Tüm GOP’ları aynı sepete koymak doğru mu?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

‘Gelişmekte Olan Piyasalar’ (GOP’lar, ing: emerging markets) terimini ilk olarak 80’li yılların başında bir Dünya Bankası ekonomisti olan Antoine van Agtmael kullanmış. Daha önceleri ‘az gelişmiş ülkeler’ olarak kategorize edilen ülkeler artık ağırlıklı olarak bu sıfatla tanımlanıyor. Bu terim hem bu ülkelerin küresel piyasalara entegre olduğunu, hem de gelişmiş ülkelere yakınlaşmakta olduğunu ima etmesi bakımından ‘pozitif’ bir anlam ifade etmekte. Öte yandan, GOP tanımı kuruluştan kuruluşa farklılık gösterebiliyor. Örneğin, MSCI sadece 23 ülkeyi GOP Hisse Senedi Endeksi’ne dahil ederken, IMF 152 ülkeyi GOP olarak tanımlıyor. 

GOP’u en geniş tanımıyla ele alırsak, bu ülkelerin Dünya GSMH içerisindeki payının hızla arttığı görülmekte. 1980’de (satın alma gücü paritesine göre) Dünya milli hasılasının yüzde 28’ini oluşturan GOP’lar 2014’te yüzde 57’sine ulaşmış durumdalar. Ancak, geçen 35 yıl içerisinde, bu ülkelerin tamamının gelişmiş olanlara yakınlaştığını söylemek de imkansız. Ayrıca, bu gelişmede Çin’in çok büyük ağırlığı var. (Eğer MSCI Çin’in endeks içindeki ağırlığını sermaye piyasası büyüklüğüne oranlamaya kalkarsa, diğer 22 ülkenin endeksteki payı çok azalacak ve endeksi takip eden yatırım fonları da otomatik olarak bizim gibi ülkelerden çıkarak paralarının büyük kısmını Çin’e yatıracak. Bu nedenle Çin belki de başlı başına ayrı bir kategori olarak değerlendirilmek durumunda.) 

Bugün çoğu analist GOP’ların bir ‘varlık sınıfı’ olarak anlamını yitirdiğini ve artık bu çok geniş sınıfl andırmanın sonlandırılması gerektiğini düşünüyor. Büyük–küçük, sanayileşmiş–tarıma dayalı, imalat– hammadde ağırlıklı, zengin–fakir ve cari fazla–cari açık veren gibi çok farklı özellikler arz eden ekonomilerin aynı kategori altında değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım değil. (Örneğin, Güney Kore hâlâ GOP kategorisinde değerlendirilirken Yunanistan ve Portekiz’in gelişmiş ülke olarak sınıfl andırılmasının hiç bir anlamı yok.) 

Bu 'aynı sepet' problemini azaltmak için son yıllarda bazı alt kategoriler de icat edildi. 2001’de Goldman Sachs ekonomisti Jim O’Neill’in oluşturduğu BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) bunlardan biriydi. Daha yakın zamanda ise (Türkiye’nin de içinde bulunduğu) bir “Kırılgan Beşli” gündeme geldi. Son dönemde ise, gelişmekte olan ülkeleri hammadde- imalat ihracatçısı ve cari açık-fazla veren olarak 2x2 bir matrikste değerlendirmek moda. Bu matrikste cari fazla veren ve imalat ürünleri ihraç eden Çin, Güney-Doğu Asya ülkeleri, Macaristan, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler pozitif ayrışırken, cari açık veren ve hammadde ihraç eden Brezilya, Endonezya, Ukrayna, Güney Afrika gibi ülkeler negatif ayrışıyor. 

Burada uzaktan da olsa yukarıdaki konuyla bağlantılı bir başka noktaya değinmek istiyorum. Ünlü piyasa ekonomisti Roubini geçen hafta Project Syndicate platformuna yazdığı bir yazıda günümüzdeki portföy yatırımı stratejilerinin zayıf yönlerini irdelemiş. Portföy yönetiminde ‘pasif’ ve ‘aktif’ olarak isimlendirilebilecek 2 temel strateji söz konusu. Pasif stratejiler bir varlık sınıfına (daha çok da bir endekse) yapılan yatırımlar. Pasif bir strateji izlemek oldukça kolay (doğrudan bir endeks fonuna yatırım yapabilirsiniz) ve düşük maliyetli. Bunun sonucunda ise ancak “beta” (piyasa ortalaması getiri) tabir edilen portföydeki iyi ve kötü varlıkların paçal getirisini elde ediyorsunuz. 

Bir de portföy yönetimi ve danışmanlık şirketlerinin pazarladığı “aktif” stratejiler var. İddiaya göre ortalama yatırımcıdan çok daha donanımlı yatırım uzmanları sayesinde bu şirketler yatırımcılarına piyasa getirisinin üzerinde “alfa” olarak adlandırılan getiriler sağlayabiliyor. Ancak gelin görün ki, bu yatırım uzmanlarının yüzde 95’inin orta vadede yatırımcılarına sağladıkları net getiriler (özellikle aldıkları komisyon ve ücretler çıkarıldığında) yatırım yaptıkları varlık kategorisinin ortalama getirisine (beta) bile ulaşamamakta. (Bu işten kimin net kazançlı çıktığını söylemeye gerek yok sanırım!) 

Roubini ise son dönemde “gelişmiş beta” olarak adlandırılan bir stratejinin popülerlik kazandığına dikkat çekiyor. Buna göre, yatırım yapılan varlık sınıfı içerisinde bazı kolay hesaplanabilir niceliksel ayrımlara giderek (mesela GOP’ları cari dengeleri ve ihracat kalemleri yönünden sınıfl ara ayırarak) bu sınıfın içerisindeki çürük elmaları ayırmak ve böylece ‘beta’nın üzerinde bir getiri elde etmek mümkün. Şimdi bizim bağlamımızda can alıcı soru şu: Eğer GOP’lara yatırım yapan bir yatırımcı iseniz, bir “gelişmiş beta” stratejisinde Türkiye’yi yatırım yapılacaklar sınıfına sokar mısınız? Diğer bir ifadeyle, Türkiye bir çürük elma mı, değil mi?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019