Sinemaya da tutkun, yazmaya da

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

“Konuşmayı şehvetle seven insanlar” diyordu Nâzım Hikmet, “Kuvâyi Milliye Destanı”nın “Üçüncü Bap”ındaki “Yıl 1920 ve Arhaveli İsmail'in Hikâyesi” başlıklı şiirin bir dizesinde. Seneler önce okumuş, yeri geldiğinde “şehvetle’ sözcüğünün gücünden yararlanmak için, dizeyi alıntılamıştım yazılarımda... 

Atillâ Dorsay, bu yılki İstanbul Tüyap Kitap Fuarı Onur Yazarı seçilince, kitabını hazırlamak için bir söyleşi maratonuna başladık yaz ayları boyunca süren. O sohbetlerimizden birisinde, “yazı yazmayı şehvetle seviyorum” deyiverdi. Kendisini en güzel anlatan üç sözcüktü bence.

Bakın yalnızca bu yıl içinde çıkardığı kitaplar şöyle:
“Emek Yoksa Ben De Yokum!- Bir Kültür Semtinin Çöküşü” - Kırmızı Kedi Yayınları, “100 Yılın 100 Türk Filmi” - Remzi Kitabevi, “Hayatımızı Değiştiren Filmler 2005- 2015” - Remzi Kitabevi ve benim hazırladığım “Renkli - Sinemaskop Bir Hayat: Atillâ Dorsay” - Tüyap...

Düşünün, yayınlanan ilk yazısı 1966 tarihini taşıyor. Neredeyse yarım asır içinde her hafta en az bir ya da birkaç yazı kaleme aldığını düşünürsek, neredeyse üç bini bulan bir sayıya ulaşıyor yalnızca düzenli yazdıkları. Yayınlanmış elli kitap var geride. Daha öncesinde gittiği filmlerin jeneriklerini, konularını, hangi sinemada oynadıklarını yazdığı, hattâ onlara yıldız verdiği sinema defterlerini hâlâ saklıyor. Onlar ise ellili yılların ilk yarısına kadar tarihleniyor...
Böylesine büyük bir dağarcık, ancak yazmayı şehvetle sevmekle açıklanabilir. Bakın ne diyor “Renkli - Sinemaskop Bir Hayat”ta Dorsay:
“Millet dalga geçiyor herhalde benimle: ‘Bu adam bu kadar kitabı nereden, cebinden mi çıkarıyor?’ diye... 

Şimdi, her şeyden önce yazı yazmayı bir disiplin haline getirmek var. Eğer bir insan, her sabah yedide kalkıp gazeteler geldiyse gazeteleri okuyarak, eğer gelmediyse - ki bazen gecikiyor - bilgisayarın başına geçip birkaç yorum, eleştiri, not veya herhangi bir şey yazarak güne başlıyorsa... Ve eğer bir basın gösterimi yoksa, tüm o sabah saatlerini de ekran başında ve çokluk yazarak geçiriyorsa... O zaman bu yazılar birikiyor ve bu kitaplar da yazılıyor. Allah bu yeteneklerimi elimden almasın -tabii alabilir de... Görmem azalabilir, parmaklarım hareket etmeyebilir, benliğim dumura uğrayabilir veya beynim iflas edebilir, her şey olabilir. Ama gittiği kadar böyle gidecek...”
Ben, Atillâ Dorsay’ı 70’li yılların sonlarında tanıdım. O senelerde halen de çalıştığım gazeteniz Dünya’da sanat sayfasını hazırlayan Selim İleri’ye yardım ediyordum. Demek ki kırk yıl gibi bir zaman geçmiş. Seneler biribirini kovaladı, Atillâ Dorsay’ın sinema dünyamıza verdiği büyük emek, yarım asra, onun yaşı yetmişe ulaştı. Bu borcu, - bir gazeteci, bir sanatsever olarak bunu hep hissediyorum - Beşiktaş Belediyesi’nin “Ustalara Saygı” toplantılarında “Sinemanın Ağır İşçisine Saygı” başlıklı bir etkinlik ile biraz olsun ödemeye çalıştım.

Mimarlık eğitimi almasına rağmen yazarlığı kendisine meslek seçen, sinemanın yanı sıra yemek kültürü, şehircilik, müzik ve yaşam kültürü üzerine kaleme aldığı yazılar; yayınladığı kitaplar, yaptığı televizyon - radyo programları, şiirleri, öyküleri ve yer aldığı uluslararası - ulusal yarışma jürileriyle kültürümüze katkıda bulunan Atillâ Dorsay’ın büyük emek ve biriktirim gerektiren yeni kitaplarını da kütüphaneme özenle yerleştirdim.

“Yeşilçam’dan Yüz Portre” isimli bir albüm-kitap’ının hazır olduğunu biliyorum, tabii birçok yeni kitap projesi de gündemde. Bakalım, 2015’te Dorsay’dan neler okuyacağız?
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar