Vasatlığı benimsemek , "orta gelir tuzağı" kurar…

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

 

                                                                     
                                                                     
 
 
Türkiye, bugün ulaştığı düzlemde, iyiler arasındaki yarışa katılmalıdır. Bu aşamada vasatlığı benimsersek "orta gelir tuzağına" yakalanırız. Ülkemizin "orta gelir tuzağına" yakalanmaması için kişi başına gelir düzeyinin yükseltilmesi, 25 bin doların üstüne çıkarılması gerekiyor. 
 
Nüfusu 10 milyondan fazla olup da kişi başına geliri 25 bin doları aşan 14 ülke var:
ABD :42.066 
Hollanda :36.544
Kanada :35.222
Avustralya :34.835
Belçika :32.641
Almanya :32.349
Tayvan :31.346
İngiltere :31.217
Japonya :30.866
Fransa :30.062
İspanya :26.662
İtalya :26.370
Yunanistan :26.313
G.Kore :25.257
Türkiye :10.444
 
Prof. Dr. Meinhard Miegel, Sanayi Toplumu aşamasını kapsayan 250 yılda ortalama ömür, eğitim düzeyi ve kişi başına üretilen mallar bakımından Batı Avrupalıların, Kuzey Amerikalıların ve Japonların bugünkü tasavvurlarına ve beklentilerine uyan ülke sayısın resmi kayıtlardaki 158 ülke arasında sadece 43 ülkeyi bulduğunu söylüyor. Biz, söz konusu 43 ülke arasında ilk 10'a girmeyi hedefliyoruz.
 
Atalarımız, " vesile olmadan dost bağına girilmez" der… Bir hedef belirleyerek gücümüzü o hedef üzerine odaklamak önemli bir adım: "En büyük maliyet hedefsizliktir" genellemesini yaşamımızın değişik alanlarında hepimiz doğrulamışızdır.
 
ABD ile karşılaştırma
"Orta gelir tuzağı" üzerine düşünce üretenler değişik "ölçütler" kullanıyor. Barrey Eichengreen'in geliştirdiği ölçütü Erinç Yeldan 12 Temmuz 2012 günü yazısında aktardı: 1) Kişi başına gelirin 16 bin doların üzerine çıkması, 2) Kişi başına gelirin ABD gelirinin yüzde 58'ini aşması, 3) Ülke içinde imalat sanayinin toplam milli gelirin yüzde 23'üne ulaşması.
 
Fatih Özatay' ın yaptığı karşılaştırmaya göre, fert başına gelirinin, ABD'nin fert başına gelirine oranı 2000-2012 arasında bazı ülkelerde şöyle :
Güney Kore :18,3 puan
Rusya :13,8 puan
Çin :11,6 puan
Türkiye : 7,5 puan
Brezilya : 3,4 puan
Hindistan : 3,4 puan
 
Rusya'nın ve Çin'in gelirlerini büyütme performansı zenginlerle arayı kapattıklarını gösteriyor. Türkiye'nin ise hızlanması gerekiyor. O nedenle TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, "… En üstteki ABD ile üçüncü sıradaki Kanada dışında, ülkelerin tamamı 1900'laardan sonra bu başarıyı yarattılar. Ülkelerin 10 bin dolar kişi başına gelirlerini 25 bin dolara çıkarmaları için ortalama 33 yıllık bir zaman gerekiyor. Hiç bir şey imkansız değil; 2023'e on yıllık bir süre kaldı, çok dikkatli davranmak ve iyi değerlendirmek zorundayız. Çevremizde olup bitenleri, attığımız adımları hep 2023'te kişi başına geliri 25 bin dolara çıkarıp çıkarmayacağını sorgulayarak değerlendirmeliyiz" diyor. Kızıl Kraliçe Hipotezi'ni anımsatıyor: "Hedefe varmak için 3 katı daha hızlı koşmalıyız!" 
 
Üç gerek şart
Hızlı koşmanın üç gerek şartı var: Birincisi, dünya genelindeki eğilimlerin fırsat ve tehlikeleri ile kendi olanak ve kısıtlarımız arasında dengeleri kurabilecek "net bilgi sahibi olma". 
Net bilgi sahibi olabilmemiz için, elimizin menzili altında erişebileceğimiz "dinamik envanterlerin" olması ve işlemesi gerek. 
Net bilgi olmadığı zaman "spekülasyon" öne çıkar. Hesaplama yöntemi belli olmayan rakamlarla anlatım yanılsaması gerçeği gölgeler. Rakamlar hayatın öz gerçeğini yansıtmayınca, aşırı ya da noksan değerlendirmeler yaygınlaşır.
Geçmiş deneyimlerimiz, net bilgi eksikliğinin yol açtığı aşırı ya da noksan değerlendirmelerin bir süre sonra inançlarımızı yitirme ve güvensizlik artırma gibi olumsuz bir işlev gördüğünü öğretmiştir.
Net bilgi eksikliği, bilgi ve belgeye dayanan tartışma yerine "polemik" yapmayı öne çıkarır. Bir adım sonrasında "ciddi fikirlerin yerini sloganların alması" yanıltıcı bir sonuç yaratır. Son çözümlemede, "toplumun girişimci enerjisi" doğru zamanda, doğru yerde, doğru alanlara odaklanma yerine gereksiz alanlarda israf edilmiş olur. 
Hızlı koşabilmenin ikinci gerek şartı "etkin koordinasyon". 
Etkin koordinasyon dediğimiz zaman, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, fiziki sermayeyi, işgücünü ve teknolojiyi etkin kullanabilmeye götüren yol ve yordamları anlıyoruz.
Etkin koordinasyon yapabilmemiz için, yeraltı kaynaklarımızı net olarak bilmeliyiz. Topraklarımızda ortalama 300 metre sondaj yapılmış. Başkaları ortalama sondaj derinliğini neredeyse 2 bin metrelere doğru taşıyor. Sondaj yetersizliği, yeraltı kaynaklarımızı gerektiği kadar bilmediğimizin kanıtı. 
Yerüstü kaynaklarımızla ilgili de güvenilir araştırmalara dayalı ve işimize yarayacak bilgileri sunan bir sistem performansından yoksunuz.. Akarsularımızı, topraklarımızı, toprak mülkiyetindeki parçalanmayı, toprak özelliklerini, sulama olanaklarını, yöreye göre uygun sulama tekniklerini, tohum ıslahını ve geliştirilmesini, topraklara göre tohum, fide ve fidan ihtiyacını da ayrıntıları ile bilmiyoruz…
İşgücümüzün niteliği konusunda da kimi rakamlar ortada dolaşıyor ama, hesaplama yöntemlerini sorguladığımızda tutarlı ve kararlı verilere ulaşamıyoruz. 
Fiziki sermaye hakkında da net bilgi sahibi değiliz. Marmara Denizi'nde 42 iskele var… Çandarlı, Filyos ve Mersin gibi büyük limanlar gündemde… Ulaşım sisteminin alt sistemlerinde, demiryolu, lastik tekerlekli araç taşımaları, denizyolu ,hava yolu arasındaki koordinasyonu net tanımlayan gelişmeler belirgin biçimde ortada yok. Bugünkü ulaşım altyapısıyla kişi başına geliri 25 bin dolara çıkmış Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılama olasılığı ciddi biçimde tartışmaya açık. 
İnsan eliyle yapılan altyapılar olan fiziki sermayemizde iç bütünlük, kendi aralarında verimliliği artıran işbirlikleri olanakları ve kısıtları da yeterince bilinmiyor. 
Teknolojik düzeyimizi, kullanma becerimizi ve teknoloji üretme birikimimizi de net bilmeliyiz ki, iş süreçlerini rekabet edebilecek teknik donanımlarla ve uygun maliyetlerle geliştirebilelim…
Kaynaklar hakkında bilgi eksikliğimiz varsa, bizim 3 kat daha hızlı nasıl koşacağımızı oturup düşünmek, tartışmak ve bir ortak akılla ne yapmamız gerektiğini netleştirmemiz gerekiyor.
Üçüncü gerek şart "odaklanma"…
Güçlerimizi odaklayarak hızımızı artırabilmemiz için, eğilimlerin fırsatlarını ve tehlikelerini bildiğimiz kadar, kendi olanak ve kısıtlarımızı da net biçimde tanımlamış olmalıyız ki, öncelikleri de belirleyebilelim; gereksiz alanlara enerji harcamadan, öncelikli alanlara enerjimizi yoğunlaştırabilelim.
Keith Bradsher'in The New York Times'daki haberinde, Çin'in 2010-2015 yıllarını kapsayan Beş Yıllık Planında 7 öncelikli konuya odaklanıyor: Alternatif enerji üretimi, enerji verimliliği, çevre koruma, biyoteknoloji, ileri bilgi teknolojileri, yüksek kaliteli donanım imalatı ve yeni enerji ile çalışan araçlar.
Türkiye'nin de rekabet etme şansı olan geleneksel alanlar kadar yeni alanlar da keşfederek odaklanması gerekiyor. Uzun süredir yanlış teşvik sistemleri ile yönlendirilen yatırımların ortaya çıkardığı boş kapasiteleri ve verimsiz işyerlerini örnek vererek söylediğimiz, " Türkiye'nin kaynak sorunu yoktur; akıl sorunu vardır" sözüne daha çok haklılık kazandırmamalıyız. 
 
Nitelikli insan kaynağı
İyi eğitimli işgücü ve ihracatta ileri teknoloji ürünlerini payı da kullanılan bir başka ölçüt. Özatay, Rusya'nın eğitim, Çin'in ise yüksek teknoloji ürünlerin ihracattaki payı ile öne çıktığını belirtiyor. Türkiye'nin bu iki ölçüte göre durumu G. Kore ve BRİC ülkeleri ile karşılaştırılınca hiç de iç açıcı değil.
 
Peter H. Diamandis ve Steven Kotler'in dilimize de aktarılan "Bolluk Çağı" adlı kitaplarında işaret ettikleri gibi " diplomaların bir anda değersiz kalıverdiği" bir döneme doğru ilerliyoruz. Thomas L.Friedman'ın İnternational Hrald Tribüne'deki makalesinde, diploma sonrası sürekli gelişme ve uyum yaratabilmek için insanların kendine yatırım yapmasına somut bir örnekler veriliyor: Seçkin üniversitelerin açtıkları kurslara katılım hızındaki artış gibi. Friedman, geçen yıl Mayıs ayında 300 bin insan 38 kursta Stanford ve öteki elit üniversite öğretim üyelerinden ders aldıklarını anlatıyor. Bugün, 2 milyon 400 bin öğrenci 244 kursta 33 önde gelen üniversite öğretim üyesinin rahle-i tedrisinden geçiyor. 
 
Günümüzdeki eğitim sisteminin büyük bölümü ayni öğretim hiyerarşisi üzerinde kurulu: En üstte matematik ve fen bilimleri, ortada sosyal bilimler, en altta ise sanat yerini alıyor. Sistem olguya dayalı öğrenme etrafında inşa ediliyor. Dijital dünyada her yere aynı anda erişebilme sınırları giderek genişliyor; bu olanak öğrenme kalıplarını da değiştiriyor. Bugün merakları ve yaratıcılığı besleyen, eleştirel düşünceyi öne çıkaran bir eğitim sistemi inşa etme bütün toplumların gündeminde ilk sıralarda yerini alıyor. 
 
Ünlü düşünür Chomsky eğitim-öğretim konusunda "yeni bakış açısının" ne olması gerektiğini anlatıyor:
" Değer kuramını gözden geçirin
" Bilgi kuramının yeni varsayımlarını belirleyin,
" İnsan doğasını bugünkü koşullara uyumunu gözetin, 
" Öğrenme yol ve yöntemlerini sorgulayan; bugünün erişme olanakları bağlamında değerlendirin, 
" Bilgi aktarma yöntemlerini anlamaya çalışan, 
" Toplumun karşılıklı-bağımlılık ilişkilerini, yeni yaşam biçimleri ve yaşam tarzların uyum sürecinin merkezine yerleştirin, 
" Fırsat kapılarını açan ve uzlaşma kültürünü geliştiren yeni karar çerçeveleri oluşturun. 
Yarının insanı ;
" Meraklarının peşinde koşan, 
" Sevdası olan ve ona odaklanan, 
" İnteraktif ilişkinin öğreticiliğini kavrayan, 
" Analitik yetenekle bilgi kirliliklerini arındıran
" Uzun dönemli geleceği güven altına alacak alternatif tepki biçimlerini geliştiren özelliklere sahip olmalı.
Eğitim konusunda bir ara dönemden geçildiğini, geçiş süreci sorunları yaşandığını biliyoruz. Bu noktada Mübeccel Kıray'ı anmalıyız: " Değişme halindeki toplumlar bölük-pörçük, düzensiz toplumlar değildir. Bu toplumların değişmemiş, değişmekte olan ve değişmiş yönleri gene bir tutarlık, bir ilişkiler düzeni halinde kendini gösterir. Hemen her an değişmeye hazır, hem de denge halindedir. Aşama aşama değişir. Değişmiş yönlerle, değişmemiş yönlerini birbirleriyle eklemleştiren ve etkinleştiren tampon mekanizmalar, yeni 'ara formlar' oluşur." Bu sosyolojik oluşum, günümüzdeki gelişmeler için de geçerlidir. Önemli olan "tampon mekanizmalarının" toplumu geliştirici etkilerini öne çıkarırken, gelişmeyi yavaşlatıcı etkilerini en aza indirebilen yönetim becerisidir.
Bütün dünya değişime uyum için asimetrik ilişkilere yanıt verecek Üçüncü Kuşak Üniversiteleri yapılandırılması için çabalıyor. Üniversiteler ya da ara eleman yetiştiren yüksek okullar ve meslek okulları Sanayi Toplumu ihtiyaçlarına göre biçimlenmiş. Bilgi Toplumu aşamasında değişme ihtiyaçlarının talepleri ile eski üniversite ve yüksek okul sistemleri arasında "ara formlar" oluşuyor. Naki Bakır'ın 25 Ocak 2013 günü Dünya Gazetesi'nde TÜİK verilerinden yola çıkan haberine göre, işsiz sayısı son bir yılda yüzde 3.5 artmış,87 bin kişinin eklenmesiyle 2 milyon 542 bine yükselmiş. Eğitim durumuna göre dağılım izlendiğinde, üniversite bitirenlerin işsiz oranı en yüksek hızda artış gösteriyor. Ekim 2012 dönemini yansıtan veriler, yüksek öğretim görmüş işsizlerin sayısının yüzde 19.3 artarak 587 bine yükseliyor,
Keith Bradscher The New York Times İnternational Weekly'deki haberinde Çin'de eğitim alanındaki atılımları anlatılıyor: Japonya deneyiminin daha fazla üniversite mezununun girişimcilerin yaratıcılığının garantisi olmadığını gösterdiğini söylüyor. Çin'in üniversitelerde yenilikçilik sorununu çözmesi gerektiğini, öğretim üyeleri gelirlerinin montaj işçisi düzeyinde olduğunu, hem ülke içi şirketlerin hem de yabancıların aradığı teknik ve sosyal açıdan becerili insan yetiştirmenin öncelikli sorunlarında biri olduğu belirtiliyor.
Anadolu'nun derinliklerinde ve Marmara Bölgesi gibi gelişmiş yörelerimizde okulların ihtiyaca uygun işgücü yetiştirmediğine ilişkin iş insanlarının yakınmaları giderek artıyor. İşyeri yöneticileri işgücü yetiştirmek için gerekli emek ve zaman harcadıklarını, yetişmiş işgücünü de uzun süre işyerinde tutabilmede zorları le yüzleştiklerini de belirtiyor. Bu temel eğilim, eğitim-öğretim sistemi ile imalat ve hizmet kesiminde gelişmeyi dengeleyen bir stratejik plana ihtiyacımız olduğunu gösteren çok temel kanıtlardan biri.
 
Tasarruf oranı düşük
Türkiye'nin "orta gelir tuzağına" yakalanmadan, ilk 10 büyük ekonomi arasında girmesinin gerek şartlarından biri de yurtiçi tasarruf oranın yeterli olmasıdır. Gelişmekte olan ekonomik-odaklar bağlamında izlendiğinde, Çin'in özel bir durumu ve özel tasarruf oranı var. Kore ve Hindistan'da tasarruf oranları yüksek. Brezilya ve Türkiye'nin düşük. Türkiye Rusya'nın yarası kadar tasarruf oranına sahip. Ülkemizde 2010-12 döneminde tasarrufların gayri safi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 13,5 düzeyinde. Bu oran hızlı büyüyen ülkelerin çok altında kalıyor, orta gelir tuzağına yakalanmamız için gerekli olan ortalama yüzde 7 büyümeyi güven altına alacak tasarruf oranı olan yüzde 35 düzeyinin gerilerinde olduğumuz açık:
" Türkiye 13.5
" Çin 51.8
" Kore 31.7
" Rusya 27.0
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ise kişi başına 25 bin dolar düzeyine yüzde 5 büyüme ile ulaşılabileceği görüşünde. Merkez Bankası Başkanı, yüzde 6 büyümenin dolar bazında yüzde 7'ye denk geldiğini ileri sürerek, bunun da Türkiye'ye hedefini tutturabileceğini ileri sürdü. Hürriyet Gazetesi'nde 26 Ocak 2003 günü yer alan söz konusu haberde, Türkiye'nin geçmişe göre daha iyisini yapma potansiyeline de vurgu yaparak, potansiyellerin değerlendirilmesi için "yapısal reformların" yapılmasının gerekli olduğu söylendi. Bu noktada, yüzde 5'lik büyümenin bizi kişi başına 25 bin dolay düzeyine kaç yılda çıkaracağını hesaplayarak, yüzde 5 ile yüzde 7 büyümenin "zaman boyutunu" da tanımlamak gerek.
 
Kadın nüfusun işe katılımı
Ülkemizin önemli sivil inisiyatiflerinden biri olan TOBB'un Başkanı, " Ülkemizde hiç yatırım yapmasak da, sadece verimlilikleri Almanya düzeyine, kadın nüfusun iş yaşamına katılım oranını Güney Kore düzeyine çıkarsak, dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi arasına girebiliriz" diyor. Mao'nun anlatımı ile "Gök kubbenin yarısını kadınlar ayakta tutar". Mao'nun sözü bugün daha farklı anlamlar içeriyor. Bilgi Toplumu aşamasında üretim örgütlenmesi "emek-sermaye ekseninden yaratıcı yenilik eksenine kaydı"… İnsanın kol gücünün uzantısı olan teknolojilerden çok, zihin gücünün uzantısı olan teknolojiler rekabet gücü yaratıyor. Bu nedenle, toplumun zihinsel enerjisi ve yaratıcı gücünün yarısını oluşturan kadın üretim örgütlenmesinde yeterince yer almazsa, rekabet savaşını kazanamayız. Gelişmiş ülkeler kervanına katılmak istiyorsak, ivedilikle ve öncelikle kadının eğitimi, iş yaşamına katılımı, zihinsel emeği ve akıl terinin öne çıkarılması gerekiyor.
Hesaplama yöntemini ve formülünü bilmiyoruz ama, medyada kullanılan resmi rakamlara göre 2010 yılında kadın nüfusun işe katılım oranını bazı ülkelerle karşılaştırabilmek için aşağıdaki listeyi paylaşıyoruz: 
Çin :68
Rusya Federasyonu :56
Almanya :53
Güney Kore :49
Malezya :44
Türkiye :28
 
Verimlilik seferberliği
Rekabet gücü yaratarak uzun dönemli geleceği güven altına almanın gerek şartlarından bir diğeri "verimlilik düzeyini" sürekli artırmadır. Kısmı ve toplam kaynak veriminde rakiplerle eş düzey çıkmadan, uzun soluklu bir rekabet gücü oluşturulamaz.
Clayton M.Christensen'ın tanımı ile verimlilik, var olan ürün ve hizmetlerin imalat yöntemlerini, tedarik ve dağıtım sistemlerini yeniden yapılandırma sürecidir. Verimlilik önlemleri, iş sürecini hızlandırır; zaman kazancı sağlar, yatırım ve işletme döneminde, kaynak bağlamada aşırı ve noksan değerlendirmelerden kaçınılmasını sağlar. Verimlilik artışları kısa dönemde işgücünü sistem dışına iter; tasarruf edilecek fonlar güçlendiren yenilikleri içeren yatırımlara yönlendirilirse, uzun dönemde ciddi istihdam yaratma potansiyeline sahiptir.
Ülkemizin bir numaralı sorunu olan "verimlilik karşılaştırmaları" önemi nedeniyle ayrı bir yazıda ele alınacak, karşılaştırmalar yapılacaktır.
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar