23 Nisan Çocuk Bayramı’nın çağrışımları

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Çocukluğumun en güzel bayramıydı 23 Nisan. O gün şen ve neşeli, coşku içinde olmamız gerektiğini düşünür ve öyle gelirdim okula. Sınıfımızı rengarenk kordonlarla, çiçeklerle süsler; karatahtaya da kocaman harflerle “Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun” diye yazardık. Daha sonra da öğretmenlerimizin nezaretinde bahçede toplanır; izciler, yavrukurtlar, köylüler, esnaflar, sporcular olarak, çeşit çeşit renk cümbüşü içindeki giysilerimizle tören alanına giderdik. 23 Nisan bizlerin, çocukların bayramıydı. Herkesin bizim coşkumuza katılmasını isterdik. Herhalde şimdi de aynı şevk ve heyecanla kutluyorlar çocuklarımız 23 Nisanı.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmi bayramlarından biri. Bu bayram Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından dünya çocuklarına armağan edildi. Burada “Dünya Çocukları” vurgulaması çok önemli.

Muhakkak ki bir çok ülkede ulusal egemenlik bayramları aynı veya başka adlar altında kutlanıyordur. Çocuk bayramı ise sadece bizim ülkemizde kutlanan bir bayram. Geleceğine ilişkin büyük umutları olan Türkiye Cumhuriyeti’nin daha ilk kuruluş yıllarında geleceğinin mimarları çocuklarına olan güvenini ve sevgisini simgeliyor.

Bu bayrama ilişkin ilk adım Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından bir yıl sonra, 23 Nisan 1921 tarihinde çıkarılan, 23 Nisan’ın “Milli Bayram Addine Dair Kanun” ile atıldı ve yeni Türkiye’nin ilk ulusal bayramı oldu. Adı geçen tarihte bu bayrama ilişkin olarak ne ulusal egemenlikten ne de çocuklardan söz edilmekteydi. Zira 1921 yılında henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti. Osmanlı Saltanatı hala yasal olarak devam etmekteydi. 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın kaldırılmasıyla bu tarih (1 Kasım), “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” olarak kabul edildi.

Bu bayrama “Çocuk Bayramı” adının da eklenmesi 1927 yılında gerçekleşti. 23 Nisan 1927’de Himaye-i Eftal Cemiyeti’nin (günümüzdeki adıyla Çocuk Esireme Kurumu’nun) o günü “Çocuk Bayramı” olarak duyurmasıyla Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı her yıl kutlanmaya başlandı. Bu tarihte (23 Nisan 1927) Himaye-i Eftal Cemiyeti o günü Çocuk Bayramı olarak şöyle duyurmuştu: “Millet Meclisimizle milli devletimizin Ankara’da ilk teşkile günü olan milli bayram Cemiyetimizce çocuk günü olarak kabul edilmiştir.”

Umuyoruz ve diliyoruz ki Himaye-i Eftal Cemiyeti’nin bu duyurusunda yer alan “çocuk günü” ifadesine uygun olarak, önümüzdeki yıllarda 23 Nisan tarihi tüm dünyada çocuk günü olarak kutlanır. 1979 yılının UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından “Dünya Çocuk Yılı” ilan edilmiş olması da bunun ilk adımı olur. Nitekim UNESCO’nun bu duyurusu üzerine ülkemizde de TRT tarafından 1979’da başlatılan ve halen devam eden “TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği” uygulamaya kondu. İlk yıllarında 6-7 ülkenin katıldığı bu etkinlik artık 50’yi aşkın ülkenin çocuklarının bir araya gelerek kutladıkları güzel ve anlamlı bir şölene dönüştü.

Muhakkak ki tüm anne babalar olarak dikkat ve çabalarımızı sevgili çocuklarımıza yöneltiyoruz. En değerli varlıklarımız olarak onlara en iyi imkanları sağlamaya çalışıyoruz. Bu sevgiyi bir bayramla çocuklarına armağan eden dünyadaki ilk ülke olarak genç Türkiye Cumhuriyeti 1940’lı yıllarda uygulamaya koyduğu Harika Çocuklar Yasası ve Köy Enstitüsü uygulamalarıyla; yine 1930’lu yıllardan itibaren orta eğitimde başladığı leyl-i meccani (parasız yatılı) ve yüksek öğretimde devlet bursu uygulamalarıyla çok başarılı örnekler vermiştir.

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, bilgi toplumunun küreselleşen dünyasında çocuklarımızın yaşam sevinci, mutluluğu acaba ne durumda? En değerli varlığımız olarak kabul ettiğimiz ve geleceğimizi emanet ettiğimiz çocuklarımız mutlu mu? Yaşamlarından memnunlar mı? Moral ve motivasyonları nasıl?

OECD’nin (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) bu ay yayımlanan üçüncü PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) raporunda 15 yaşındaki ortaöğrenim gençlerinde ülkemizdeki tablonun maalesef sevindirici olmadığı ortaya çıktı (PISA, 2000 yılından beri her üç yılda bir 70’i aşkın ülkedeki 15 yaş çocuklarına anket uygulayarak belirli alanlarda durum değerlendirmesi yapmaktadır. PISA’nın en son anket çalışması 2015 yılında yapıldı. Birinci raporda öğrencilerin “bilim” ve “matematik” konularındaki, ikinci raporda da “okuduğunu anlama” konusundaki değerlendirmeleri yapılmıştı. Bu değerlendirmelerde Türkiye 72 ülke arasında bilim dalında 52., matematik dalında 49. ve okuduğunu anlama dalında 50. sırada yer aldı. Maalesef bu sonuçlarla ülkemiz bir önceki 2012 yılındaki değerlendirmeye göre geriledi. Sıralamadaki bu yeri ile Türkiye 38 OECD ülkesi arasında her 3 dalda da sonuncu sırada yer aldı. Değerlendirmede başta Singapur olmak üzere Japonya, Güney Kore, Çin gibi Uzakdoğu ülkeleri ilk sıralarda yer aldı

OECD’nin bu ay yayımlanan, yine 2015 yılında yaptığı 15 yaş ortaöğrenim çocuklarına ilişkin üçüncü raporu ise çocukların mutluluk durumu veya yaşam memnuniyeti (yaşam sevinci, wellbeing) üzerine. 27’si OECD üyesi 48 ülkede yapılan bu anket çalışması sonuçlarına göre de maalesef ülkemiz son sıralarda yer alıyor. Türkiye 28 OECD ülkesi içinde yaşam memnuniyeti (wellbeing) sıralamasında 10 üzerinden aldığı 6.12 puanla son sırada yer aldı. İlk sırada ise 8.27 puanla Meksika var. Değerlendirmede ilk 5 ülke aldıkları puanlarla şöyle sıralanıyor: Meksika (8.27), Finlandiya (7.89), Hollanda (7.83), İzlanda (7.80) ve İsviçre (7.72). Son 5 sırada yer alan OECD ülkelerinin sıralaması ise şöyle: Yunanistan (6.91), İtalya (6.89), Japonya (6.80), Güney Kore (6.36) ve Türkiye (6.12).

Türkiye’de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin yüzde 28.6’sı hayatından hiç memnun olmadığı (10 üzerinden 0-4 puan) değerlendirmesini yaparken, bu oran OECD ortalamasında yüzde 11.8 olarak belirlendi. Bu olumsuz değerlendirme konusunda Türkiye ortalaması OECD ortalamasının 2,5 katını aşıyor. Hayatından çok memnun olduğunu söyleyen öğrencilerde ise Türkiye ile OECD ortalaması arasındaki fark, yine ülkemiz aleyhine olsa da, epeyce azalıyor. Bu kategoride (10 üzerinden 9-10 puan) Türkiye ortalamasının yüzde 26.3 olmasına karşılık OECD ortalaması bunun 8 puan üstünde (yüzde 34.1, aşağı yukarı 1.3 katı).

PISA’nın nisan ayında yayımlanan üçüncü raporunda Türkiye’nin en iyi durumu üniversite öğrenimini tamamlamayı uman öğrenciler alanında. Türkiye burada ilk 10’a giriyor. Türk üniversitelerinin uluslararası sıralamalardaki yerlerine bakınca maalesef bu sonuç da bizi mutlu etmiyor.

Şimdi sıra bu PISA raporlarını didik didik didikleyip gereken önlemleri alacak ilgililere geliyor. Çocuklarımızı daha başarılı, daha mutlu kılmanın yollarını bulmamız gerekiyor. Bu bizim için özellikle önemli. Çocuklarımız bizim sadece en değerli varlıklarımız değil. Onun da ötesinde Türkiye genç ve sağlıklı nüfus yapısıyla gelecek vadeden bir ülke. Zira genç insanlar bilgi toplumunun global ekonomisinde katma değer yaratmanın en önemli unsuru. Ama nitelikli, mutlu insanlarla bu potansiyelin değerlendirilmesi mümkün olabiliyor. Bu özelliğiyle ülkemizin genç ve sağlıklı nüfus yapısını ALTINTOPUMUZ olarak adlandırabiliriz. ALTINTOPUMUZU dikkatle, özenle yetiştirip nitelendirmek gerekiyor.

Bu yazımızı da daha önce yine bu köşede aktarmış olduğumuz Nasipsiz Mehmet Efendinin ALTINTOPU ile noktalamak istiyoruz.

Rivayet edilir ki, İkinci Mahmud’un padişahlığı döneminde (1808-1839) İstanbul’da bir Mehmet Efendi yaşarmış. Mehmet Efendi Allah’ın talihsiz bir kuluymuş. Hangi işe girse başarısız oluyor, başına bir felaket geliyormuş. Artık herkes onu Nasipsiz Mehmet Efendi diye anmaya, bu adla çağırmaya başlamış.

Nasipsiz Mehmet Efendi’nin başına gelenler İkinci Mahmud’un kulağına kadar gitmiş. Padişah hem acımış, hem de merak etmiş bu talihsiz kulunu. Kendisine yardım etmeyi, destek olmayı düşünmüş. Emir verip, huzura getirtmiş Mehmet Efendiyi.

Nasipsiz Mehmet Efendi’yi apar topar huzura getirmişler. Padişah, Mehmet Efendi’ye, “Senin için her giriştiği işte başına bir felaket gelir, kısmeti kesilir diyorlar, doğru mu?” diye sormuş. Mehmet Efendi saygı ile ellerini ovalayıp önüne bakarak; “Doğrudur Padişahım” demiş saygıyla.

Padişah adamlarına, Mehmet Efendi’yi işaret ettiği araziye götürmelerini, kendisinin de oraya geleceğini söylemiş. Mehmet Efendi’yi hafif meyilli, geniş sulak ve verimli bir araziye götürmüşler. Biraz sonra Padişah da gelmiş oraya. Adamlarına, torbadaki altın topu Mehmet Efendi’ye vermelerini söylemiş. Elini de Mehmet Efendi’nin omzuna koyup “Bu altın top senindir, istediğin gibi değerlendir” demiş. “Ayrıca bu altın topu aşağıya doğru fırlatacaksın, topu nereye kadar gönderebilirsen o araziyi de sana bağışlayacağım” diyerek altın topu kendi elleriyle teslim etmiş Mehmet Efendiye.

Mehmet Efendi bunu, bunca talihsizlik ve kısmetsizlikten sonra Allah’ın bir lutfu olarak kabul edip Allah’ına hamdeder. Sonra da Padişah’ın elini öper. Topu alır, iki elinin arasında götürüp getirir ve bir iki dönüş yaptıktan sonra, olabildiğince geniş bir araziye sahip olma umut ve hırsıyla, altıntopu var gücüyle aşağı doğru fırlatır. Altıntop havalanır, Mehmet Efendi’nin başına düşer ve Mehmet Efendi ölür.

Sonunda Mehmet Efendi’nin cenazesi kaldırılır. Mezar taşına da “Padişah Bile Nasiplendiremedi Nasipsiz Mehmet Efendi’yi” diye yazarlar.

ALTINTOPUMUZU dikkatle ve özenle, onları en iyi şekilde niteliklendirerek ve yaşam sevinciyle dolu mutlu insanlar olarak yetiştirelim. ALTINTOPUMUZU sakın başımıza düşürmeyelim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017