Üçte birimiz "gurbette" yaşıyoruz

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Bizim için zordur "gurbette yaşamak"; örgütlenmek, dayanışma içinde olmak, dernek çatısı altında toplanmak gerekir. Örgütlenmede en çatı örgüt ildir; il yardımlaşma dernekleridir. Sonra ilçelere, köylere kadar inilir. İl bazında örgütlenmiş olanlar, hele hele o ilden bir de bakan çıkmışsa, özel dönemlerde, örneğin Ramazan'da mutlaka bir iftar yemeğinde bir araya gelirler. Bakan da katıldı mı yemeğe, medyada haber olma şansı da elde edilir ki, adeta tadından yenmez olur bu etkinlik.

İl şemsiyesi altındaki örgütlenme yetmez ama. İlçelere, köylere kadar inmek gerekir. Haliyle kapsam daraldıkça etkinlik ve güç azalır. Köy yardımlaşma ve dayanışma dernekleri sokak aralarındaki küçük dükkanları merkez olarak seçmek durumundadırlar. Çoğu zaman da kapalıdır buralar. Ama tabelası gururla taşınır.

Kimi durumlarda dernek kurma zahmetine girmeye de gerek yoktur. Görünürde bir kahvehanedir de, aslında orası bir köyün buluşma lokali, derneği gibi işlev görmeye başlar. Türkiye'de binlercesi vardır bunların.  

Ah gurbet ah!

Köyden dışarı adımını atmak, başka şehre gitmek gurbettir; hele hele yurtdışına gitmek, sanki uzaya açılmak gibidir. En azından bir dönem öyleydi. Bugünün bu iletişim çağında, insanların dünyanın bir ucundaki yakınlarıyla anında konuşma şansı buldukları, üstelik bunu görüntülü olarak yapabildikleri koşullarda gurbet dediğimiz kavramın biraz esnemesi, eski önemini ve yakıcılığını yitirmesi beklenir. Bu gerçekleşmiştir de, ama bir ölçüde. Bir ölçüde; çünkü bu gurbet kavramı genlerimize işlemiştir adeta ve sanki içten içe "gurbette olmak"tan keyif alır, bunun tadını çıkarırız. O yüzden "yardımlaşma ve dayanışma derneklerini" de pek sever ve önemseriz. 

Biz, gurbete gidip aynı dönmeyi de pek maharet sayan bir toplumuz. Yıllarca Avrupa'da işçi olarak bulunup, Türkiye'ye kesin dönüş yaptığında "Ben hiç (örneğin) Almanca öğrenmedim" diye gururlananlara çoğumuz tanık olmuşuzdur. Neyse ki, ikinci, üçüncü kuşak oralarda okula gitmek ve yabancı dil öğrenmek "durumunda kaldı" da bu övünçten "mahrum kalarak" biz de bir anlamda çağ atlamış olduk.

Doğulan değil, doyulan yer

"Bayram değil, seyran değil, nereden çıktı bu gurbet" diye düşünenler elbette olacaktır; haklılar. TÜİK dün 2014 yılının doğum yeri istatistiklerini açıklayınca Türk halkının ne kadarının doğduğu yerden başka bir yerde yaşadığı, yani kimin nerede "gurbet"te olduğu üstünde durmak istedik. 

Meğer Türk halkının üçte biri doğduğu ilde yaşamıyormuş. İkamet ettikleri ilde doğanların oranı yüzde 65.5 düzeyinde. Yüzde 31.3 yaşadığı ilden başka bir ilde, yüzde 1.3 yurtdışında doğmuş. Yüzde 1.9'luk kesimle ilgili olarak ise bilgi bulunmuyor. Yani tablo kabaca, Türkiye'deki her üç kişiden ikisinin yaşadığı ilde, birinin ise başka bir ilde doğduğunu, dolayısıyla "gurbet"te yaşadığını gösteriyor.

Göçün nedeni, sanayileşme

Doğduğu şehre, yerine yurduna böylesine bağlı bir toplum, niye göç eder ki? Yanıt, göçün hangi illerde yoğunlaştığında gizli zaten.

Üç il, orada doğandan daha fazla göç almış. Bunlar; oran sıralamasına göre, Yalova, Kocaeli ve İstanbul. Yalova'da yaşayanların yüzde 64'ü, Kocaeli'de yaşayanların yüzde 53'ü, İstanbul'da yaşayanların ise yüzde 52'si başka bir ilde doğmuş. Bu oran Tekirdağ'da yüzde 49, Ankara'da yüzde 46, Bilecik'te yüzde 45, İzmir ve Antalya'da ise yüzde 43 düzeyinde. 

Çok açık ki, sanayi tesisleri ve daha genel söylersek iş olanakları iç göçü özendirmiş, hem zaten bundan daha doğal ne olabilirdi ki. 

Bu arada, en fazla nüfusa sahip beşinci il konumundaki Antalya'nın en fazla göç aldığı dördüncü ve beşinci illerin Ankara ve İstanbul olması yanlış yorumlanmamalı. Antalya'da yalnızca 48 bin Ankara ve 46 bin İstanbul doğumlu bulunuyor. Yani bu sayıların pek önemi yok. Hele hele, Ankara ve İstanbul doğumluların sayısı dikkate alınırsa 48 ve 46 bin hiç önemli bir düzey değil.

İstanbul'un "net" nüfusu 6.3 milyon

2014 yılı itibariyle 77.2 milyon olan nüfusun 14.2 milyonu İstanbul'da ikamet ediyor. Ama İstanbul'da doğanların sayısı yalnızca 6.3 milyon. İstanbul'da yaşayanların 7.3 milyonu başka bir ilde, 271 bini yurtdışında doğmuş, 290 bin kişinin nerede doğduğu ise bilinmiyor. 

İstanbul'un aldığı göç incelendiğinde dikkati çeken en önemli ayrıntı kuşkusuz, bu ilde "bir Sivas daha" kurulmuş olması. Sivas'ın nüfusu 620 bin ve bu nüfusun 515 binini Sivas'ta doğanlar oluşturuyor. Ama dedik ya, bir Sivas da İstanbul'da yaşıyor. İstanbul'da tam 363 bin Sivas doğumlu bulunuyor. 

Ardahan'ın ya da başka bir ifadeyle İstanbul'daki Ardahanlıların durumu daha da ilginç. Bu ilin nüfusu, 86 bini Ardahan'da doğanlardan oluşmak üzere 101 bin. Ama İstanbul'da yaşayan Ardahan doğumluların sayısı tam 149 bin.

İstanbul, bir İstanbul kadar daha nüfus çektiğine göre, Türkiye'nin her yerinden insanlar bu şehre akın ettiğine göre, bu göç olgusunu çok boyutlu incelemek  ve önlem almak gerekiyor. 

Ama ne tuhaftır ki, İstanbul hem bir yandan neredeyse her gün "yaşanılmaz şehir" ilan ediliyor, hem de diğer yandan göç örtülü biçimde teşvik ediliyor. "İstanbul"a buyurun" diye kamu spotu yayımlanmıyor televizyonlarda ama, örneğin çok katlı yapılaşmayı teşvik eden imar izinleriyle, örneğin yok edilen orman alanlarıyla, örneğin mevcut trafiği rahatlatmak adına yapılan yollarla gizli göç teşviklerinden geçilmiyor. Bu adımların sonucunda ne olacağı da belli; İstanbul için bugünküne kıyasla yarın daha çok "yaşanmaz şehir" diyeceğiz. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar