Kusurlu piyasa sıradan şirketler doğurur

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

Biraz Akdenizli, biraz da Doğulu olduğumuzdan mı nedir siyaset ile ilgili konularda adrenalinimiz hep yüksek, fakat ekonomi ve bilim / kültür konularında oldukça düşük görünüyor. Hadi bilim ve kültürdeki sessizliğimizi hayati reform ihtiyacını hep vurguladığımız eğitim sistemindeki zafiyete yoralım, ya siyasal tercihlerde bile açık ara birinci faktör olduğu kabul edilen ekonomideki sükunetimizi nasıl açıklamalıyız? Ekonomik gücün en önemli göstergesi, hele bizim gibi bariz bir doğal kaynak üstünlüğü bulunmayan ülkelerde, şirketler kesiminin enerjisi olduğuna göre buradaki temel sorunumuz şirketlerimizin sıradan performansı olmalı. Hem baksanıza, asıl avantajımız olan ama donanım eksikliği yüzünden potansiyel katkısını veremeyen gençlerimizin, hem de üniversitede okuma şansı bulanların istatistiklere göre tercihleri özel kesim ve sanayi sektörü değil kamu kesimi ve hizmetler sektörü. Eğitimli gençlere bile çalışma şevki veremeyen, ayrıca çok uzun zamandan beri rekabetçi ölçeklere ve verimliliğe ulaşamayan şirketlerimizin katma değeri yüksek bir üretim gerçekleştirmesi ve faaliyet gösterdiği sektörlerde dünya klasmanına girebilmesi de mümkün olmuyor.

Bu yüzden geçimini ve umudunu devlete bağlayanların sayısı da azalacağına artıyor. Devlet bütçesindeki sosyal yardım ve transferlerin artışı ise eğitimsiz ve yoksul kitlelerin de bu eğilimi iyice pekiştirdiğini ortaya koyuyor.

Şirketler tesadüfen büyümez

Neredeyse Cumhuriyetin kuruluşuyla yaşıt müteşebbis özel kesim yaratma çabalarına ve bunca teşviğe rağmen şirketlerimizin hâlâ öncelikli çalışma yeri olarak görülmemesini ve insanımızın devlete bağımlılığının sürmesini neye bağlamalıyız? Tarihsel birikimin toplumun genetik kodlarındaki izdüşümü, sadece bireylerin değil şirketlerin de antenlerini Ankara'ya göre ayarlama alışkanlığını daha uzun zaman sürdüreceğine işaret ediyor. Bu durumda asıl irdelenmesi gereken, piyasa ekonomisi tercihi net bir şekilde yapıldığı ve toplum da bunu özümsediği halde, geleneksel olarak otoriteye bizim gibi bağlı Uzakdoğu toplumlarındaki ekonomik gelişme ve şirket büyüklüklerinin neden bizde ortaya çıkmadığıdır. Sorunun muhtemel cevabı, sistem tercihleri doğru yapılsa da bunları hayata geçirip uygulamada ve strateji kurgulamada toplumun öncü rolü yüklediği kamusal yönetici elitlerin başarılı olmadığı şeklinde verilebilir. Kuşkusuz bu başarısızlığın arkasında piyasa ekonomisini ve onun doğal uzantıları olan kurumları dünyadaki en iyi örnekleriyle gerçekleştirmeyi önemsemeyerek işimize gelen taraflarını alıp gerisini tesadüflere bırakmamızın, böylece kendi versiyonumuzu oluşturacağımızı sanmamızın büyük payı var. Sistem tam anlamıyla kurulmadığı için koşullar değiştiğinde dengeyi ve düzeltmeyi sağlayacak otomatik mekanizmalar devreye girmiyor ve sıklıkla oluşan krizler gelişmeyi kesintiye uğratıyor.

Böyle olmasaydı daha 60'lı yıllarda bizimle aynı düzeyde olan Güney Kore'nin kişi başı milli gelirde şimdi yaklaşık üç katımıza ulaşması, hele şirket ölçeklerinde küresel boyutlara ulaşmış 17 şirketinin dünyanın ilk 500 şirketi arasına girmesi mümkün olur muydu? Korelilerin bu başarısı, tesadüfler ya da şans ile değil, uzun yıllar farklı kamu yönetimlerince kararlılıkla uygulanmış stratejik doğrultu sayesinde gerçekleşmiş ve sonuçları da 80'li yıllarda ortaya çıkmaya başlamıştır. Hiçbir başarı hikayesinde mucizevi ve sihirli bir formül yoktur.

Sorun insan kaynağında değil 

Aslında devleti baba gibi görme refleksi bir yana bırakılırsa insanımızın bir başarı hikayesi yaratma bağlamında oldukça uygun ve esnek bir yapısı var. Nitekim geçtiğimiz aylarda epeyce yankı yapan Richard D.Lewis'ın “ulusların iletişim kalıpları” konusundaki makalesi başka ülkelerin halklarıyla ilişki kurma ve iş yapma açısından Türklerin de oldukça pragmatik olduğunu belirtiyor. Zaten açıkça belirlenmiş kurallar ve yerleşik sistemler söz konusu olduğunda Türk işgücünün çalışkan ve verimli olduğunu, hem yabancı ülkelerde yaşayan yurttaşlarımızdan, hem de Türkiye'de ve dünyadaki çokuluslu şirketlerde başarıyla hizmet veren beyaz ve mavi yakalılarımızdan biliyoruz. Dolayısıyla sorun bir yönüyle ülkedeki iş yapış kültürü, yatırım ortamı ve rekabet koşullarıyla, diğer yönüyle de sermaye sahiplerinin ortaklık ve yönetim yaklaşımı ile ilgili olmalıdır. Bu arada sadece özel kesimin değil, kamu yönetiminin de kısa vadeye odaklanmasının ve zamana dayanıklı stratejileri önceliklendirmemesinin sorunu derinleştirdiğini not etmeliyiz.
Hal böyleyken hâlâ piyasa ekonomisinin kurumsal yapı ile ilgili bacağını sağlamlaştırmanın, eğitim reformunun ve inovasyonun değişmez öncelikler olarak benimsenmediğini, sadece konjonktüre odaklı ve ona uyum sağlamakla sınırlı bir ekonomi politikası ile yol almanın öngörüldüğünü görüyoruz. Güçlü teknoloji ve bilim üretme kapasitesi oluşturmadan ve makro dengeler ile ilgili kırılganlıklar giderilmeden büyük devlet olunamayacağını da unutmuşa benziyoruz. Oysa başka örneklere bakmaya gerek yok, bir zamanların süper gücü olan kendi atalarımızın bile endüstri devrimini ıskaladığı ve bilim üretemediği için nasıl çözülüverdiğini hatırlamamız yeter.

Uzun erimli gerçekçi stratejiler üzerinde toplumsal uzlaşma sağlamadan çarpıcı başarı hikayesi yazamayacağımız açık. Unutmayalım ki sadece lider ekonomi olmak için değil, doğru dürüst bir taşeron ekonomisi olmak için de stratejik kararlılık gerekir.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019