Neo liberalizm ve finansallaşma

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Neo liberal bakışın yaygınlaşması ve finansallaşmanın tarihi olarak görülmedik boyuta ulaşmasıyla paralel olarak, eskiden kalkınmanın finansmanı denilen olgu yerini doğrudan doğruya finans-büyüme veya finans sektörü-reel sektör ilişkisine bırakmıştı. Finansallaşmanın büyümeye yol açtığı düşünülmekteydi. Bu görüşle birlikte finansal okur-yazarlık da öne çıkmıştır. Finansal inovasyon, finansal derinleşme, finansal okur-yazarlık... Bunların hepsinin büyüme hızını artırmakta, risklerin doğru değerlendirilmesini ve etkinliğin de iyileşmesini sağlamaktaydı. Hikaye buydu.

Ancak 2007 yazında başlayan Büyük Finansal Kriz fazla büyüyen finans sektörünün zararlı sonuçları olabileceğini göstermiştir. Fazla kredi (borç) imkanı olması, sadece finansal risk açısından tehlikeli olmayıp, tasarrufları azalttığı için de “optimaliteden” uzaklaştırıcı rol oynayabiliyordu. Gelinen noktada artan mali spekülasyon ve kaynakların yanlış, rahat bir şekilde dağıtılması aslında kaynakların yanlış kullanılması, teşvik edilmemesi gereken firma ve sektörlerin finanse edilmeleri, sonuçta işsizlik, düşük kalitede büyüme gibi sonuçlara yol açtığı ileri sürülebilir. 1970’lerin ortasında İngiltere’de Lord Beveridge adına yazılan, ABD için Roosevelt sosyal anlaşması (New Deal) denen sosyal devlet veya çalışan sınıflarla sermaye sahibi sınıflar arasındaki denge bozuldu. Sonuç 20. yüzyılın başında Marksist literatürde –ki o zamanlar bu literatür en önemli konulara el atıyordu, parlak dönemindeydi- “finans kapital” teriminin doğmasına yol açan finansallaşmanın çok üzerinde bir mali sistem genişlemesi oldu. Nitekim zamanla varlık fiyatlarında süreklileşen bir co-variation artışı yaşandı: Davranışsal finans hisse senedi piyasasının “random walk” izlemediğine, ortalamaya yakınsadığına, trend gösterebildiğini ve co-variation etkisinin son 50 yıldır, bono piyasası dahil, yaygınlaştığına işaret etmektedir. Bu dalganın sonucu Lehman’da sembolleşen 2007- 2009 krizidir. 1929 ile kıyaslanacak boyuttadır. Kriz sonrası dünyada «çok fazla finansın» iyi olmadığı düşünülmektedir. Anlaşılıyor ki finans-verimlilik- büyüme ilişkisi doğrusal olmayan bir ilişkidir. Finansal kısıtların bağlayıcı olduğu ekonomilerde finansal genişleme ve onunla el ele giden finansal inovasyon bir eşiğe kadar pozitif etki yapmaktadır. Finansı daha “ılımlı”, daha temkinli yapacak düzenlemelerin ve kaliteyi artıracak önlemlerin reel sektöre daha faydalı olacağı görüşü yavaş yavaş öne çıkmaktadır. Aynı görüş sadece borç değil, sermaye piyasaları için de geçerlidir.

BoE baş ekonomisti Andrew Haldane’e göre global finans bir sistem olarak yönetilmelidir. “Look after the pennies and the pounds will look after themselves”/firma seviyesinde kâr maksimizasyonu finansal etkinliği sağlar tezi boşa düşmüş görünmektedir. Ortaya “penny-wise, but pound-foolish” bir manzara çıkmıştır. Bu nedenle bir sistem olarak yönetilirken, OTC’lerin merkezi biçimde alınıp satılabilmesi, bankaların sermaye/ risk karakteristiklerinin yine global (merkezi) ölçekte belirlenmesi gerekmektedir. Artan ölçüde pek çok önemli finans camiası figürü sistemi “yok-sistem” olarak betimlemektedir.

Küresel ticaret ve global finans aynı dönemlerde artıp azalmaktadır. Fakat bu “tarihsel korelasyon” bir yana, miktarlar çok farklılık gösteriyor. Mesela 1980’de global ticaret ve global finans dünya GSYH’sinin dörtte biri iken, 2010’da global finans dünya ticaretinin 9 katına ulaştı. Öte yandan finansal “entegrasyon”un olumlu etkileri verilerde gözlenememektedir. Dünya ticaretinin gelişimi ve ticarete açıklık olumlu refah etkileri yaratmıştır ve bu etkiler hesaplanabilmektedir. Ancak finansal genişleme ve entegrasyon için durum aynı değildir. Sistem dinamiği açısından bakılırsa bazı sistemlerin “connectivity” özelliği şokları absorbe etmelerine yardımcı olmaktadır. Fakat şoklar fazla büyükse sistemler bazen de şokları genele yayan bir mekanizmaya dönüşebilmektedir. Bu nedenle bu ölçekte genişleyen adeta “şişen” finans sektörü iki tarafı da keskin bir kılıç olarak değerlendirilmelidir.

Özetle global finans piyasalarının entegrasyon düzeyinin dinamik-entegre bir sistem dinamiğini karşılık gelip gelmediği tartışmalı görünüyor. 1880-1929 arası Feldstein-Horioka katsayısı orta seviyede finansal entegrasyona işaret etmektedir fakat 1929 sonrası 50 yıl finansallaşma kış uykusuna yatmıştır.

Son 35 yılda ise, 2008 sonrası bir miktar düşse dahi, finansallaşma “tam” hale geldi. Bu şuradan da belli oluyor: 2008’de iç tasarruflarla iç yatırımlar arasındaki ilişki katsayısı neredeyse sıfıra düştü; tamamen dış kaynakla finansman mümkün hale geldi. Finans-büyüme-verimlilik ilişkilerinin doğrusal olmaması daha da ileri finansallaşma evrelerinde yeniden normalleşme sağlanabileceği düşüncesini akla getiriyor. Ancak mali sektörün büyüklüğü veya krediye ulaşımın kolay olmasından çok, mali sektörün aracı ve eğitici rollerine odaklanmak ve bir “finansal aracılık kalite endeksi” üzerinden düşünmeye başlamak daha uygun olabilir. Janos Kornai’nin “yumuşak bütçe tahdidi” kavramını özel sektör firmaları için uyarlayarak “kolay ve bol krediye erişim” bir noktadan sonra «marjinal etkisi anlamlı, fakat negatif bir değişkene dönüşür» denebilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019