Kasaba değerlerini her alanda aşmalıyız

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Ayırma, uzaklaştırma ve yalıtma yoksullaştırıyor; katılım, paylaşım ve işbirliği zenginleştiriyor.
Üretim, ulaşım ve iletişim alanındaki gelişmelerin yarattığı hiper bağımlılık koşulları, kentleşmenin hızlanması, toplanma sürecinin hız kesmeden illerlemesi yaşam biçimi ve yaşam tarzlarımızı köklü biçimde değiştiriyor. Kentsel alanlarda insanların birbirlerinin yaşantılarını yakından gözleyebilmesi, dar anlamda "mahalle baskısı", geniş anlamda "büyük gözaltı" yaratıyor.

Değişmeler toplumu yönetmenin tekniklerini çeşitlendiriyor, uygarlığın temelini oluşturan hukuk sistemleri, yerel değerleri aşarak küresellleşiyor ve ortak değerlere dayanıyor. Ahu Özyurt'un Radikal'deki haberi hukuk alanındaki türdeşleşmleninin hangi düzeye geldiğinin kanıtı: Amerikan Yüksek Mahkemesi' nin hakimlerinden Stephen Breyer geçen yıl aralık ayında Monaco'da Dünya Politik Formu'nda açıkladığı görüşlerini bu yıl Washington'da yıllık Uluslararası Hukuk Konferansı'nda daha üst düzeylere taşıyor(1).

Hakim Breyer'e göre, dünya hukuk sisteminde hakimlerin önemi artıyor. Hakimler, uluslararası hukuku yönlendirecek kararlara daha çok imza atıyorlar. Bu eğilim nedeniyle hakimlere 'yerel düşünün ama dünya ile birlikte karar verin' çağrısı yapılıyor.

Uluslararası hüküm vermenin yaygınlaşması,kendi değerlerini korumak için başka ülkelerdeki yüksek ahkeme kararlarını izleme ihtiyacını da artırıyor.

Yüksek yargıcın açıklamalarından,mahkemelerin giderek türdeşleştiklerini gösteriyor. Amerikalı üst düzey yargıcın saptamalaırna göre, anyasalar dünyanın pek çok yerinde aynı temel değerlere dayanıyor. Üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin iç bütünlüğünün yarattığı karar ve kurumların yeniden yapılanmasındaki hızlanma,gelecek iddiası olan toplumlarda  başta hukuk olmak üzere bütün alanlarda reform gündeminin konularını artırıyor.

Hukukun uluslararası nitelik kazanması, yeniden yapılanma ihtiyacı, yeni işlevler üstlenmesi, etkilerinin kapsam alanının genişlemesi gelecek inşasının çok temel sorunlarından birini oluşturuyor.
Sosyo-ekonomik ve teknik alanlardaki gelişmeler,başlangıç evresinde, ortaya bir dizi yeni kavrayış biçimi çıkarıyor. Bazı değerler ayrışırken, zaman içinde ayrışan değerler kendi iç bütünlüklerini yaratan "yeni normalini" oluşturuyor.Doğa gibi, sosyo-ekonomik yaşam da "kritik eşikte durmayı" sevmiyor. Kuvvet yasaları harekete geçerek, farklı bileşen ve bağlamları ile yeni normala doğru evriliyor.

Hukuk sistemi başta olmak üzere,bütün sosyo-ekonomik gelişme alanlarında "çözülme ve yeniden örülme sürecinin" yarattığı fırsatları ve tehlikeleri yakından izlemek; korku, güven, kayıtsızlık ve bağlılık etkenlerini dikkate almak, gelişmeler baskın hale gelmeden olası önlemleri öngörmek gerekiyor.

Dışa ve dünyaya açılma

Ulaştığımız aşamada,gelişmeleri yönlendirebilmemiz için "dışa ve dünyaya açık durma" etkili bir araç olarak gözüküyor. Oysa geride bıraktığımız klasik sanayileşme aşamasında, "yalıtarak değer tekeli yaratma" hakim anlayışlardan biriydi.İlkeli ya da ilkesiz gizlililik bir icadın, yeni bir araç-gerecin ya da metodun yalıtılmasını, saklanmasını ve yarattığı avantajının korunmasını merkezi düşünce olarak kabul ediyordu.

Bilgi Toplumu aşamasında ise "sınırlı şeffaflıktan sınırsız şeffaflığa, karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinde ise sınırlı bağımlıktan hiper bağımlılık aşamasına geçiş süreci" hızlanıyor. Bu yeni yapılanmanın yarattığı yaşam biçimleri ve yaşam tarzları, dışa ve dünyaya açık rekabet koşullarına uyumu çok önemli bir yetenek olarak karşımıza çıkarıyor. Eğitim-öğretime, yani insanı gelişmeye yapılan yatırımların küresel rekabete açık gelişme yaratmada hayati önem sahip.

Hukuk algısından, rekabet gücünün odağına yerleşen inovasyon becerisine belli bir düzeye ulaşabilmemiz için klasik sanayi döneminden kalma "yalıtarak koruma" anlayışına saplanan toplumlar "kasaba değerlerini" aşamıyor; "orta gelir tuzağını" kırarak gelişmiş ülkeler kervanına katılamıyor.

Rekabet gücünün odağında yer alan inovasyonla ilgili tartışmalar, dışa ve dünyaya açık bir tutum benimsemenin gereğini ortaya koyuyor."Açık inovasyon" uygulamalarının daha verimli sonuçlar yaratatığına ilişkin bulgular her geçen gün artıyor. Berkeley' den Prof. Henry Chesbrought "açık invasyon" kavramını tedavüle sürdüğünde ne demek istediğini anlayanlarımızın sayısı çok fazla değildi. Firmaların salt kendi araştırma etkinliklerine bağlı kalmalarının yeterli olmayacağı, dış kaynağa yönelmek gerekeceği, lisans anlaşmaları ve patent satın almalarının hızlandırılması ile dışa açılmanın ölçek büyüteceği üzerinde duruluyuyordu.Geldiğimiz aşamada,gözlemciler arasında açık inovasyonun gelişmeleri daha hızlanadırdığı kanısı yaygın. Kavramın mefhumu mahalifi olan "kapalı inovasyon" ise bilginin büyük kümesinin ya da tümünün çok sınırlı dış kaynak kullanarak üretilmesi, büyük çoğunluğun iç kaynak kullanımı ile elde edilmesi olarak tanımlanıyor(2); iş dünyasına kapalı inovasyon algısını terketmenin yararlı olacağı tavsiye ediliyor.

Tarımdan  endüstriye,hizmetlerden diğer üretim kesimlerine, büyük işyerlerinden küçük ve orta ölçek yapılara kadar üretim sektörünün bütün katmanlarının dönüşmesi gerekiyor. Alışkanlıkla yönetimden analizle yönetime geçiş yapma, küresel dünyanın ürettiği büyük veriyi ehlileştirme, insan yaşamını kolaylaştırıcı fayda üretme temel insanı hedeflerin ilk sıralarına tırmanıyor. Bilgiyi anlayarak, anlamayı derinleştirmek, ürün içine sindirilmiş bilgi payını artırarak yaratılan farklılıklar yeni rekabet koşullarının olmazsa olmazı haline geliyor.

Hepimiz kabul ediyoruz ki, çağımızın temel eğilimlerden biri de "sınırsız şeffaflıktan sınırsız şeffaflığa" geçiştir. Sınırsız şeffaflık beraberinde "eşdeğerlilik ilkesine dayalı kurumsal ilişki" getirmezse eşitsizlik, haksızlık ve düzensizlik yaratan sonuçlar ortaya çıkıyor. O nedenle, ciddi bir hukuk sistemine dayalı yapılanmayla mal ve hizmetlerin eşdeğerliliği sağlanmalıdır ki orada çağdaş ticaret gelişebilsin.

Vasat toplum

Yeni ihtiyaçların yarattığı yeni bakış açılarını oluşturan değerler sisteminin önündeki engellerden biri de "kasaba değerleri" dir.

Uygarlıkları yaratan iki temel kapasiteden söz edilir : Entelektüel kapasite ve sistem kapasitesi. Entelektüel kapasitenin gelişmesini sınırlayan ,"bakış açısı"nı daraltan ve "bilinç düzeyini" düşüren etkenlerden biri de "kasaba değeri" dediğimiz ve gayri resmi normlardan oluşan algılarımızdır.
"Kasaba değerleri dediğimizde", içine kapanıklık, dünyayı bilmeme, yabancı dil ile iletişim kuramama, yabancı çalışmaları izleyememe, gelişmeleri sistemli izleme alışkanlığının olmaması, başkalarıyla tartışma sabrının olmaması,ortak mekanlarda insanları alıcı ruhla dinlememe, önyargı ve yerleşik doğruların selinde sürüklenme, her şeyi kısa bakışlı çıkarlar ölçüsünde değerlendirme, açık duelloyla yüzleşmeden kaçınarak pusu kurma ve arkadan vurma, iç tutarlılığına özen göstermeme, kurumsal denetimden kaçma, kuramı küçümseme, görüntüyü öze tercih etme, güçlü olana itaat, tabiyet ve sadakatı meşrep edinme, alternatifini düşünmeden reddetme ilkelliğini benimseme, zamanı ve zemini kollama bilincinden uzaklaşma, aynı kalıp sözcüklere dayalı ezberlerle açıklamaçlar vb. anlıyoruz.

Kasaba değerleri yaygınsa," Her şeyi vasatlaştıran bir toplum oluruz. Esnemeyen, değişmeyen,inatçı" (3). Kasaba değerleri, kendimizi anlamayı ve çevremizi kavramayı yavaşlatır; gelecekle ilgili plan yapma düşlerimizi törpüler ve "vasat toplum" olmanın iklimini oluşturur.
Kasaba değerlerinin çok temel zaaflarından bir diğeri de inanç sistemine ilişkin gerekli bilgi ve donanımlara sahip olmadan, eksik ve yanlış bilgileri davranışlarımızı yönlendiren gayri resmi normları çok fazla ön plana çıkarmasıdır. Kasaba değerleri, özünden uzaklaşan inanç değerlerini, düşünce özgürlüğünün önüne koyarak gelişmelere karşı tampon mekanizmalar yaratır.

Kasaba değerleri "komplocu yaklaşım"dan da beslenir. Ayrıntı bilgisi  eksikliği ve ayrıntıdaki dinamikleri anlayamama nedeniyle kasaba değerlerinin egemen olduğu ortamlarda komplo üretmenin kestirmeciliği alabildiğine yaygınlaşır. Ayrıntı özeni, derinlik analizi, bütünsel bakış kasaba değerlerinin olduğu yerde, kötü paranın iyi parayı piyasadan kovması gibi kovar. Geliştirici toplumsal değerlerin yerini kendi özgerçeklerini koyan kurnazlık değerleri alır.

Kasaba değerenin bir başka özelliği, olguları kuşatılabilir parçalara bölerek, indirgemeci bir mantıkla tek yönlü hükümler vermedir. İndirgemeci mantık, ayrıntıdaki dinamikleri kavramayan bir bakış açısı ile birleşince ortaya çıkan düşünce yapısı kasaba değerlerini yansıtır. İslam dünyasını derinden gözlemlemiş bir bilim insanımız, doğrudan kasaba değerinden söz etmese de anlatımı dolaylı olarak kasaba değerlerinden bir kesitini yansıtır: "...İslam uygarlığı hakkında büyük bir bilgisizlik var. Hayretler içinde kalıyorum. İslamın doğa bilimleri hakkında,matematikte, astronomide, fizikte, kimyada, coğrafyada, biyolojide ve minerolojide yaptıklarını nedense kimse bilmiyor. Biliyorum sananların bilgisi de yarım yamalak,yüzeysel. Bunu pek çok insan dinciliğin bir parçası olarak görüyor. Halbuki bu bir uygarlık sorunudur, uygarlk da insan tarihdeki gelişmenin bir parçası, hem de çok önemli bir parçasıdır."(4)

Eğer çağdaş uygarlığın üyesi olmak istiyorsak, kendi inanç değerlerimizi de derinliğine kavramamız gerekir. Sadece kendi inanç değerlerimizi değil, uzun zamandır "iki kültür arasında sınır bekçisi olmanın" sırtımıza yüklediği kültürel önyargıları aşmak için de başkaların inanç değerleri hakkında da ayrıntı bilgisi edinmek gerekir.

Kasaba değeri insanlığın ortak sorunudur; Batı'da geçmişte daha yoğun gözlenen, hala bugün tortuları ile yüzleştiğimiz kasaba kültürü değerleri varlığını koruyor. Batı'da yakın tarihte  İslamla ilgili toptancı değerlendirmeler de tipik bir kasaba değeri yansıması idi. Ünlü tarihçimizin dediği gibi, "İslam'ı sadece bağnazlık, kendi dinini ise bir kültür çerçevesi ile tarif edip asri medeneyietin öncüsü olduğunuzu düşünürseniz ve yirminci yüzyıldaki refahını dininizin 'esnekliklerine' bağlarsanız, tarihi realiteyi inkar etmiş olursunuz, kavga devam eder. 'İslam fundamentalist gruplar üreten din' dediğiniz zaman, on tane fundamentalist müslüman grubun bir Katolik Opus Dei örgütünün gücüne ve etkinliğine sahip olmadığını bilmeniz gerekir. Papalık ve milli hükümetler arasındaki bağları kendine göre yöneten böyle bir kuruluş İslam dünyasında henüz yok. Kurulmasına ve gelişmesine biraz da boşuna çalışılıyor. Ortadaki Rabitat-ül Alem'ul İslam gibiler ancak Opus Dei'nin güneşte kurutulmuşu olabilir. Dindar olsun ya da olmasın, kimse kimliğinden fedakarlıkta bulunmak istemez, bulunmaz da zaten. Ama kendi dini kimliği ile övünüp öbürünün kimliğini aşağılamayı ve ve kendi dinini mistizmin ve akide diye yücelttiği unsurları öbürünün dininde tehlikeli yobazlık belirtileri diye yaftalamayı kimse kabul etmez."(5)

Kasaba değerlerini inanç örgütleri ve küçük ölçekli yerleşim yerlerinin sorunu olarak da algılamamalıyız. Le Monde' da yapılan değerlendirmeyi alıcı bir ruhla anlamaya çalışmalı, "düşmanını öğretmen yap" ilkesini rehber edinmeliyiz.

Kasaba kültürünü aşmak, kent uygarlığının ilkeler, kararlar ve kurumlar aracılığı ile düzenlediği inanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğü arasındaki nüansı bilerek tavir geliştirmektir.

Bizim coğrafyamız oflan Ortadoğu'da bütün siyasi sistemin yenide düzenlenmesi gerekiyor. Konunun uzmanının şu saptamasını izleyelim:Körfez'den Atlantik'e doğru uzanan 22 ülkenin ekonomisi hasta. Afrika'da Sahra'nın güneyinin durumu ise içler acısı.Arap ülkelerine ilişkin toptan bir değerlendirme yapıldığında, içe dönük devletçilik, korumacılık ve rekabet alanı dışında kalma, milliyetçilik, karmaşık bürokrası, hızla artan nüfus gibi etkenler kasaba değerlerinin de gölgelemesi ile büsbütün verimsiz sonuçlar üretiyor.

Kasaba değerlerinin kuşattığı algılarımız, toplum olarak bir başka özelliğimizi daha öne çıkarıyor:"... 'analizci' değil, 'tepkici' olmasıdır. Tepkici olma eğilimi, olguların neden, niçin ve nasıl oluştuklarını araştırma yerine, sınırlama, yasaklama, ayırma ve çatışma tohumları atılmasına neden olur. Evimizin pisliğini halının altına süpürmenin 'temizleme' olmladığı gerçeğinden uzaklaşıtran bir anlayıştır 'tepkici' algılama.Tarihin sayfaları, tepkici anlayışın zenginlik üretmediğini, tam tersine yoksullaştırdığını kanıtlayan örneklerle doludur. İlginç örneklerden biri de Şarlken'in Kurtuba Camii'nin ortasındaki sütunları kırdırıp, bu ünlü anıtın simetrisini yok etme pahasına yaptırdığı katedralı kendisinin bile beğenmemesidir. Her tepkici harekette olduğu gibi, Şarlken'in tepkiyle ortaya koyduğu eser yıkılan şeye değmeyecek bir yavanlıktır(6).

Kasaba değerleri, küreselleşme sürecinin yarattığı çoklu düşünmeyi engellediği gibi, tarihin derinliklerinden gelen kültürler arasındaki kavganının büyümesine de yardımcı olabilecek dar kapsamlı ve engelleyici değerler kümesidir. Kasaba değerlerini aşarak, kapsayıcı kurumlara dayalı yeni bir uygarlığın eşit ortaklarından biri olacaksak, geniş pazarlara açılan, merkezi coğrafyasını işleten, dışa ve dünyaya açık, entelektüel kapasitesi gelişmiş insan kaynağına sahip, yüksek yenilikçi yaklaşımları benimsemiş, ileri düzeyde gelişmiş fiziki sermaye stoku ile rekabette şans eşitliği yaratan, yüksek düzeyde hukuki güvencelerle donatılmış sistemin sağladığı eşdeğerlilik ilkesini hayata taşıyan, güçlü bir orta sınıfla geleceğe yüreyen, dünyanın kabul ettiği marka ve imajı yaratabilen yeni değerleri hızla benimsememiz de gerekir. Ancak o zaman vasatlığı aşabiliriz.

1- Ahu Özyurt, “Eyvah: ABD Yüksek Mehkemesi /gayri milli’ oluyor” Radikal, 6 Nisan 2014

2- Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji(CBT), Yıl:21, S.: 1083

3- Murat Belge, “Ahmet Tulgar ile söyleşi” Milliyet Pazar, 26.8.2011

4- M.Celal Şengör, “İslam, Bilim, Türkiye ve Fuat Sezgin”, CBT s.826,18 Ocak 2003

5- Eric Lo Bocher, “Arap dünyası iflasın eşiğinde” Le Monde 1 Şubat 2003

6- İlber Ortaylı, “İspanya zil, şal ve gül müydü?” Milliyet Pazar, 13.4.2003

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar