Azalan şans büyüyen tehlike

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Gelişmiş Batı'da sorunlar çıkınca dünyanın geri kalanının bundan kazançlı çıkacağı beklentisinin boş bir hayalden ibaret olduğu (ki biz bunun böyle olduğunu başlangıçta belirtmiştik) epeydir herkesçe anlaşıldı. Öyle ki şimdilerde orası düzene girer gibi olunca dünyanın geri kalanı rahatlayıp kutlama yapmaya başladı. Yatırım ve büyüme dinamiklerini küresel çapta yönetecek alternatif bir düzen kurgusunun bulunmadığı, tek ümidin mevcut düzenin kendisini onararak yola devam edilmesi olduğu ortaya çıktığından kriz öncesine dönmek ortak istek haline geldi. Türkiye ise bu belirsizlik döneminden mutfağını düzeltmek için yararlanamadı, sadece krizin etkilerini sınırlı tutmaya yoğunlaştı. Oysa esas amaç, ayrıca kırılganlığı azaltmak olmalıydı, yükselen ülkeler içinde öne çıkmak olmalıydı, bunu yapamadık. İşin kötüsü bunu yapacağımıza inanmayanlar ya da kuşku duyanlar, başta rating kuruluşları olmak üzere, haklı çıktı. Neyse ki hiç değilse ekonomik alanda fahiş hatalar yapmaktan kaçındık, küresel belirsizlikler de halen devam ediyor, yani seçim konjonktüründe disiplinli ve kararlı davranabilirsek mutfağı düzeltip yapısal direncimizi ve esnekliğimizi arttırmak için adım atma şansımız sürüyor.

YALNIZLAŞMA DEĞİL YENİ YOL HARİTASI

ABD'de siyasal anlaşmazlıklardan kaynaklanan bütçe krizi ve yakında gündeme gelecek borç tavanı sorunu, Avrupa ülkelerindeki siyasi krizler sözünü ettiğimiz belirsizlik dönemini uzatıyor uzatmasına ama Türkiye gibi cari açık üreten ülkelerin hem yavaşlamaya katlanıp hem de yapısal program uygulaması eskisinden daha zor. Öte yandan bölgesel siyasi konjonktürdeki olumsuz gelişmeler bizim için manevra alanını da daraltmış durumda. Ekonomik dengeler açısından hala en önemli ağırlık merkezimiz olması gereken batı sisteminin iki önemli ayağından AB ile ilişkilerimiz ise uzunca bir süredir buzdolabında. Faruk Şen'in başında olduğu Türkiye Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırma Vakfı'nın (TAVAK) son araştırması artık Türkiye kamuoyunun da bu konudaki umudunu ve ilgisini yitirdiğini ortaya koyuyor. Daha 2011'de % 34 olan üyelik hedefine inancın % 19'a, hatta gelecek 14 yıl için %13'e inmiş olması bunun kanıtı. Hele alternatif örgütler içinde İslam ülkeleri ve komşularla işbirliğinin de çok gerilemiş olması, buna karşılık Şanghay Beşlisi gibi eskiden hiç akla gelmeyen bir yapıya gönderme yapılması yukarıda belirttiğimiz yalnızlaşma duygusunu doğruluyor.

Bu durum, doğru yol haritasını belirleyip cesaretle uygulamak için gerekli toplumsal uzlaşmayı sağlama durumunda olan kamu otoritesi için ciddi bir uyarı niteliğinde. Stratejik önceliklerin ve temel politikaların hem netleştirilmesi, hem de toplumla ve özellikle ekonomik aktörlerle gereğince paylaşılması büyük önem kazanıyor. Küresel desteklere ve fırsatlara bağımlı, ithalata ve dış borçlanmaya dayalı mevcut büyüme modelinin tedricen de olsa yerini alacak daha fazla katma değer üretimine yönelik yeni bir model için iç dinamiklerin geliştirilmesi zorunluluğunu esas alan bir ortak programın bütün taraflarca benimsenmesi şart.

DOĞAL VE YAPISAL SINIR 

Öte yandan bütün belirtiler, enflasyon ve verimlilik gibi parametrelerde sözkonusu olduğunu daha önce çeşitli vesilelerle vurguladığımız doğal sınırın artık büyümede de karşımıza çıktığını gösteriyor. Artan cari açığa ve dış borçlanmaya rağmen artık büyüme oranı artmıyor. Ayrıca yatırım harcamaları da düşüyor. Belli ki artık doğru konjonktür politikaları ya da yapısal faktörlerde marjinal iyileştirmelerle yüksek büyüme sağlanamıyor. Adına ister son zamanlarda moda olan tabirle orta gelir tuzağı deyin ister başka bir şey, şartlar değişmediği takdirde doğal bir yapısal sınıra dayanmakta olduğumuz açık.

Böyle bir sınır sadece ekonomik refah konusundaki özlemlerimiz açısından değil, iddialı siyasal vizyonumuz açısından da büyük tehlike. Mevcut büyüme modeli içinde cari açığı ancak ekonomide küçülme ile azaltabildiğimize ve yurtiçi katma değeri yükseltemediğimize göre, teknolojik düzeyi, verimliliği, işgücü niteliğini yükseltecek eğitim reformunu ve tasarruf oranını arttırmadan küresel güç olmak bir yana bölgesel güç olma iddiasını bile sürdürmemiz zor. Daha önemlisi özgüvenimizde önemli payı olan ve en az % 5 olduğuna inandığımız potansiyel büyüme oranımız konusunda da kuşkular belirmeye başlar.

ŞİRKETLER NEDEN KÜÇÜK

Aslında artık sınıra dayanmış olduğumuza ilişkin pek çok başka işaret de var. Bilim üretiminde ve arge liginde bulunduğumuz yer gibi niteliksel olanlar bir yana şirket ölçekleri ile ilgili pek çok kez dikkat çektiğimiz basit gerçekler de büyük hamlelere ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Bizim şirketlerimizden hiçbiri dünyanın ilk birkaç yüz şirketi arasına giremezken önlerine geçmeye çalıştığımız Meksika, Kore, Tayvan gibi ülkeler de dahil yükselen ülkelerden sekiz şirket ilk yüzü arasında yer alıyor. Söylemiştik, bunda en önemli etken ölçek zafiyetinin öncelikli bir sorun olarak belirlenmiş olmaması. Ne hukuk sistemi, ne de teşvikten idari düzenlemelere kadar kurumsal çerçeve ölçek büyütmeyi özendirmiyor. Aksine özendirilen başka alanlar, sözgelişi kentsel rantlar, mevcut kaynakların da şirketlere gitmemesine yol açıyor. Dinamik ve katılımcı bir özgür girişim ortamı oluşmuyor.

Sahi on yıldır tartışılan ve tasarılara da utangaç bir şekilde de olsa teknik tabiriyle tersine müterakki kısmi bir vergileme yöntemiyle yansıyan kentsel rant vergilemesinde bile çekimser davranırsak, büyük değişim iradesini nasıl sağlayacağız?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019