Vergi yargısının sorunları

Bumin DOĞRUSÖZ
Bumin DOĞRUSÖZ HUKUKA GÖRE bumin.dogrusoz@dunya.com

Geçtiğimiz günlerde vergi yargısını konu alan iki önemli toplantı yapıldı. Bunlardan birincisi Vergi Hukuku Platformu (VEHUP) tarafından düzenlenen “Vergi Yargısında Olası Gelişmeler” konulu toplantı. Diğeri ise vergi müfettişleri tarafından Antalya’da düzenlenen “1. Ulusal Vergi Yargısı Paneli”. Birincisinin konuşmaları yayınlanacak. İkincisinin konuşmaları da yayınlanacak, ancak yayınlanana kadar Vergi Müfettişleri Derneği'nin youtube kanalından izleyebilirsiniz. 

Benim de konuşmacı olarak katıldığım ve tamamıyla izlediğim her iki toplantıda son derece başarılı geçti ve bir çok saptamalarda bulunuldu. Toplantılarda vergi yargısı bazında olmak üzere İdari Yargılama Usulü Kanununda 6545 sayılı Kanun'la yapılan –başta istinaf sistemi olmak üzere- ve pek çoğu 20.7.2016 tarihinde yürürlüğe girecek değişiklikler ile Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve İdari Yargının Hızlandırılması amaçlı Kanun Tasarısı Taslağı tartışıldı.

Ortaya, idari yargının hızlandırılmasının İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda bazı değişiklikler yapılması yoluyla mümkün olmadığı, sorunun idarelerin ihtilaf yaratıcı ve hukuku içselleştirmemiş davranışlarından kaynaklandığı, bu nedenle idarelerin bu tutumu değişmedikçe dava yığılmalarının önüne geçilemeyeceği şeklinde bir genel sonuç ortaya çıktı. 

Ortaya çıkan bir başka sonuç ise yapılan ve yapılması düşünülen değişikliklerin, yargıyı hızlandırması amacı taşısa dahi, dava yığılmasını önlemeyeceği, hızlı bir yargıyı ortaya çıkartmayacağı, pek çok halde tam tersine savunma hakkı zayıflatılmış bir yargının ortaya çıkacağı ve bunun da adalete hizmet etmeyeceğidir. 

Gerçi burada savunma hakkının konumunun da ayrıca tartışılması gerekmektedir. Çünkü idari davalarda ve özellikle vergi yargısında savunma ve ispat yükü taşıyan konumunda davacı olmaktadır. Oysa bunun tam tersinin olması, savunmayı yapanın, işlemi yargılanan idare olması gerekmektedir. Ancak şimdilik, uzun bir irdelemeyi gerektiren bu sorunu bir kenara bırakıyorum. 

Gerçekten yapılmış ve yapılacak değişiklikler incelendiğinde, savunma hakkının güçlendirilmesi yönünde önemli bir adım atılmadığı, hatta savunma hakkının hızlı yargılama adına zayıflatıldığı görülmektedir. Örneğin, birinci derece mahkemesinin kararının sadece hukuki yönden incelenmeyeceği, maddi olayın da nitelendirilmesinin tekrar tartışılacağı istisnaf mahkemelerinde duruşma yapılmasının mahkemenin takdirine bırakılması savunmayı zayıflatıcı bir düzenlemedir. Tek dilekçe üzerinden görüleceği ve verilecek karara karşı karar düzeltme yolunun ve belli rakamın altında temyiz yolunun da kapalı olacağı dikkate alınırsa istinaf mahkemeleri huzurunda duruşma daha da önem taşımaktadır. İstinaf mahkemelerinin de Danıştay'ın yolunu izlemesi ve duruşma yapmadan dosya üzerinden karar vermeyi tercih etmesi pek muhtemeldir. Oysa burada savunma açısından duruşmanın gerekip gerekmediği, mahkemenin değil, savunma makamının karar vereceği bir konudur. Eğer davacı, savunması açısından duruşmayı gerek görüyorsa buna saygı gösterilmesi gerekmektedir. 

İkinci dilekçelerin kaldırılmasının öngörülmesi (daha önce replik-düplik aşamasının kaldırılması olarak yazmıştım), tek dilekçe üzerinden yargılamanın yapılması da savunma hakkını kısıtlamaktadır. İdarelerin vereceği dilekçelere cevap verip vermemek de davacının takdir edeceği bir husus olmakla birlikte, mahkemenin uygun bulması koşuluna tabi kılınmaktadır. Oysa bu defa mahkeme, ikinci dilekçelere gerek görürse, yargılama şu andaki duruma göre yavaşlar hale gelmektedir. Unutulmaması gereken nokta, verilecek kararın hukuka uygunluğu kadar, tarafların adalet duygusuna da hizmet etmesi gereğidir. Bu da ancak hakkaniyete uygun bir yargılamayı gerektirmektedir. 

Bu hususlarda irdelenmesi ve yazılması gereken konu, çoktur. Bizde ilerideki yazılarımızda bunları ele alacağız. 

Yazılarımda pek fıkra anlatmam ama bu yazımda bir değişlik yapıp bir fıkra ile yazımı bitirmek istiyorum. Çünkü fıkra yazı konusuna tam oturuyor. Fıkrayı, Ali Sirmen’in 5 Mart 2016 günlü Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan köşe yazısında okudum ve aynen aktarıyorum. 

“Bir Türk gazeteci Avusturyalı meslektaşına takılmış:

- Çok hoş ülkesiniz vallahi, deniziniz yok ama Denizcilik Bakanınız var. 

Avusturyalı gazeteci dudaklarının ucunda bir tebessümle yanıtlamış:

- Ne var ki bunda? Sizde de Adalet Bakanı var ya!” 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Konaklama Vergisi 29 Ekim 2019
Değerli Konut Vergisi 22 Ekim 2019
Yenileme Fonu… 15 Ekim 2019