Pasif devrimin sistematikliği

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Seçimlerde ne olacak? Gerçekten çok önemli mi? Hiç sanmıyorum. Ülkelere ve tarihe böyle bakılmaz. Seçimler çok önemli olsaydı, siyasal ittifakların değiştiğini gözlemlerdik. İnsanların zihinlerinde oluşan depremlerin kamusal alanda bir yansıması olur. Sonuçların değişmesi için ya kurumlar, ya da tercihler değişmelidir. Tercihler zor değişir ve asıl önemli olanları en zor değişir. Kurumsal açıdansa, değişen çoktan değişti. Yani?

Gramsci pasif devrim kavramına pozisyon savaşı nosyonuyla bağlantı içinde yer vermişti ve bu kadarı genelde biliniyor. Yıllar boyunca Siyasal İslam içinde düşünülebilecek akımlar açık veya örtülü biçimde nüfuz, zenginlik ve güç sahibi olmaya çalıştılar ve İtalyan Marksisti Gramsci’nin “pasif devrim” adını verdiği tarzda bir mücadele sürdürdüler. 2007 sonbaharında ilk defa “pasif devrim” (Antonio Gramsci) ve “kültürel burjuvazi” (Michael Burawoy) kavramlarını kullanmıştık. 2007 yılına gelindiğinde İslami burjuvazi de seküler burjuvazi kadar kültürel, ama bir o kadar da seküler ve elle tutulur haldeydi; artık oluşum sürecini tamamlamak üzereydi. 

İktidar partisinin İslami referansları sadece bir köken meselesi olmayıp, bir politik corpus meselesiydi ve bir tür “tarihsel blok” (Gramsci)  olma yolunda ilerleyen bu partinin geleceğiyle ilgili tek soru işareti –en azından bazı çevreler için- Avrupa Birliği idi. AB üyeliğinin bu partinin muhafazakar demokrat olma yolunda ilerlemesini sağlayacağı liberal çevrelerde genel kabul görüyordu. İslami karakter sadece iktidar partisinin var olan siyasi gövdesinin vaaz ettiği muhafazakarlığın bir niteliği olmayıp, toplumun kültürel haritasına nüfuz etmiş bir ekonomik-siyasal gücün kodlanmasının ana işareti olarak da temayüz ediyordu. Sonuçta Cumhuriyet’in 2007 sonbaharından itibaren hangi yönde yeniden yapılandırılacağı, uzun süren bir “pozisyon savaşından” sonra, incelenebilecek en temel meşru sosyal bilim ajanda maddesi haline çoktan gelmişti.  

Muhafazakar-sağ kesimde ilk günden beri açıkça gerici bir mekanizma içselleşmiş olarak bulunuyordu. Zamanla muhafazakar merkez-sağ milliyetçilik ve dinselliğin liberalizmden daha ağır basmasını adeta garanti edecek refleksler geliştirdi. Liberalizm daima muhafazakarlığa içkindir –en azından neoliberalizm böyle doğdu- ve merkez sağın muhafazakarlığı denilebilecek ideolojik konfigürasyon hiçbir zaman ana muhafazakar kütlenin milliyetçi ve dinci ideolojik uçlarından çok uzakta değildi. Merkezde olmak, ve dolayısıyla tanım gereği merkezdeki seçmene seçimlerde hitap edebilmek, yine de uzun bir süre merkez sağın muhafazakarlığının “uçları” törpülemesine yol açtı. 
Ana kitlenin –şehirli olmayan, katı, geleneksel- özellikleri zamanla merkezi de dönüştürdü ve merkezin şehirli anlamında burjuva özelliklerini geri plana çekmesine yardımcı oldu. Bu değişim, yani merkezin sağa, daha da derin bir muhafazakarlığa kayması –sadece dinsel muhafazakarlık anlamında değil- aniden olmadı, sürekli ve yavaş bir süreç olarak gelişti. Ama süreç yaşarken bile görülebilir ve gözlemlenebilirdi. Yeni merkez 1980'ler ve 1990(lar boyunca giderek daha milliyetçi ve dinsel motiflere açıktan dayalı hale gelirken yavaş yavaş –eski merkezin yapabildiği gibi- ana kütlenin sivri uçlarını massedebilecek konumu yitirdi, pozisyonunu kaybetti. 

Tuhaf olan nokta, ortada kendi illüzyonları dışında “manevra savaşı” verebilecek bir sol muhalefet olmadığı halde bunun böyle olmasıdır. Aslında “normatif” olma özelliğini korumanın ilk öncelik olması gereken sol, “manevra savaşı” verdiğini sanma illüzyonuna tamamen kapılarak, çeşitli şekillerde ya sahip olmadığı gücü vehmetti, ya da önüne konulan her projeye dahil olarak çözüldü ve 2010 referandumu sonrası adım adım tarihe karıştı. 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019