Entelektüel ve aydını ayıran ince çizgi

Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Memleket entelektüellerinin en ciddi sorunu “kendilerine ait düşünce geliştirebilme” kısıtlılıklarıdır. Biz entelektüelleri nedense okumuş, buna bağlı olarak aydınlanmış ve toplum için sorumluluk taşıyan bireyler olarak tanımlarız. Oysa okumuş olmak aydın olmanın gerekliliği değildir, her diploma sahibi aydınlanmaz ve toplum için sorumluluk taşımanın ise bu iki kavramla bir alakası yoktur. Böyle düşündüğünüz zaman, okumamış aydınların aslında çoğunluğu oluşturduğunu görürsünüz. Toplum ve çevre için sorumluluk sergileyen taksiciden, dükkanını önünü süpürmeyi gündelik işi sayan esnafına kadar pek çok diplomasız fazlasıyla aydın özelliği gösterir. Entelektüel ve aydın kelimeleri aynı kavramı mı tanımlar, aslında kuşkuludur. Aydın yapılması gereken doğruyu bilen kişidir, ama entelektüelin bir ek özelliği daha bulunmalıdır, o da kendine ait düşünce geliştirebilme becerisidir.

Herkes sorunu kendi aklıyla irdeler, ama gazetelerin dağıtımı engellenemez

Kendine ait düşünce geliştirebilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Birincisi bilmeyi, yani bilgi sahibi olmayı gerektirir, bu aslında “bildiğinin sınırını” yani bilmediği şeylerin de var olduğunu kabullenmek anlamına gelir. İkincisi, bilinen analize tabidir, doğru yanlıştan ayrılabilmelidir. Ama üçüncüsü, başkalarını dinlemenin ötesinde, onların söylediklerinden doğru ve yanlışı ayırıp, kendine ait bir düşünce oluşturulmalıdır. Dolayısıyla aydın bilinen doğruyu uygular ve savunur, entelektüel ise bilinmeyen bir durumla karşılaşıldığında söylemler arasından doğruluk payı olanları da ayrıştırarak özgün düşünceyi meydana getirir. Entelektüel taraf olmamak zorundadır, bilgisini ve görgüsünü de bu prensip çerçevesinde kullanır.

Geçtiğimiz hafta yaşananlar entelektüel sayısının hayli düşük olduğunu ya da kendini ifade edebilecek olanağı bulamadığını bir kez daha gösterdi. Ortada bir yolsuzluk operasyonu var, her iki tarafın aydınları da konuyu kendi mantıklarıyla buluşturdular. İktidarın aydınları “meseleyi hükümete ilişkin bir komplo” sınıfına soktular, muhalefetin aydınları ise “yolsuzluğu iyice sulandırarak eleştirmeyi” yeğlediler. Her iki yaklaşım da içerisinde sadece kendi doğrularını barındırdı. Hatta kimi danışmanlar operasyonu Türkiye’nin bölgesel güç olmasını istemeyen küresel komplocuların marifeti olarak nitelendirmekle kalmadı, Gezi olaylarının bir benzeri (ya da devamı) olduğu sınırına bile götürdü. Lakin hiç olmaması gereken oldu, Zaman, Today’s Zaman ve Orta Doğu gazetelerinin THY’de dağıtımı yasaklandı. İşte bu hiç olmadı, sapla samanın karıştırılması akıl tutulmasının ilk belirtisidir.

Yolsuzluğun önemsiz olduğunu ima bile edemezsiniz

Üstelik akıl tutulmasının en kötü biçimlerinden biri aydınların ve entelektüellerin akıl tutulmasıdır. Yeni sorunlar öyle ya da böyle herhangi bir biçimde ortaya çıkabilir, iktidarı (son operasyonda olduğu gibi) ya da muhalefeti de (kaset komploları) yıpratabilir. Hedef alınan, kendini olayın özü itibarıyla savunamıyorsa, aslında tartışılacak bir şey yoktur. Gereken yapılır, bunun genel adı “revizyondur” ve güvenin tazelenmesi için zorunludur. Çünkü öyle ya da böyle aynı geminin içinde seyahat ediyoruz, seyri tehlikeye sokan en ciddi tehlike ne hava koşulları, ne de geminin özellikleri, bilakis mürettebatın birbirleriyle çekişmesidir. Başbakan’dan “gereği neyse yapılacaktır” açıklamasını duymak isterdik, muhalefetten de sakin ve vakur bir eleştiri mesajı. Gerçekten entelektüelseniz gerekirse öküz altında buzağı bile aranır, neden bir arada durdukları da sorgulanır. Öküz öküzdür, buzağı da buzağı, ama yolsuzluğun önemsiz olduğunu ima bile edemezsiniz, bunu ortaya çıkarmakla görevli emniyet mensuplarını işlerini yaptılar diye eleştiremezsiniz.

Not: Herkese şimdiden sağlıklı, mutlu ve umutlu yeni bir yıl diliyoruz.

Tüm yazılarını göster