Yapılansak da mı katılsak, yapılanmasak da mı katılsak?

Cem TOP
Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

Perşembe günü köşemizde kaleme aldığımız yazımızın sonunu “Şüphe götürmeyen gerçek ise futbolumuzun giderek kalite ve kan kaybettiği” cümlesiyle bağlamamızın üzerinden henüz saatler geçmişti ki; A Milli Futbol Takımımız, EURO 2016 Eleme Grubu’nda karşılaştığı Çek Cumhuriyeti’ne sahasında 2-1 mağlup oldu. Büyük umutlarla başlanan maçın mağlubiyetle kapanmasının ardından, milliler sıfır puanla grubun dibine çökünce de “keskin kılıç” misali eleştiriler kınından çıktı. Öyle ya, biz aslında uluslararası turnuva ıskalamaması gereken bir futbol ülkesiydik ve 2016 Avrupa Şampiyonası’nı kaçırma ihtimalimiz ufukta bile görünmemeliydi. Son dönemde yaşadıklarımız ise tamamen bireysel yanlışlıkların yan etkileri olarak değerlendirilmeliydi. Örneğin; Guus Hiddink dünya kadar para alıp karşılığında İstanbul’da bile durmuyor, Abdullah Avcı kişisel meselelerine milli takımı alet edip polemik yaratıyor, Fatih Terim ise “fikri sabit” görüşlerinden asla taviz vermiyordu. Ah bir dizginleri bıraksalar, uçacaktık resmen(!) 

Tarihin tekerrürden ibaret olduğuna inananlar için tam olarak 2 yıl önce, Ekim 2012’de yazdığımız, “Hep Abdullah Avcı’nın yüzünden” başlıklı yazımızdan bir pasajı buraya alıp, sağlama yapalım: 

“2008 yılından sonra serbest düşüşe geçen Türk Milli Takımı’nın bu gerilemesinde suçlu Abdullah Avcı. Mesela 5 yıldır Şampiyonlar Ligi’ne iki takımla katılamayışımızın sütre gerisindeki müsebbibi de muhtemelen kendisidir. 20 yıldır düzenlenen bu üst düzey organizasyona toplamda 5 takımla 24 kez katılıp da iki çeyrek finalden (Galatasaray, Mircea Lucescu yönetiminde 2000-2001 sezonunda, Fenerbahçe de Zico yönetiminde 2007-2008 sezonunda) ötesini göremeyişimiz tamamen Avcı ve ekibinin eseridir. Üstelik “Avrupa’da başarı” parolasıyla/ sanrısıyla Süper Lig’e gelen yabancı oyuncu sayısını 200’e dayandıran (2010-2011 sezonu) da bizzat milli takım teknik direktörüdür. Hatta sade vatandaşın kafasında 2010-2011 sezonu şampiyonunu belirlemesi için Yargıtay kararlarını beklemesi de hep onun yüzünden. Borç içinde yüzen kimi kulüplerimizi yüksek faizle borçlandırdığı yönünde spekülasyonlar da yapılmıyor değil hani.” 

Buraya bir bölümünü aldığımız yazının yayınlanmasından bugüne, gerek milli takımımızın gerekse de kulüp takımlarımızın ulaştıkları uluslararası başarılar, ne yazık ki bir paragrafı bile doldurmaz. Seneler ve sezonlar su gibi akıp giderken, biz hep aynı iki sorunun cevabını arıyoruz: “Yabancı kısıtlaması ne olacak?” ve “Milli Takım yeniden yapılanacak mı?” Aslına bakarsanız biz Guus Hiddink’i de, Abdullah Avcı’yı da hatta geniş yetkilerle donattığımız Fatih Terim’i de milli takım teknik direktörü yaparken işe “yeniden yapılanma” parolasıyla başladık. Sonra ne olduysa oldu, her defasında yarışmacı takımlara dönüverdik. Neden mi? Türk Milli Takımı’nın güya turnuva kaçırma lüksü yoktu da ondan. Bu arada şu bilgiyi de verelim: Çek Cumhuriyeti maçına başlayan on birin yaş ortalaması 26.6 iken, İzlanda’dan deplasmanda fark yiyen takımınki ise 28 idi. Demek ki, yapılanma kelimesini dilimize pelesenk etmekten başka bir icraat yapmıyoruz. Bu noktada Fatih Terim’i de suçlu görmüyorum çünkü radikal bir yeniden yapılanma -turnuva kaçırmak giderek âdetimiz halini almaya başlamasına rağmenmilli takım hocasının üzerine müthiş bir baskı getirecektir. “Ne yardan ne serden” bakış açımız göz önünde bulundurulursa, Türk Milli Futbol Takımı’nın radikal bir değişimle yaş ortalaması 22-23 olan bir ekibe dönüşmesi pek mümkün görünmüyor. Bahsettiğimiz takımı kurmak için yeterli oyuncu havuzumuz olup olmadığı tartışılır ancak daha da kötüsü bu yönde bir irade de yok. Neden? Çünkü Federasyon Başkanı “Milli Takımı Avrupa Şampiyonası’na götüren başkan”, teknik direktörümüz de “Türkiye’ye Euro 2016 kapılarını açan teknik direktör” olmak zorundalar. Aksi takdirde futbol kamuoyu kendilerini katran ve kaz tüyüne bulayacak. Doğruya doğru… 

Bana kalırsa, Türk futbolunda radikal adımlar atmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Altyapılara çeki düzen vermek, gerekirse kulüp düzeyinde özkaynak takımlarının başına yabancı yetiştirici getirmek, genç takımları daha rekabetçi bir ortamda yarıştırmak ve en önemlisi de turnuva kaçırmaktan korkmamak. Ne olurdu yani, “Biz yepyeni ve genç bir takım kuracağız. Euro 2016’ya katılamasak da bu yolda ilerleyeceğiz” diyebilseydik? Böyle bir maç sevinip, iki maç üzülmek daha mı iyi? 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Derbi kadar zor 03 Mart 2016
Düğüm çözülecek mi? 25 Şubat 2016
Skandalın daniskası 23 Şubat 2016
Maçın şifresi: Savunma 18 Şubat 2016
Öp Quaresma’nın elini 16 Şubat 2016
Taktik savaşı 11 Şubat 2016
Maça geç kaldılar 09 Şubat 2016
Ciddiyet şart 02 Şubat 2016