Kaza deyip geçiştirmek mümkün mü!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

 

Dün sabah maalesef milletçe çok acı bir haberle uyandık. Cumhuriyet tarihinin en elim madencilik kazası gerçekleşmişti. Şimdi, bazıları çıkacak “efendim bu takdir-i ilahi; madencilik çok riskli bir meslek kolu; böyle kazalar kaçınılmazdır” vs. vs. diyecekler. Ancak gerçek hiç de öyle değil çünkü bu faciayı dikkate almasak dahi Türkiye’nin yıllardır iş kazaları ve ölümleri bakımından Dünya istatistiklerinde hep baş sıralarda olduğunu görüyoruz. 

İLO istatistiklerine göre toplam iş kazalarından ölümlerde 2009-2012 yılları ortalamasına göre Türkiye dünyada 6. sırada bulunuyor. (Bu istatistiklerde Çin’in yer almadığını belirtmem gerekiyor.) Toplam çalışan sayısına göre ölüm oranlarında ise Türkiye Kore ve Yeni Zelanda’dan sonra 3. sırada. (Gelişmiş bir ülke olarak Yeni Zelanda’nın 2. sırada olması ilginç. Ancak, gelişmiş ülkelerde kaza istatistiklerinin çok daha düzenli tutulduğunu da dikkate almak lazım.)

Madencilik kazalarına gelirsek. Türkiye’de madencilik kazalarında 2009-2012 arasında (istatistiklere yansıyan) ortalama işçi ölümü 47 olmuş. Rusya, ABD, Ukrayna ve Brezilya’dan sonra Türkiye 5. sırada. (Salı günkü facia bu istatistikleri maalesef başka bir boyuta taşıyacak.) Madencilikte çalışan işçi başına ölümlerde ise Türkiye ABD ve Ukrayna’dan sonra 3. sırada. (Bilindiği gibi ABD pek çok diğer iş kolunda olduğu gibi madencilikte de yüksek sermaye verimliliği ile çalışıyor. Bu nedenle ABD’nin çok yüksek miktarda madencilik üretimi olmasına rağmen toplam çalışan işçi sayısı sadece 88 bin. Türkiye’de bu sektörde çalışan işçi sayısı ise 105 bin civarlarında.)

Olayın ekonomik (ve ekolojik) boyutuna gelirsek. Bilindiği gibi linyit en verimsiz kömür tipi. Taş kömürüne göre karbon salınımı çok yüksek. Bu nedenle (Almanya dışında) gelişmiş ülkeler tarafından ya hiç, ya da çok az miktarda üretiliyor.

Verimsizliği değerine göre taşıma maliyetini yüksek kıldığı için çoğu ülkede sadece madenlerin çok yakınında bulunan termik santrallarda kullanılmakta. (Bizde de Soma termik santrali var.) Türkiye Dünya linyit rezervlerinin sadece binde 2’sine sahip olmasına rağmen, 2010 rakamlarına göre yaklaşık Dünya üretiminin %7’sini gerçekleştirmekte. (Almanya, Endonezya ve Rusya’dan sonra 4. sırada). Bu durum çok da övünülecek bir durum değil, aksine Türkiye’nin enerji açığı konusundaki çıkmazlarının bir yansıması. Yoksa, açıkçası linyit bu üretimi hak edecek değerde bir enerji kaynağı değil.

Türkiye’de sektör 2005 yılından sonra iyice özel sektöre açılmış. 2005 yılında 91 olan linyit işletmesi sayısı 2012 yılı itibarıyle 117’e yükselmiş. Buna karşılık aynı dönemde yaklaşık 60 milyon ton olan senelik üretim de 85 milyon tona yükselmiş. Ancak, gene de katma değer olarak bakıldığında taş kömürü de dahil (ki taş kömürü sadece 5 milyon ton civarında üretilmekte) toplam kömür üretiminin milli hasılaya oranı sadece binde 2. Bu kadar düşük katma değer üreten ve bu kadar büyük riskler içeren bir sektörün devlet eliyle desteklenmesi ne kadar doğru acaba?

Eğer kamuya ait Soma termik santrali olmasa acaba bu işletmeler “fizibl” olmaya devam eder mi? Veya iş güvenliği tedbirleri gerektiği şekilde alınsa, linyit maliyetine karbon ve diğer zehirli gaz emisyonlarından doğan maliyetler eklense, linyit “kârlı” olmaya devam eder mi? Bu soruların cevabının müsbet olacağını hiç zannetmiyorum. 

Öte yandan, maden faciasından bir an için uzaklaşıp, Türkiye’nin genel iş güvenliği ve iş kazaları ve ölümleri sorununa geri gelirsek: Nihayetinde bu sorunu var olan (ya da olmayan) toplumsal değerlerimizin acı bir yansıması olarak da görebiliriz: Toplumumuzda insan hayatının değeri ve önceliği henüz olması gereken seviyede değil maalesef.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019