Not indirimi ve ötesi

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Daha geçen hafta yatırım ortamının giderek kötüleştiğine, bu durumda stratejik yol haritasını yenilemek, sistem ve zihniyet dönüşümünü sağlamak gibi geleceği kurtaracak atılımlar bir yana hassas dengeler içinde sürdürebildiğimiz mevcut kazanımlarımızı korumanın bile sorun olacağına, tünelin ucundaki ışığı iyice karartacak bir dizi risk ile yüz yüze olduğumuza değinmiştik. Maalesef çok beklememize gerek kalmadı, Türkiye’nin kredi notunu kıl payı yatırım yapılabilir seviyede tutan ve Hazine'miz ile anlaşmalı iki derecelendirme kuruluşundan biri olan Moody’s, kredi notumuzu bu seviyenin altına indirdi. Kararı irdelemeden önce çatışmacı zihinsel alışkanlıklarımızın ve duygusal tepkilerimizin sorunun algılanmasına ve hele çözümüne hiçbir katkısı olmayacağını vurgulamakta yarar var. Ekonomi gibi nesnel bir konuda hislerimizle davranmayı ve zaaflarımızla / hatalarımızla yüzleşmekten kaçınmak gibi Ortadoğulu reflekslerimize teslim olmayı bırakmalıyız.

Moody's'in kararı sürpriz değil

Daha önce de belirtmiştik, başarısız darbe girişimi ertesinde yükselen belirsizliği sona erdirmenin yolu kurumsal istikrar algısını ve yatırımcı güvenini güçlendirecek akılcı ve özenli bir kriz yönetiminden geçiyordu. Zaten 15 Temmuz öncesinde de var olan turizm ve ihracat gibi konjonktürle risklere ve ezeli sorunumuz olan başta hukuk güvenliği olmak üzere yapısal zafiyetlere odaklandığımızı daha fazla netleştirecek kararlı bir politika duruşu, uluslararası yatırım çevrelerinin ve gözlemci uzmanlık kuruluşlarının Türk ekonomisi ile ilgili kaygılarını büyük ölçüde hafifletebilecekti.

Oysa ortaya koyduğumuz tutum pek bu yönde olmadı. Dış dünyanın pek anlayamadığı darbe travmasının herkesin bizi mazur görmesine yeteceğini umarak kurumsal istikrar ve hukuk güvenliği algısını düzeltmeyi ihmal edip, restorasyonu her zaman yaptığımız gibi yatırımcılara yönelik yeni cömert parasal ve ayni teşviklerle yapabileceğimizi düşündük. Bunun ülkenin uzun vadeli öngörülebilirliğini ve hukuk güvenliğini her zaman birinci derecede önemseyen ve yurtiçi üretim kapasitesini arttıracağı için büyümenin üretim ayağı açısından hayati olan doğrudan yatırım girişine yetmeyeceği belliydi.

Portföy yatırımlarına, yani konjonktür dengelerinin sürdürülebilmesi için önem taşıyan kısa vadeli sermaye hareketlerine gelince bu açıdan en fazla ağırlık taşıyacak faktör kredi derecelendirme şirketlerinin yapacağı değerlendirmeler idi. Bu değerlendirmelerin hangi riskleri ve bunların giderilmesi gereği ile ilgili uyarıları içerdiği, ilk yatırım yapılabilir notunu aldığımız 2012 yılından beri piyasa oyuncuları ve ekonomiyi izleyenler tarafından yakından biliniyordu. Konjonktürel fırsatların (enerji fiyatları ve batıdaki düşük faizlerin sağladığı likidite akışı) sağladığı bıçak sırtı dengeler, uyarıların gereğini yapmamıza ve zaten isteksiz olduğumuz gerçek reform inisiyatiflerini sürekli savsaklamamıza yol açtı. Kendi gündemimize fazla kilitlenmemizin ve parçası olduğumuz küresel ekonominin kaçınılmaz işleyiş kurallarını göz ardı etmemizin hiç de sürpriz olmayan olumsuz sonuçları ortaya çıkınca da öfkelendik.

Gerçekten de Moody's'in kararının gerekçelerine bakınca ne dış finansman ihtiyacında risk artışı, ne büyüme oranında ve kalitesinde düşüş, ne de bu kurumun metodolojik olarak öteden beri çok önemsediği kurumsal yapıda bozulma, bu köşede de uzun zamandır vurgulandığı gibi bugün öğrendiğimiz şeyler değil. Reel kesimin finansman bağımlılığı, tüketime ve dış borçlanmaya dayalı büyüme modelinin bunu pekiştirmesi, büyüme oranı hedeflerinin aşağı doğru revize edilmesi, yavaş büyümeye rağmen cari açığın istenilen ölçüde düşmemesi, turizm ve ihracat cephesinde yaşanan sıkıntıların borç çevirme kapasitesi yönünden kırılganlığı arttırması, bütün bunların üstüne darbe sonrasında temel hak ve özgürlüklere getirilen kısıtlamaların hukuk güvenliği ile ilgili zayıf algıyı daha da kötüleştirmesi sürekli dikkat çekip düzeltilmesi gerektiğini vurguladığımız hususlar. Mahfi Eğilmez'in de hatırlattığı gibi son bir yılda Küresel Rekabet Endeksi ve Dünya Bankası Kurumsal Yönetim Göstergeleri bağlamında Türkiye'nin sıralamadaki ciddi gerilemesinin de aynı yönde sinyalleri zaten vermiş olduğu açık. Bu arada gelişmiş batı ülkelerine oranla yüksek büyüme oranına sahip olmamızın bu riskleri hafiflettiği yolundaki argümanların da hem elma ile armut gibi yanlış bir kıyaslamaya dayanması, hem de Türkiye'nin kalıcı büyümeyi sağlayacak potansiyel büyüme oranı olan %5'i yakalamasının gündemden çıkması nedeniyle haklı olmadığını belirtmeliyiz.

Aynı dilden konuşmak lazım

Aslında dikkatimizi yoğunlaştırmamız ve duyarlılığımızı arttırmamız gereken nokta, belki notun kendisinden çok "görünüm" açıklaması olmalıdır. Çünkü bu açıklama, uyarıların konusu riskler konusunda ilgili ülkenin orta vadede izleyeceği politikaların ve alacağı tedbirlerin izleneceğine ve notta ona göre değişiklik yapılacağına işaret etmektedir. Biz ise nedense genellikle 2 yıl süren bu izleme dönemini hiç önemsemeyip not açıklanınca yani testi kırılınca yaygara koparıyoruz. Oysa üç önemli derecelendirme kuruluşunun en az ikisi mevcut notumuzu "negatif" görünümde tutuyor. Hatta Moody's bu defa izleme dönemini, sürekli seçim konjonktürü ve son olarak darbe girişimi nedeniyle üç yılın ötesine taşıdı. Anlaşılan risklere ve yapısal zaaflara yönelik kararlı politikalar görmediği için sonunda notu düşürdü ve fakat yeni nottaki "görünüm"ü de durağana yükseltti. Bazılarının çelişki olarak yorumladığı iki hafta önceki "darbe şokunun büyük ölçüde atlatıldığı" yolundaki Moody's açıklamasını da bu yükseltmenin gerekçesi saymak ve not indirimini ise uzun zamandır gündemde olan uyarılar doğrultusunda bir politika performansı olmayışına bağlamak daha isabetli olur.

Nihayet öfkeli tepkilerin yanında hükümetin iki önemli üyesinin, Başbakan Yardımcısı Şimşek ile Maliye Bakanı Ağbal'ın kararı çok daha akılcı ve serinkanlı karşılamaları, mali disiplinin korunması ve yapısal reform sürecinin hızlandırılması konusunda kararlılık bulunduğunu vurgulamaları umut verici. Not indirimi, kısa vadede, iki yatırım notu arayan fonlarının Türkiye piyasasından çıkmalarına, bunun da 3 ila 10 milyar dolar arasında gerçekleşmesine yol açabilir ama daha önemlisi hükümetin süratle pozisyon alıp hem Ağustos'ta negatif izlemeye başlayan Fitch’in, hem de birkaç ay sonra yeniden değerlendirme yapacak olan Moody's'in yorumlarını olumlu etkilemeye odaklanması şart. Ayrıca terörün ve OHAL'in hiç bitmeyeceği tarzındaki açıklamaların da ekonomik sistem ve kurumsal yapı ile ilgili soru işaretlerinin giderilmesine hiç de yardımcı olmayacağı akıldan çıkarılmamalı. Dünya ile aynı dili konuşmayı ihmal edersek küresel sermaye de bizi ihmal eder...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019