bakalım. Hemen bütün üniversiteler uzaktan eğitim adı altında yeni programlar geliştiriyorlar. Yani normal-klasik eğitim düzenlerine devam ederken, bununla hiç karıştırmadan bir yandan da teknoloji tabanlı yeni bir eğitim modeli kuruyorlar.

Bu gelişme güzel ama asıl ihtiyaç klasik (örgün) eğitim sistemi içine teknolojiyi dahil edebilmekte. Buna ilişkin güzel örnekler ortaya çıkmaya başladı bile. Örneğin MEF Üniversitesinin uygulayacağını duyurduğu “flipped classroom” güzel bir örnek. Aynı eğitim kurumları gibi, nihai tüketiciye dönük olanlar başta olmak üzere bütün işletmeler, teknolojiyi mevcut işleyişlerine nasıl entegre edebileceklerini oturup düşünmek zorunda artık. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Abone 13 Mayıs 2019
Paylaşım ekonomisi 29 Nisan 2019
Eğitimde değişim 18 Mart 2019
Sistem bozucular 21 Ocak 2019
Dijitalleşme, ama nasıl? 31 Aralık 2018
Dalgalar ve Atatürk 21 Mayıs 2018