Kurumsal yönetim ve menfaat sahipleri

Doç. Dr. İclal ATTİLA

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Finansçılar tarafından bir işletmenin amacı “hissedarların servetini maksimize etmek” olarak ifade edilse de değer yaratma sürecine sadece var olan ortaklar değil diğer menfaat sahipleri ile (paydaşlarla) olan ilişkiler de bir biçimde katkıda bulunur. Örneğin menfaat sahipleriyle olan ilişkiler şirketin risk düzeyini doğrudan etkiler.

Neoklasik anlayışa göre bir işletmenin kârı üzerinde hak sahibi olan kesim sadece hissedarlardır. Bu anlayışa göre hissedarlar, şirket bünyesinde ayrıcalıklı ve öncelikli bir konuma sahiptir. Hissedarların ayrıcalıklı konumunu ön planda tutan Neo Klasik anlayışın savunduğu Pay Sahipleri Teorisi, günümüzde Paydaş Teorisi savunucuları tarafından ciddi biçimde eleştirilmektedir. Paydaş (Menfaat Sahipleri) Teorisi geçtiğimiz otuz yıl içerisinde yönetim literatürüne girmesine karşın bu düşüncenin temellerini Adam Smith’in 1759’da “The Theory of Moral Sentiments” ve 1776’da “The Wealth of Nations” adlı eserlerine kadar götürmek mümkündür. Smith’e göre etik değerler ve ekonomik fayda arasında karşılıklı faydacılık ilişkisi olup işletmeler etkin çalışmak için bu ilişkiye dikkat etmek zorundadır. Nitekim özellikle 1950’lerdeki 'Kalite Hareketi'yle birlikte tüketici bilinci oluşmaya başlamış ve tüketicilerin değişik taleplerinin işletmeleri etkilemeye başladığı gözlemlenmiştir. Daha önceleri kapalı bir sistem olarak değerlendirilen işletmenin, açık bir sistem olduğu ve dış çevre tarafından etkilendiği kabul edilmeye başlanmıştır. Açık sistem yaklaşımıyla beraber Paydaş Teorisi gibi birçok teorinin temelini oluşturan kurumsal sosyal sorumluluk tartışmaları literatürde yerini almaya başlamıştır. 

Paydaş Teorisi'ne göre, işletmeler amaçlarını gerçekleştirilebilmek için dış ve iç çevreyle iyi ilişki içinde olmalıdır. Şirketle ilgili menfaat sahipleri pay sahipleri ile birlikte çalışanları, alacaklıları, müşterileri, tedarikçileri, sendikaları, çeşitli sivil toplum kuruluşları, devlet ve hatta şirkete yatırım yapmayı düşünebilecek potansiyel tasarruf sahipleridir.

Hemen hemen her gelişmiş ülkede olduğu gibi, ülkemizde de menfaat sahiplerinin haklarının genellikle mevzuat (borçlar kanunu, icra-iflas kanunu, iş kanunu vb.) ile korunduğu göze çarpmaktadır.

Doğal olarak menfaat sahipleri de şirketin iyi bir şekilde yönetilmesinden ve sermayenin korunmasından yarar sağlarlar. Bu noktada, kurumsal yönetim ilkelerinin uygulanması, hem menfaat sahipleri hem de işletme için önem arz eder. Nitekim SPK bu düşünceden hareketle, “Şirket, menfaat sahipleri ile işbirliği içerisinde olmanın uzun dönemde kendi menfaatine olacağını dikkate alarak, menfaat sahiplerinin mevzuat, karşılıklı anlaşma ve sözleşmelerle elde ettikleri haklarına saygı duymalı ve bu hakları korumalıdır. Bu hakların korunması esnasında, şirket ile menfaat sahipleri ve menfaat sahiplerinin kendi arasında oluşabilecek çıkar çatışmalarının en aza indirilebilmesini teminen, dengeli yaklaşımlar içerisinde olmalı ve bu haklar, birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmelidir” demektedir. SPK kurumsal yönetim ilkelerini belirlerken menfaat sahiplerine ayrı bir önem atfetmiş ve “menfaat sahipleri” ile ilgili ilkeleri beş alt başlık altında toplamıştır:

> Menfaat sahiplerine ilişkin şirket politikası

SPK bu başlık altında getirdiği ilkelerle; şirketlerden, kurumsal yönetim uygulamaları çerçevesinde oluşturulan politika ve prosedürlerin, menfaat sahiplerinin haklarının mevzuat ve sözleşmelerle korunmadığı durumlarda bile garanti altına alınmasını ve uygulanmasını talep etmektedir.

Menfaat sahiplerinin şirket yönetimine katılımının desteklenmesi

Bu başlık altında yer alan ilkeler ile menfaat sahiplerinin şirket yönetimine belli ölçüde katılımının sağlanması ve karar sürecine onların da dâhil edilmesi amaçlanmaktadır.

Şirketin insan kaynakları politikası 

SPK’nın bu kurumsal yönetim ilkeleri, işe alım politikaları oluşturulurken ve kariyer planlamaları yapılırken uyulması gereken hususları ortaya koymaktadır. Bu ilkeler getirilirken ana amacın eşit koşullardaki kişilere eşit fırsat sağlanması, personel alımına ilişkin kriterlerin yazılı olarak belirlenmesi, belirlenen kriter ve oluşturulan politikaların çalışanlarla paylaşılması, bu konuda çalışanların da fikrinin alınması ve uygulamada bu kriterlere uyulması olduğu göze çarpmaktadır.

Müşteriler ve tedarikçilerle ilişkiler 

Ülkemizde faaliyet gösteren şirketlerin en önemli sorunlarından birisi de şirket ömürlerinin gelişmiş ülkelerinkine kıyasla daha düşük olmasıdır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de iş ağları (network) konusundaki yetersizlik ya da yanlış uygulamalardır. Bu yüzden şirket dışı menfaat sahiplerinden olan müşteri ve tedarikçilerle ilişkiler özellikle şirketin ömrünün uzatılması açısından önemlidir. Satılan mal ve hizmet için beklentiler karşılandığı sürece tüketici sadakati sağlanarak tüketici müşteriye dönüştürülür. Bu yüzden, küresel rekabetin arttığı iş yaşamında şirketler kısa vadeli satışları ve kârı artırıcı politikalar yerine uzun vadeli politikalara yönelmek zorundadır. Aynı şekilde tedarikçilerle olan ilişkilerin sağlıklı ve uzun soluklu olması şirketin gücünü artırıcı bir etmendir. Günümüzde şirketlerin gücü iş ağlarının gücüyle ölçülmektedir. SPK’nın bu başlık altında yer alan ilkeleri getirirken ana amacının şirketlerin müşteriler ve tedarikçilerle ilişkilerinin bu anlayış içerisinde yürütülmesini sağlamak olduğu dikkati çekmektedir.

Etik kurallar ve sosyal sorumluluk

Şirketin menfaat sahipleri ile sağlıklı ilişki yürütmesinde güven faktörünün rolü büyüktür. Bu yüzden şirket bu güven duygusunu inşa etmek ve devamlılığını sağlamak durumundadır. Şeffaf yönetim anlayışı, güvenin inşa edilmesi ve sürdürülmesi açısından hayati önemi haizdir. Bu amaçla şirket faaliyetleri kamuya duyurulmalı ve duyuru işlemi gerçekleştirilirken de birtakım etik kurallar çerçevesinde hareket edilmelidir. Söz konusu etik kurallar, şirketlerin hizmet kalitesini ve saygınlığını artıran, şirket çalışanları ve toplumla ilişkilerini düzenleyen ve şirket içi davranış kültürünü oluşturan değerler bütünüdür. Bunlara ilaveten şirketin topluma karşı uyması gereken birtakım sosyal sorumlukları da bulunmaktadır. Günümüzde, çağdaş şirketler, tüm faaliyetlerinde toplumsal yararı ve çevreye saygıyı göz önünde bulundurarak sosyal sorumluluk projelerini desteklemekte ya da bizatihi yürütücüsü olarak yer almaktadır. Bu başlıktaki SPK kurumsal yönetim ilkeleri hem konunun önemini hem de konuyla ilgili nelere dikkat edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, SPK’nın bu ilkeleri paydaş teorisini esas alarak hazırladığı göze çarpmaktadır. SPK şirket politikalarının menfaat sahiplerinin haklarını gözetecek biçimde olmasını isteyerek, bu sayede bu politika tercihinin şirketin uzun vadede daha lehine olacağını var saymaktadır ki bu görüşe katılmamak olası değildir.