Narenciye kokularından piyano tınılarına

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

İki hafta üstüste güney'e uçtum. Önce Mersin'e, sonra Antalya'ya. İki etkinlik vardı: Mersin'de narenciye, Antalya'da piyano festivali yapılıyordu. Mersin, yıllardan beri izlediğim uluslararası müzik festivali nedeniyle neredeyse karış karış bildiğim, sahiplendiğim “benim şehrim” dediğim bir yerdi; Antalya ise çok sevdiğim, bulunmaktan keyif aldığım kentlerden birisiydi...

Önce Mersin... Ticaret Borsası Başkanı Ö. Abdullah Özdemir'den aldığım bilgilere göre kentin narenciye milli geliri 750 milyon dolar. 50 bin kişiye istihdam sağlyor ve 371 milyon dolarlık ihracat yapılıyor. Geçtiğimiz sene, narenciye ihracatımızın yüzde 40'ı, bu alanda çalışan 650 dolayındaki Mersinli firma tarafından gerçekleştirilmiş. En fazla ihracat Rusya'ya yapılıyor.

Türkiye, narenciye (yani portakal, mandalina, limon, greyfurt, turunç) üretiminde dünyada 9. sırada. 

Festival, Mersin'in en büyük buluşması. Kentin sahili 100 ton narenciye kullanılarak yapılan heykeller ve süslemelerle açık hava fuarına; 30 ülkeden gelen grupların gösterileriyle bir şenlik alanına dönüşüyor. 

Etkinliğin amaçları arasında narenciyeyi yerel, ulusal ve uluslararası alanlarda tanıtmak; bu meyveleri tüketimini artırmak, marka değerini yükseltmek de yer alıyor. Çünkü, kişi başına 1.1 kg greyfurt, 3.8 kg limon, 5.7 kg mandalina, 17.5 kg portakal tüketiyoruz. Bu da greyfurtta yüzde 153, limonda yüzde 123, mandalinada yüzde 85, portakalda yüzde 11 arz fazlasına denk geliyor. Yani, narenciye sektörünün desteğe ihtiyacı var. Meyvelerin ağaçta kalmaması ya da üreticiyi zarara sokacak fiyatlara el değiştirmemesi gerekiyor. 

Bu amaçla da müzik festivalinde olduğu gibi kamu kurumları, belediyeler, üniversite, ticaret borsası, odalar elele vermiş çalışıyorlar. Festival de bu çalışmanın ürünlerinden birisi. Hem narenciyeye dikkat çekiyor, hem de turizm potansiyelini artırıyor. Ben, İstanbul'da bulamadığım Mersin limonlarından 10 kilo alıp döndüm; lezzetleri o kadar farklı ki...

Ve Antalya... 7 Kasım’da “Şehrin Sesi” sloganıyla başlayan 15’inci Antalya Piyano Festivali, yarın sona eriyor. Etkinlik programı içerisinden benim tercihim, İngiliz piyanist Paul Lewis'in konseri oldu. Beethoven ve Schubert’in müziğine odaklanan Lewis, haklı şöhretini  bu bestecilerin yorumlarıyla kazanmış bir sanatçı. Beethoven’in 32 piyano sonatını birden seslendirdiği konser dizileri ve albümden 8 yıl sonra Antalya’ya bestecinin son 3 piyano sonatını seslendirmeye gelmişti: Op.109, 110 ve 111.

Şöyle diyordu: “Bu, benzersiz bir yolculuk. Opus 110’da bir bölüm var ki duygusal olarak tamamen dibe vuruyorsunuz. Sonra gelen füg bölümünde yeniden yükseliyor müzik. Bundan daha ötesi yok, diye düşünüyorsunuz. Oysa Opus 111 var. Öylesine güçlü bir anlatım ki, büyük çaba harcamadan dinleyicisini kucaklayıp başka bir gezegene götürüyor. Bu müzikle hayatınızı değiştirebilirsiniz. Dahası da vardır.”

Hepsini yaşadık onu dinlerken. Piyanosuna, esere, besteciye sevgisini, bağlılığını, abartmadan bütün duyguları bizlere geçirmesini hissettik. Tabii ki Beethoven çalıyordu, onun şiirsel notaları uçuşuyordu salonda ama, yorumcu da Paul Lewis'ti.

Sanatçı, sonatların üslûb açısından geri kalanlardan çok farklı olduğunu söylüyordu: “Beethoven bu eserlerde icracıya yol gösterecek çok ayrıntılı notlar yazmış. İlk sonatlarda ise piyanist yorumda çok daha özgür davranabiliyor. Son sonatları onun arzu ettiği gibi seslendirmek büyük çaba gerektiriyor.”

Konser bitiminde avuçlarımız patlarcasına alkışladık; ne yazık ki bir kez bis yaptı. O  yorumu kulaklarıma, belleğime hapsederek döndüm İstanbul'a. Öyle lezzetliydi ki...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar