Kurları tutabilene aşk olsun!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Geçen hafta aralık ayı enflasyon verisinin akabinde yazdığım yazının başlığı ‘Enflasyonu tutabilene aşk olsun’du. Bu hafta ise ister istemez yazımın başlığı ‘Kurları tutabilene aşkolsun” olmak durumunda maalesef!

Herkes Türk Lirası’nın özellikle kendi kategorisinde olan ülkelerin para birimlerine kıyasla sene başından beri gösterdiği negatif performansın farkında. “Kırılgan Beşli” olarak adlandırılan ülkelerden Rusya, Güney Afrika, ve Brezilya’nın para birimleri sene başından beri bırakın değer kaybetmeyi, sırasıyla yüzde 2.2, 2.7 ve 6.0 kadar değer kazanmış durumdalar. Hindistan rupisi ise sadece yüzde 0.6 kadar değer kaybetmiş durumda. TL’nin kaybı ise (bu yazının yazıldığı saatlerde) yüzde 8.5’i geçmişti. Açık bir şekilde TL negatif olarak ayrışmış vaziyette.

TL’nin değer kaybıyla ilgili savlardan biri tabii ki, ABD ekonomisindeki canlanma ve özellikle Trump’ın iktidara gelmesiyle bu canlanmanın enflasyonu da yukarı yönlü etkileyebieceği beklentisiyle küresel düzeyde ABD varlıklarına talebin artması ve dolayısıyla geişmekte olan ülkelerden döviz çekilişi yaşanması. Ancak, bu açıklama TL’nin kendi kategorisinde olan para birimlerinden negatif ayrışmasını açıklamaktan uzak.

TL’nin zayıflığı ile ilgili diğer bir açıklama ise bu ay sonunda Moody’s’den sonra Fitch derecelendirme kuruluşunun Türkiye’nin notunu ‘yatırıma uygun olmayan’ statüsüne indireceği beklentisi. (Açıkçası bu ‘beklenti’yi geçmiş vaziyette. Hükümet kanadı bile bu durumu sanki kabullenmiş gibi açıklamalar yapıyor.) Mutlaka ki, bu not indirimi beklentisi TL üzerinde önemli bir baskı unsuru.

Maalesef, ekonomi yönetiminde bir çokbaşlılık ve kafa karışıklığı görüntüsü de var. Bu da hem para politikası yönetimi (=MB), hem de kurların gidişatı konusunda pek güven telkin etmemekte. Belki, diğer ülkelerde de Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Bakanlar para politikası konusunda sözler sarfediyorlardır. (Mamafih pek duymadım ama.) Ancak, Türkiye’de bir kısmı uygulanması gereken politikalarla taban tabana zıt olan bu demeçlerin (“faiz düşürülsün” gibi) piyasalar üzerinde kalıcı olumsuz etkisi olabiliyor.

İç ve dış siyasi sorunların da mutlaka TL üzerindeki baskıda belirli bir miktar etkisi söz konusu. Bu etki, doğrudan olmasa bile, dolaylı olarak, örneğin derecelendirme şirketlerinin not indirimi vasıtasıyla kendini hissetiriyor. (Moody’s not indiriminde nitelik ve nicelik olarak zayıflayan kamu kadrolarının önemine vurgu yapmıştı.) Ancak, şunu da vurgulamakta fayda var: Yabancı yatırımcıların yatırım kararlarında siyasi sorunlar öncelikli değildir. (Eğer ülke bariz bir bölünmeye doğru gitmiyorsa tabii.) Ancak, mülkiyet haklarında meydana gelen ve gelebilecek kısıtlamalar ve hak ihlallerine de son derece duyarlıdırlar. OHAL’in devam ediyor olması bu bakımdan olumsuz bir gelişme.

Yukarıda saydığım noktalara ilaveten Türkiye’nin döviz borçluluğu ve devam eden cari açığı TL’nin yüksek oranlı bir devaluasyon yaşanmasında diğer önemli etkenler. Enerji fiyatlarında görülen artışların da zayıflayan ekonomik büyümeye rağmen bu sene cari açığın artmasına (ya da, en azından azalmamasına) sebep olacağı görülüyor. Öte yandan, süre gelen şartlar altında, turizm gelirlerinin toparlanması da zor gözüküyor. Bütün bunlar Türkiye açısından artan döviz ihtiyacı anlamına geliyor. Mutlaka ki, döviz kurları belirli bir seviyede stabilite kazanır. Ancak, bu “döviz kurlarını başı boş bırakalım, nerede dengelenirse dengelensin” şeklinde bir yaklaşımı haklı çıkarmaz. Bugüne kadar dalgalı kur rejimi uygulayan gelişmekte olan ülkelerle ilgili önemli bir gözlem çoğu zaman devaluasyonların aşırıya kaçtığı (over-shoot) ve bu durumun da ekonomilerinde kalıcı tahribat yarattığıdır.

Bu aşamada, önemli olan, devaluasyonun gereksiz bir sarmala girerek ekonomide daha da büyük tahribatlara sebep olmasına engel olmak. Belli ki, bugünlerde piyasada ciddi bir likidite sorunu da var. Çok düşük hacimlerle döviz fiyatları aşırı dalgalanıyor. Bu durumu çözmenin yolu TL likiditesini azaltırken, döviz likiditesini de artırmak. Bu da ancak TL faizlerin anlamlı bir düzeyde artırılmasıyla çözülebilir. (“Anlamlı”dan kastım 25-50 baz puanlık göstermelik artışlar değil tabii.)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019