İş hanı garajın yerini tutar mı?

Murat YILDIZ
Murat YILDIZ TEKNO STRATEJİ myildiz@dunya.com

Bilişim sektörü açısından en ikonik yerlerden biri de evlerin garajlarıdır. “Born in a garage”, yani bir garajda doğdu sloganını sık sık kullanan şirketler bugün dünya devleri arasında yer alıyor. Farklı türevleri de yok değil. Mesela bir zamanların en meşhur bilgisayar markalarından biri olan Gateway, “Born in a barn” yani ahırda doğdu sloganın kullanıyordu. Firmanın logosu da siyah benekli bir inekti. 90’ların sonunda internet patlaması ile birlikte ortaya çıkan şirketlerin ortak özelliği ise “born in a dorm” yani yurt odasında doğru sloganıdır. Facebook, Google benzeri şirketlerin çoğu üniversite arkadaşlarının yurt odalarında programlayarak geliştirdikleri web sitelerinden oluşuyor. Bu şirketler daha sonra büyük yatırımlar alarak büyümeyi başardılar. 

Benim bilişim sektörüne profesyonel bir editör olarak girişim 1994 yılıdır. O yıllarda internet bugünkü anlamda yoktu. Sabah e-postalarımızı alır, akşam da gönderirdik. Yani günde iki kere internete bağlanıp, yalnızca mesaj gönderebiliyorduk. Şimdiki anlık mesajlaşmanın yerinde ise sonraları giderek popülerleşen chat odaları ve ICQ vardı. Ancak bilişim sektörü dediğimizde aklımıza yalnızca donanım ürünleri gelirdi. Türkiye’de bilişim sektörünün kalbinin attığı İstanbul’da da 3 lokasyon vardı: Mecidiyeköy ilçesi, Yazıcıoğlu ve Doğubank iş hanları. 

Yani günümüzde kullandığımız tüm bilgisayarların, tabletlerin, cep telefonlarının üreticileri ilk şirket kurulumlarını ve geliştirmelerini garajda, ahırda ya da yurtta yaparken, bizim sektörümüzün çalışanları bu işin ticaretini yapıyor, diafonla müşterisine çay ocağından sipariş geçiyordu. Onlar yeni ürünler geliştirip, dünyayı nasıl değiştiririz diye düşünürken, biz artan kiralardan, vergiden, ithalat sorunlarından ya da işlemci, RAM siparişlerindeki daralmadan şikayet ediyorduk. İş hanlarında hemen hemen aynı ürünler onlarca tezgahta satılırken, bir alt sokakta binlerce dolarlık yazılımlar önce disketler sonra da CD ve DVD’ler ile birkaç liraya satılmaya devam etti. Ve maalesef bu dönemde bu işlerden para kazananlar, bu paranın bir kısmı ile yeni ürünler geliştirmek ya da en azından katma değerli servisler vermek için çaba göstermediler. İthalat yaparak zengin olan firmalar da yine bilişim sektörünün dinamikleri sebebiyle e-ticarete, mağaza zincirlerine ve teknolojinin değişmesi ile birlikte sürekli değişen fiyatlar ayak uyduramayıp iflas ettiler. 

90’ların sonunda gerçekleştirdiğim yurt dışı seyahatlerimde ilk defa teknoparkları, kuluçka merkezlerini, melek yatırımcıları ve risk sermayesi ile kurulmuş şirketleri gördüğümde gıpta etmiştim. Bugün haberleşme, lokasyon takibi, mobil pazarlama ve TV servislerinin birçoğunun o zamanlar birkaç öğrencinin girişimi ile geliştirilmeye başlandığını ve bunlara ciddi yatırımlar yapıldığını görmüştüm. Şimdi o şirketlerin giderek büyümesini ve teknolojilerinin günlük hayatımıza girmesini izliyoruz. Umuyorum Türkiye’de gündemini hızla daha da önemli hale getiren teknoparklar, girişimciler ve yatırımcılar çok güzel işlere imza atarlar ve bilişim sektörümüz tüm dünyaya yayılan ürünler geliştirmeye başlayabilir. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Yerli ve milli teknoloji 25 Mayıs 2019