Şirketlerde kredi ağırlıklı bilançodan sermaye ağırlıklı bilançoya geçiliyor!

Yılmaz SEZER - YMM, Güncel&Laviale Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan’ın, “Şirketlerin kredi ağırlıklı değil, sermaye ağırlıklı bilanço yapısına sahip olmasıyla alakalı yeni bir çalışma başlattıklarına” ilişkin açıklaması, piyasa aktörleri başta olmak üzere, şirketler ile diğer kişi ve kuruluşlar arasında hararetli tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. 

Ülkemizin son 10 yılda ekonomi başta olmak üzere diğer alanlardaki başarısının en büyük nedeni, piyasa aktörlerinin de görüşü alınarak belirlenmiş temel ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalınmasıdır. Bu hedeflere ulaşılması için de, ilkeler çerçevesinde gerekli adımların atılması ve özellikle ticari ve mali piyasalarla ilgili yapılması gereken reformların birbiriyle koordineli ve planlı bir şekilde yapılması gerekmektedir. 

IMF ve diğer uluslararası ekonomi kuruluşları ile yabancı ülkeler tarafından takdirle karşılanan bu başarılara rağmen, ekonomimizin her türlü tedbir alınmasına karşılık giderilemeyen en büyük sorunu cari açıktır. Cari açığın en önemli nedeni ise, yurt içi tasarrufların düşük düzeyde olmasıdır. Türkiye'de tasarrufların milli gelire oranını yüzde 12-13 seviyesindedir. Şu anki ülke tasarruf düzeyimizin yetersizliği, büyümeyi olumsuz etkileyen önemli faktörlerden olup, bulunduğumuz refah seviyesini sağlayacak boyutta da değildir. Tasarruf düzeyi artırılarak refah seviyesini destekleyecek noktaya çıkartmalı ki, ülkemizin dış finansmana bağımlılığı azalsın. 

Türkiye’deki insanların durumu da, ülke ekonomisinden farklı değil. Üreten bir toplum yerine tüketim eğilimi yüksek bir toplum haline geldiğimiz için, insanlar gelirinin üzerinde borçlanmaktadır. Bu durum da cari açığı tetiklemektedir. Olması gereken; hem gerçek kişilerde hem de ticari hayatta borçlanmanın gelir ile uyumlu olması, geliri aşan borçlanmanın yapılmamasıdır. Refah düzeyinin sürdürülebilir olabilmesi için de, devlet ve hane halkının tasarruf etmesi ve tasarrufların yatırıma yönlendirilmesi son derece kritik öneme sahiptir. 

Aynı durum şirketler için de geçerlidir. Bilançolar incelendiğinde, şirketlerin sermayeden ziyade kredi ağırlıklı bir bilançoya sahip oldukları görülmektedir. Şirketler de ödeme kapasitelerinin üzerinde borçlanmaktadırlar. Aktif çalışma sermayesinin yetersizliği, kısa vadeli fon ihtiyacı gibi nedenler, şirketleri borçlanmaya itmektedir. Şirket sahipleri olan, sermayedarlar, sermayesini şirkete koyma yerine başka yerlerde daha çok gayrimenkullerde ve sabit varlıklarda değerlendirmeyi tercih etmektedirler. Özellikle ortaklar geri alamama korkusuyla veya örtülü sermaye sorgulaması ve yaptırımları ile karşılaşmamak için şirkete vermek ya da para koymak istememektedirler. Bunun yerine atıl paralarını banka veya katılım bankalarında değerlendirmektedirler. Ortaklar paralarını şirkete sermaye olarak koymak yerine borç olarak verdiklerinde örtülü sermaye riski ile karşılaşmakta, örtülü sermayeye sayılan borçlanmalara ilişkin faizleri şirkete gider olarak kaydedememektedirler. Banka kredilerine ilişkin faizleri ise gider olarak düşebilmektedirler. Bu durum ise, özellikle gider yaratma konusunda sorun yaşayan firmaları, ortaklarından borçlanma yerine, bankadan kredi kullanmaya itmektedir. 

Burada yapılacak düzenlemelerin başında mevzuat sistemimize 6322 sayılı kanun ile 15.06.2012 tarihinde girmiş bulunan “Finansman Gider Kısıtlaması” sisteminin hayata geçirileceğini düşünmekteyiz.
Finansman Gider Kısıtlaması Gelir Vergisi Kanunu’nun 41. maddesi ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11. maddesi ile düzenlenmiştir.

Finansman gider kısıtlamasının esası; kredi kuruluşları, finansal kuruluşlar, finansal kiralama, faktöring ve finansman şirketleri dışında kullanılan yabancı kaynakları öz kaynakları aşan şirketlerde, aşan kısma münhasır olmak üzere, yatırımın maliyetine eklenenler hariç, işletmede kullanılan yabancı kaynaklara ilişkin faiz, komisyon, vade farkı, kar payı, kur farkı ve benzeri adlar altında yapılan gider ve maliyet unsurları toplamının %10’u aşmamak üzere Bakanlar Kurulu’nca kararlaştırılan kısmı belirlenecek oranı sektörler itibari ile farklılaştırmaya Bakanlar Kurulu’na yetki verilmesidir.

Bakanlar Kurulu kendisine verilen bu yetkiyi kullanmak suretiyle Finansman Gider Kısıtlaması uygulamasına başlanılmış ve şirketlerin kredi ağırlıklı değil de sermaye ağırlıklı bilanço yapısına kavuşmaları için uygulanabilir bir sistemdir.

Bunun dışında yapılacak çalışmalarda aşağıda özetlenen hususların da göz önüne alınmasında yarar olduğunu düşünmekteyiz.

1) TTK hükümlerine göre AŞ. ve Ltd. Şti. şirket kurmak için gerekli sermaye olarak belirlenen sırasıyla 50 bin TL ve 5 bin TL çok düşük kalmıştır. Bu tutar kademeli olarak artırılabilir veya sektörler esas alınarak farklı sermaye tutarları belirlenebilir. Bu şekilde, daha kurulurken şirketin yeterli sermaye yapısına sahip olması sağlanabilir.

Şirketlerin sermaye artırımlarına gitmesi gerek SPK gerekse vergi mevzuatı yönünden teşvik edilmeli, hatta zorunlu tutulmalıdır.

2) Kamu ihalelerine girecek veya yatırım yapacak şirketlerden belli bir sermayeye sahip olma şartı aranılabilir. Teşvik belgesi verilmesi veya vergi istisnalarından yararlanma sermaye yapısı şartına bağlanabilir veya yeterli sermayeye sahip şirketlere daha fazla oranda istisna sağlanabilir.

3) Şirketlerin ortaklarından borçlanma imkanı teşvik edilmeli, örtülü sermaye sorgulaması kaldırılmalı, piyasa faizini geçmemek üzere bu borçlanmalara ilişkin faizlerin de gider yazılmasına olanak sağlanmalıdır. Ortak şirketlerden yapılan borçlanmalarda da transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı yönünden işlem yapılmamalıdır. 

Şirketlerin bilançolarında kredilerin büyük bir ağırlığı gözlemlenirken şirketlerin sermaye yapılarının yetersiz olması nedeni ile bu durum mali ve ekonomik tedbirlerle giderilmeye çalışılmaktadır. Buradan yola çıkarak konunun psikolojik yönü ihmal edilmemeli, bankacılık işlemleri de tekrar gözden geçirilmelidir.

Şirket sahipleri, kendi mevcut nakitlerini şirkete koymayı daha maliyetli bulmakta, yerine kredi kullanmayı tercih etmektedir. Aksine bu alternatif şirketler için daha maliyetlidir. Bu olay tamamen psikolojik olmasına rağmen, patronların genel davranış şeklini oluşturmakta ve sistem üzerinde oldukça etkili olduğu gözlemlenmektedir. Alınacak tedbirlerle bu psikolojik etki yıkılmalı, tersine bir algının gerçek olduğu anlatılmalı ve bu inancın yaygın hale gelmesi sağlanmalıdır.

Şirketlerin tamamı sermaye yetersizliği nedeniyle işletme sermayesi olmadan kurulmakta ve bu sermaye yapısıyla ticari hayatlarını sürdürmeye çalışmakta; oluşan işletme sermayesi açıklarını da bankadan kredi kullanarak gidermeye çalışmaktadırlar. Bu durum şirketlerce farkında olmadan doğal bir işlem olarak değerlendirilmektedir. Bunun sonucu olarak bankadan almış oldukları krediler hiç kapanmamakta ve sürekli artan bir sarmalın oluşmasına sebebiyet vermektedir. Yani şirket bankadan aldığı krediyi sermaye olarak görüp, kabul edip ve bu şekilde davranmaktadır. Kriz döneminde bankaların kredileri geri çağırdığında, birçok şirketin yaşadığı sıkıntının gerçek nedeni budur. Tabi bu konu; psikolojik bir sorun olmanın yanı sıra, mevcut bankacılık sisteminin bir sonucudur. Çünkü şirket kredi talep etmekte, banka ise genellikle bu talebi yerine getirmektedir. Burada şirketler iç kaynakla dışa kaynak ayrımını iyi bir şekilde yapmalıdır.

Mevcut bankacılık sistemi; şirketlere kredi verirken, genellikle sermaye yapısını göz ardı ederek işlemler yapmaktadır. Bankalar genellikle kredi verirken, kredinin nasıl ödeneceğini ve kredinin teminatını önemsemekte, şirketlerin kredi beklentilerini gerçekleştiren bir davranış sergilemektedir. Böylece şirketlerin sermaye yapısını göz ardı etmektedir.

Halbuki uzun zamandır uygulanması istenilen ve bankaların şirketlere verecekleri kredilerde sermaye tutarının esas alınması sistemini de getirecek olan BASEL uygulamaları ile mevcut kredi sistemi sınırlandırılmış olacaktır.

Her şirketin sermaye ve aktif yapısına oranlı kredi kullanılması sağlanacaktır. Sermaye yapısı güçlü oldukça, kullanabileceği kredi de artacaktır. BASEL uygulamaları bazı bankalar ile hayata geçirilmesine karşın bankacılık sisteminin tamamında bundan bahsetmek mümkün değildir. Oysa ki, belirli hükümlerin esnetilmesi ile bir geçiş dönemi sorunsuz atlatılıp nihai uygulamaya kısa bi zaman içinde geçilebilir.

Yeni TTK hükümlerinin uygulanması ile birlikte, BASEL esasları da uygulanabilirdi.
Şirket bilançoları banka kredileri yerine, sermaye ağırlıklı bir yapıya kavuşabilmesi için; yukarıda açıklamaya çalıştığımız mali ve ekonomik tedbirlerin alınması yeterli olamayacaktır. Bunların yanı sıra bankacılık işlemleri yönünden tedbirler alınmalı ve işin psikolojik bir yönünün de olduğu unutulmadan yola devam edilmelidir.