1917-2017

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Dünya 1917’ye savaşta girmişti. Tıpkı II. Dünya Savaşı’na kazanma olasılığı sıfıra yakın halde giren Nazi Almanya’sı gibi, I. Dünya Savaşı başlarken de ne olacağı aşağı yukarı belliydi. Nazi Almanya’sı kazanamazdı çünkü ekonomisi bu çapta bir savaşı uzun süre sürdürebilecek motor güce sahip değildi. 1918 yılının ekiminde Alman Genelkurmayı önünde duran ve sanayinin savaşı sürdüremeyeceğini açıklayan rapora bakıyordu. Almanya 1918’de askerî açıdan yenilmemişti ancak sadece sivil halkı aç bırakarak savaşı birkaç ay daha uzatabilecek noktaya gelmiş, ekonomisi çökmüştü. Aynı şekilde Nazi Almanya’sı da tek başına savaşı uzun süre sürdüremezdi. Hele hele Sovyetler Birliği ile karşı karşıya gelmesi düşünülemezdi bile. Bu nedenle Polonya’dan başladı –ki daha önce Avusturya ve Çekoslovakya’yı ele geçirmişti- Batı Avrupa’yı işgal etti, Doğu Avrupa’yı adeta köleleştirdi ve aslında tam bir kıta gücü olarak Sovyetlere saldırdı. Ancak o da yetmedi. 1944’de Alman ekonomisi bitmişti. Bugün biliyoruz ki her iki dünya savaşı da daha ilk günden kaynaklar, ordularını sürekli besleyecek sermaye, teknoloji, iş gücü, ham madde açılarından aralarında çok fark olan iki cephe arasında yapıldı. Savaş uzamaya başladığında hangi tarafın kazanacağının baştan belli olduğu savaşlardı bunlar. Rusya 1917 yılına perişan bir Asya imparatorluğu olarak, askerini besleyemez, silah sağlayamaz halde girdi. Rus Genelkurmayı’nın aşırı hırsları olduğunu ve boğazları hızla ele geçirme planları yapmış olduğunu biliyoruz. Hıza dayalı planlardı bunlar ve olmadı. Keza savaşa girmek zorunda olan Osmanlı İmparatorluğu da aslında 100 sene önce bitmiş ve bu bitişin bilincine vararak Osmanlı-Türk Aydınlanmasını başlatmış bir devletin imparatorluğuydu. Savaşa girmek zorundaydı çünkü zaten savaşın yapılma nedenlerinden birisi bizzat kendisiydi. Savaş Kamerun’un kauçuğu yüzünden çıkmamıştı. 20. yüzyılın stratejik malı petrol Osmanlı topraklarındaydı. İlk defa 1861 yılında bir petrol endeksi oluşmuştu. Petrolün artan önemi biliniyordu ve doğallıkla savaşın çıkma nedenleri arasında petrol ilk üç sıraya mutlaka girer. Rusya da Osmanlı da bu savaşı kazanamazlardı. Olsa olsa kazanan tarafta olmayı ve bu şekilde varlıklarını belki birkaç on yıl daha sürdürebilmeyi umabilirlerdi. İttihat ve Terakki’nin genç ve mektepli subaylarının iki Balkan Savaşı ve Trablusgarp derslerini çabuk çıkardıklarını ve 1913-14’te yaklaşık 1.5 yılda orduyu modernleştirip yeniden organize ederek savaşta bazı yerlerde İngilizleri şaşırtan askeri başarılar gösterdiklerini biliyoruz. Ancak bütün olarak bu derece geri bir ekonominin modern bir savaşta sadece aşırı kayıplar vererek kısa süre varlık gösterebileceğini de biliyoruz. Rusya’da kendiliğinden başlayan devrim 1917 şubatında Çarlığı sona erdirdi. Gerisi biliniyor. 20. yüzyıl adeta Bolşevik Devrimi’yle başladı. İlk defa Hobson’un 1902 tarihli kitabıyla –hemen öncesinde Boer Savaşı sırasında Hollanda kökenli tarafı suçlamak için İngiliz basını “emperyalist” lafını kullanmıştı- ciddi bir terim olarak literatüre girdi. Sonraki katkılar biliniyor. Bolşevikler I. Dünya savaşının ortasında emperyalizmden bahsediyorlardı ve II. Enternasyonalin en önemli figürü Kautsky ile Lenin arasında meşhur polemik geçiyordu. Sonradan dünyada neredeyse herkesin duyduğu bir terim haline gelen “emperyalizm” böylece yaygınlaşıyordu. Emperyalizm eski tipte sömürgecilik değildi. Batı artık yeni topraklara yerleşecek kolonicileri göndermiyor, bunun yerine sınırlı bir askeri varlık tutarak ticarete ve çok daha önemlisi sermaye ihracına (yatırımlara) öncelik tanıyordu. Batı bunu yaparken –ki burası Hilferding’in katkısıdır- mali sermaye/sanayi sermayesi ortaklıklarına ve kartellere/ tekellere dayanıyordu. Üstelik Batı’nın bu yeni hali “sürekli savaş eğilimi” demekti. Kapitalizm yeni bir aşamaya geçmiş sayılıyordu. Bolşevikler bunun “son aşama olduğunu ve aynı zamanda kapitalizmin çürüme halini temsil ettiğini” söylediler. Ancak kapitalizm yıkılmadı; alternatifl eri çözüldü. Yine de “emperyalizm” terimi çeşitli manalara gelecek şekilde –bazı anlam kaymaları yaşamasına rağmen- popüler kalmaya devam etti. 2017 yılına girerken kapitalizmin dünya ölçeğinde çökeceğinden bahsedenlerin sayısı çok azalmış bulunuyor. Emperyalizmin varlığını sürdürdüğünü düşünenler ise çok yüksek bir sayıda ve yüksek oranda seyretmeye devam ediyor. Aradaki orijinal bağlantı kopmaya yüz tutsa da kapitalizm ve emperyalizmin el ele gittiklerini bir şekilde kabul edecek insanların sayısı da az değil. Üstelik 1970’lerden başlayarak aşırı finansallaşan kapitalizm 2007 yazından başlayarak uzun süreli bir durgunluğa girmiş durumda. 1929 Büyük Depresyonu kadar süren bir durgunluk bu. Elbette aynı değil çünkü dünya aynı değil. Ama etkisi kıyaslamaya izin verecek bir büyüklük ve derinlikte. Henüz tam olarak çıkılamadı. Krizi savaşla aşmak eski bir temadır; tarihseldir.

Ancak ne teknoloji ne savaş teknolojisi ne dünya jeopolitiği masif ve açık savaşlara izin veriyor. Savaşın eskisi gibi uzun sürmesi imkânsız ve askeri harcamalarla krizi aşmak şeklinde nitelenebilecek ekonomi politikaları da ancak küçük resesyonlar ve yerel savaşlar için geçerli olabiliyor. Bu nedenle çelişkilerin ete kemiğe bürünmesi zamana ve mekâna yayılmış dolaylı savaşlar, “vekalet savaşları” şeklinde sürüyor. 2017 yılının 20 Ocak günü Trump görevi devralacak ve klasik ifadeyle “görevdeki ilk 100 günü” 2017’de önemli kırılmaların olup olmayacağını, bu yılın özel bir yıl olup olmayacağını dünyaya gösterecek. Sermaye akımlarının olası yönüne dair işaretleri de dolar endeksinin 100 seviyesinin ne kadar üzerinde dengeleneceğini görerek –mesela; tek değişken o değil- anlamaya başlayabileceğiz. 2017 hem finansal açıdan hayli “teknik” düşünülmesi gereken bir yıl olacak hem de ekonominin tam anlamıyla “global ekonomi politik” olarak düşünülmesi gereken bir döneme açılacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019