Avrupa

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

ABD’de herkesin itiraz ettiği, olacak iş değil denilen gelişmeler oluyor. Nereye kadar gideceğini bilmiyoruz. Ancak iktidar söyleminin düzeni değişirken neoliberalizm/ küreselleşme çiftinin düzeninde de dönüşüm zamanının geldiğini söyleyen bir başkan var. Oldukça radikal değişimler söz konusu: ABD sermayesinin geri çağrılması, kamu harcamalarında artış, sanayi kasabalarının canlandırılması, bunlar yapılırsa yükselmesi kaçınılmaz olan faizler, küreselleşmeye sert bir fren koyma ve Çin’i sınırlama girişimleri gibi. Bu arada göçmenleri istemiyoruz veya sıkı denetleme getireceğiz, Meksikalıları da duvar örüp ülkelerinde tutacağız lafl arı ve bazı ilk eylemler sürüyor. Bu herhalde sadece “uygun politik dille” ifade edilmediği için tepki çeken bir program değil. Bu yeni bir stratejik duruş önerisi ve son şeklini hangi bileşimle alacağı belirsiz. Destekçileri sadece neoliberalizmden zarar gören beyaz işçilerden veya küreselleşmeyle yoksullaşan beyaz orta sınıflardan ibaret değil.

Avrupa’da “büyük dönüşüm” işaretleri çok eskiden beri mevcut. İlk dalga değişik şekillerde bertaraf edildi –örneğin 1990’larda Avusturya. Ancak tıpkı Roosevelt’in New Deal’inin –Yeni Uzlaşı ki 1929 Depresyonu sonrası ücretlilere avantaj sağlayan bir düzenlemeydi; ücret gelirlerinin milli gelirdeki payı 40 sene boyunca artmıştı, sonra bu eğilim tersine çevrildi- 1975 civarında sessizce kenara bırakılması gibi Avrupa’nın II. Dünya Savaşı sonrası oluşan sosyal demokratik dengesi de 1980’lerden itibaren çözüldü. Ne Avrupa’daki klasik komünist partilere ne de III. Dünya’daki çeşitli solcu-milliyetçi çıkışlara devrimcilik aşılayan, tam tersine herkese uzlaşı öneren Sovyetler Birliği kapitalist kampla mücadelesini başka yöntemlerle sürdürmüştü. Fransa’da 1946 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan Fransız Komünist Partisi’ne (FKP) bile iktidarı başkalarına bırakma tavsiyesinde bulunulduğu açıktır. Buna rağmen “Gladio” yaratıldı. Buna rağmen veya bununla beraber bir “denge” oluştu. Bu öyle bir dengeydi ki bozulmasının ilk işareti Mitterrand’ın kazandığı 1981 seçimlerinde FKP’nin oyu uzun süredir ilk defa yüzde 20’nin altına düştüğünde –yüzde 16- geldi. Fransa’da sağcılar Jean-François Revel’in şahsında zafer çığlıkları atıyorlardı. Klasik işçi sınıfı partileri zamanla etkisizleştiler, bölündüler ve dağıldılar. İşçi sınıfının fiziki dönüşümü ve sanayisizleşme bu çözülüşte ideoloji kadar etkili oldu. Yunanistan Komünist Partisi Sovyetler sonrası dönemde ortalama yüzde 5.5 oy aldı ve en az dağılan parti sayılmalı. Ancak 1980’lerdeki oy oranı yüzde 14 idi.

Bu dönem bitti. Bunun yerine ‘kimliklerin Avrupa’sı’, ‘emeğin Avrupa’sı’, ‘üçüncü yol’ vb. çıkışlar sonuç vermedi. Kurumlarının sağlamlığı ve özellikle devletçi geleneğini koruma özeni nedeniyle neoliberalizmden en az hasarla çıkan ülke Fransa olmakla beraber, bu ülkede de başka sorunlar patlak verdi. 1980 civarı ilk işaretlerini veren göçmen sorunu bugün artık çok ileri boyuta ulaşmış durumda. Baba Le Pen’in partisinden çok daha fazla oy alan Marine Le Pen bu gelişmenin bir yansıması. Ancak iş Fransa ile bitmiyor. Avrupa’nın her yerinde göçmen karşıtı ırkçı akımlar yükseliyor. Üstelik bu bir “ağ”, “şebeke” (network) görüntüsü çiziyor. Daha da önemlisi 1930’lara referansla ilerleyen bu güya “yeni” akımların bizzat kendi özgeçmişleri 1957’ye kadar geri götürülebilir. 1970 tarihinde görünür hale geldikleri biliniyor.

Avrupa sadece Yeni Sağ’a koşmuyor; ayrıca kurumsal bir çöküntüye gidiyor. Yaklaşık 130 yıllık bir fikir olan –ama her evrenselcilikte nüvesi bulunabilecek, çok ısrarcı olursak Roma İmparatorluğu’nu ideal devlet olarak gören her düşünürde tohumlarını bulabileceğimiz- Avrupa Birliği fikri hayata geçti. Geçti geçmesine ama tasarım ve uzlaşı hatalarıyla birlikte geçti. Tam bir federalizme evrilemediği takdirde geriye doğru yolculuğa çıkacak bir kurumsal yapılar amalgamı halinde adeta çözülmeyi bekliyor. Öyle duruyor. AB için de son derece tehditkâr bir dönüşüm ihtiyacı var. Bu dönüşüm teknolojik ve ekonomik bir dönüşüm. Bu dönüşüm şimdilik en kolay İskandinav ülkeleri tarafından gerçekleştirilebilir görünüyor. Göçmen almalarına rağmen nüfusları fazla değil. Kültürel açıdan hala daha homojenler. Eğitim sistemlerini hızla daha “ileriye bakan” hale getirmeyi deniyorlar. Güney ve Orta Avrupa nasıl bir değişim yaşayacak?

Sosyalizm fikrinin kendisini yenileyemediği, çeşitli muhalefetlerin inandırıcı olamadıkları veya baskı altında kalarak etkisizleştikleri, eski akım ve partilerinin yeni sürümlerinin siyasal kültürde kendilerine yer bulmakta zorlandıkları bir Avrupa –hatta dünya- söz konusu. Aşırı finansallaşmadan başka çözüm bulamayarak eski “toplum sözleşmesini” yani “devrim korkusunun” etkisiyle kabullendikleri sosyal demokratik çözümü 40 sene önce dağıtarak bugüne gelen kapitalizmin soy temsilcilerinin karşısında adeta kendilerinden de bağımsızlaşan bir ivmeyle gelişen teknoloji/bilim var. Bu büyük dalganın nihai ürünlerinin piyasa değeri kazanması, yani yeniden/ yenilenerek “pazar sorunu” Avrupa’nın hangi ölçüde neo-Naziliğe kayabileceğinin en yapısal sınırını oluşturuyor.

Avrupa, “teoriktir”. Yer sarsıntısı niteliğinde bir ırkçı ivmelenmenin sonuçları ABD’de olabileceklere benzemez. Tüm değerler sistemine etki yapacak bir ideolojik- kültürel, hatta etik ve felsefi dalgayla beraber gelir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019