Polemik konusu olan sadece faiz mi?

Burcu KÖSEM burcu.kosem@dunya.com

Bu haftaki PPK kararında nihayet TCMB, politika faizini tek haneye indirdi ve faiz indirim döngüsü de tamamlanmış oldu. 

Hatırladığımız üzere Eylül 2021 tarihinden itibaren başlayan süreçte para politikasında güvercin olarak tabir edilen gevşek politikaya gidilmişti ve kademe kademe faiz indirim süreci yürütülmüştü.

TCMB’nin bu adımları aralık ayında KKM (Kur Korumalı Mevduat) enstrümanı ile kurun çıpalanmış olması ve beraberinde gelen makro ihtiyati tedbirlere rağmen enflasyondaki çift haneli yükselişin de etkisiyle ekonomi yorumcuları açısından yeni bir kutuplaşmanın oluşmasına neden oldu.

Peki ‘neden tek hane faiz’ ve ‘neden şimdi’ sorularına yanıt bulmak gerekirse; öncelikle merkez bankacılığında rezerv para dolar nedeniyle oyun kurucu olan Fed’e (ABD merkez bankası) bakmamız gerekecek. 

TCMB’nin PPK toplantısından bir gün önce yayınlanan Fed tutanaklarına baktığımızda bazı Fed üyeleri veya Fed üyelerinin çoğunluğu olarak yansıtılan görüşlerde aslında tam bir netliğin olmadığı görülüyor.

Örneğin; bazı Fed yetkilileri faizlerde zirvenin daha yüksek seviyede gerçekleşeceği yönünde tahminlerde bulunurken, yine yetkililer nihai faiz seviyesinin, faiz artış hızından daha önemli olduğunu ifade ettiler.

Birkaç Fed üyesi ise politika sıkılaştıkça kurumun piyasadaki bozulmalara hazır olması gerektiğini belirttiler.

Yapılan beyanlara baktığımızda, aslında bizim basınımızda sıklıkla dile getirilen Fed’in muhteşem iletişim döngüsü ile çok da uyumlu olmadığını görmekteyiz.

Diğer taraftan, mart ayından itibaren faiz artışları ve tapering (tahvil alımı azaltma) ile bilanço küçültme operasyonu yapan Fed’in bu operasyonuna başlamadan aylar öncesinden sıkılaşma (şahin) sinyallerini vermeye başladığını da görmüştük.

FED'in eli çok rahat
Bu yapılan operasyon her ne kadar öncelikle enflasyonu düşürmeye yönelik olsa da Amerika’da enflasyon halen belli bir yapışkanlıktan kurtulabilmiş değil. 

Diğer taraftan rezerv para doların sahibi olan bu bankanın yani Fed’in eli yine de çok rahat. Çünkü bilançosunu gerekirse sonsuza kadar büyütebiliyor. (dolaşımdaki ve kaydi para doların değeri tam olarak ölçümlenemiyor)

Fed’den bu kadar ayrıntılı biçimde söz etme nedenim faiz ve bilanço küçültmeye dayalı para politikası araçlarının dolar üzerinde yarattığı yukarı yönlü baskıyla küresel risk iştahı üzerinde negatif bir etki yaratması ve buna bağlı olarak güçlü doların kendi evine dönüşü ile ABD’den ziyade dünyanın geri kalanı için önemli bir durgunluk riski oluşturmasıdır.

Bu konudaki fikrimi destekleyen bilimsel çalışmalardan biri, Fed ve piyasa dinamikleri ile ilgili pek çok kitabın yazarı Dr. Edward Yardeni’dir. Kendisi aylar öncesinden yaptığı bir çalışmada Fed’in sıkılaşma döngüsü ve dahi Rusya-Ukrayna savaşı, enerji krizi gibi etmenlerden fırtınalı havada geminin güvenli liman olarak ABD’yi tercih edeceği yönünde çıkarımını yapmış ve dünyanın geri kalanını, özellikle İngiltere, AB ve gelişmekte olan ülkeleri uyarmıştır…

Nitekim sterlin şimdilerde güçleniyor ancak bunun bedeli hükümet krizleri ve çok sıkı para politikası sinyali ile ileride ağır olacağa benzer, AB ise havaların iyi gitmesiyle enerji krizinde beklenen dramatik noktaya ulaşmamış olmanın sevincinde ancak bugünlerin yarınları da var.

Pek çok ülke sıkılaşma döngüsüne kapıldı
İngiltere ve AB, ABD’nin küresel politikalarından farklı görülemez. Daha doğrusu gelişmiş ülkeler kulübünde savunmadan, ekonomiye hatta dış politikada “bir söz olma” durumu vardır. Dolayısıyla ABD ve Avrupa’nın ekonomik eşleniği ile hareket eden pek çok ülke bu sıkılaşma döngüsüne kapıldı, kapılmasına da!..

Eylül 2022 itibariyle FT’nin bir yazısında gösterdiği iki grafikle netice ile ilgili bir fikre sahip olmuştuk. Bu grafik ve durumu daha da gözler önüne serecek çalışmaları pazartesi günü köşemde size aktaracağım. Ama kısa bir özet geçmem gerekirse; FT’de yayınlanan grafikte Çin ve Türkiye (daha sonra Japonya’nın döviz müdahalesi de eklenebilir) dışında neredeyse pek çok ülkenin faiz artırım kervanına katıldığını; buna rağmen Rusya ve Brezilya, belli belirsiz Meksika dışında neredeyse tüm ülkelerin dolar karşısında değer kaybettiğini gördük.

Demek ki o tarihlerde ve de halen ABD dışındaki diğer ülkeler faizler ne denli artırılırsa artırılsın birkaç istisnai durum dışında yine de paralarında değer kaybı yaşamışlar… Elbette ki, bu durum jeopolitik etmenlerin küresel ekonomide yarattığı enerji ve gıda krizleri gibi olguların tahribatları ve Fed’in sıkılaşma döngüsü ile de birleşince çok yüksek bir stagflasyon riski yaratıyor.

Asıl hedef gözden kaçmıyor mu?
Sorumuza dönecek olursak; Türkiye geçtiğimiz yılın son çeyreğinden itibaren küresel genel parasal politika teamülünün dışına çıkmış durumda. 

Elbette ki, ekonomide salt para politikasıyla işler yürümez. Maliye politikaları ile beraber eşgüdümlü bir yol haritası belirlenir ki; Türkiye’de para politikasının makro ihtiyati tedbirler ile hem liralaşma hem de seçici kredi politikaları yolu ile bazı sıkılaşma adımları attığını da görüyoruz.

Ancak asıl hedefe ulaşmanın, özellikle -pandemi sonrası süreçte ivmelenen-ihracat ve büyümeyle gerçekleşebileceği, sanki bu defa gözden kaçmış görünüyor.

Dolayısıyla faiz politikasının en temel belirleyicisinin büyümeden ve istihdamdan feragat etmemek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ülkemizin diğer kıyasladığımız ülkeler gibi gelişmiş bir finansal sistemi, rezerv bir parası ve küresel markaları yok.

Çok yüksek enflasyon ve gelir dağılımında bozulma pahasına da olsa bir şekilde Türkiye, katma değerli büyüme ivmesini sürdürmek ve ileriye taşımak zorunda…

Söylemem gerekir ki; ortodoks politikalardan çıkış Türkiye için öteden beri gerekli idi ancak belki de hiç öğrenemeyeceğimiz nedenlerden ötürü bugüne kadar uygulanmadı. 

Sorumuzun diğer kısmı olan ‘neden şimdi’yi duyar gibiyim. Bunu ben de zaman zaman soruyorum ama her ne kadar bu kısmı tartışılsa da zararın neresinden dönülse kardır diye düşünüyorum

Tüm yazılarını göster