Yeni dönem, yeni etkileşim

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI tberksoy@pirireis.edu.tr

Son yıllarda ekonomideki kendi denge ve gelişme sorunlarımızdan çok gelişmiş ekonomilerde dengelerin nasıl hareket ettiği ile ilgilendik. Aslında bu etkileşim daha önceden, 2000’li yılların başında başladı demek yanlış olmaz. Ama hem etki gücü, hem etki biçimi hem de yarattığı sonuçlar itibariyle son altı senedir bu etkileşimde bir yoğunlaşma olduğu söylenebilir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki etkileşim dinamiğinin kriz döneminde alışılmış ve normal olarak algılanan boyutların ötesine geçtiği şeklindeki bir değerlendirmenin yanlış olmayacağını düşünüyorum. 

Aslında 2000’li yıllardaki etkileşim de bir boyutu ile normal sayılması güç bir piyasa inancının üzerine inşa edilmişti. Bu tarihlerde gelişmiş ülkelerde uysallaşan enflasyonla güçlü büyüme performanslarının bir araya geldiği bir süreç yaşanıyordu. Bu dinamik “büyük uyum” (great moderation) olarak adlandırıldı ve küresel ekonominin yeni bir evreye devinmesinin işareti olarak kabul edildi. Bu oluşumun arkasında rasyonel birey ve her türlü hatayı düzeltebilecek şekilde etkin çalışan piyasaların olduğu düşünüldü. 
Müdahaleden uzak, bütünüyle serbestleşmiş piyasaların istikrar içinde büyüme için kilit olgu olduğu kabul edildi. Kurallama (regulasyon) en düşük düzeye indirildi. Kapitalizmin sorunsuz bir dinamiğe kavuştuğuna, tarihin sonunun geldiğine inanıldı. 

Bu sorunsuzluk durumunun pek uzun sürmediğini biliyoruz. 2000’li yılların daha ilk on yılı bitmeden piyasaların beklenen mucizeden uzak bir dinamiğe sahip olduğu, piyasa imanı üzerine inşa edilen iktisadi işleyişin güçlü kriz tohumları taşıdığı gerçeği ortaya çıktı. Bu tarihte patlayan küresel kriz bütün olguları ve ilişkileri kendi hegemonyası altına aldı. 

Kriz süreci pek çok şeyi değiştirdi. Yeni oluşumlardan birisi de gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki etkileşimde ortaya çıkan eğilimler oldu. Bu dönemde başta ABD ve Avrupa olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki iktisadi zafiyetler, dengesizlikler ve bunlara dönük olarak uygulanan politikalar bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin dengeleri ve performansı üzerinde alışılmış, normal olarak bellenmiş boyutların ötesinde etkiler yarattı. Neredeyse ABD Merkez Bankası ile kalktık Avrupa Merkez Bankası ile oturduk. Bu ülkelerin uyguladığı para politikaları bizim gibi ülkelerin iç ve dış dengelerini belirleyici ölçüde etkiledi. Artan küresel likiditenin beslediği yoğun sermaye girişleri gelişmekte olan ülkelerde kredi genişlemesi de yaratarak iç dengeleri bozdu, enflasyon baskısı yarattı. Likiditenin küreye yayılması ile güçlenen sermaye girişleri bu ülkelerde ulusal paranın aşırı değerlenmesine yol açarak dış dengeyi bozdu, yüksek boyutlu dış açıklara ve borçlanmaya neden oldu. 

Son sıralarda gelişmiş ülkelerin politikalarında bazı yön değiştirmeler oldu. Özellikle ABD çok başat rol oynadığı küresel likidite genişlemesi dinamiğini ters çevirmeye soyundu. Yeni bir ilişki ve etkileşim döneminin kapıda olduğu anlamına geliyor bu. Yeni süreç de aynı kriz süreci gibi, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle olan etkileşim dinamiğini biçimlendirecek kuşkusuz. Bu dönüşümün bizim gibi ülkelere nasıl yansıyacağı ve ne tür sonuçlar üreteceği sorusu üzerinde yeni bir okuma yapılması gerekiyor. 

Gelişmiş ve gelişmekte olanlar arasındaki iktisadi etkileşim dinamiklerinin ortadan kalktığını, gelişmekte olan ülkelerin büyüme ve dengelenme sorunlarının gelişmiş ekonomilerin etkisinden tamamen bağımsız biçimde belirlenebileceğini düşünmek doğru olmaz. Küresel boyutta uzun süredir benimsenip uygulanan ‘açık ekonomi’ anlayışı böyle bir kopuşu olanaksız hale getiriyor zaten.

Asırlar önce başlayan ve kapitalizmin gelişme sürecinde biçimlenen bir bağlantı ve etkileşim dinamiğinin ortadan kalkması en azından tarihsel belirleyicilik açısından makul bir beklenti olmaz.

Ama geçtiğimiz dönemde kriz dinamikleri içinde ortaya çıkmış ve neredeyse tek yönlü bir akışla gelişmekte olan ülke ekonomilerinin denge ve büyüme sorunlarını biçimlendirmiş olan ‘gelişmiş ekonomi etkisini’ olağan, normal ve makul bir etkileşim biçimi olarak kabul etmek için de bir neden yok. 

Şimdi yeni normalin aranacağı yeni bir evreye deviniyoruz. Bu dönemin koşullarının doğru ve nesnel biçimde algılanıp, öngörülmesi bir önkoşul niteliğindedir. Yeni gelişme hikayesi yazmak, yeni büyüme modeli tasarlamak, yeni bir iktisadi strateji ve bununla uyumlu politikalar oluşturmak bu algı ve öngörüye yaslanarak yapılacaktır. Hata yapılırsa yeni evreyi de başkalarına bakarak geçirmek zorunda kalırız. Yazık olur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018